Ana SayfaYazarlarKürt hareketinin dramı

Kürt hareketinin dramı

Batı medyası beklemediği bir irrasyonalite ile karşı karşıya ve bu tespitte yalnız oldukları söylenemez. Türkiye’de ‘siyasi’ okuma becerisine sahip herkes bu durumu açıklamakta zorlanıyor. Mesele parlamentoda 80 kişilik bir grup oluşturan, yüzden fazla belediyeyi yöneten, IŞİD’e karşı verdiği mücadele sayesinde meşruiyet eşiğini geçen PKK’nın neden ateşkese son verdiği. Türkiye’nin Kandil bombardımanı Temmuz’un 23'ündeydi. Oysa PKK çeşitli makaleler, demeçler ve yerel eylemlerle aynı ayın 11’i sonrasında ateşkesin bittiğini ve ‘devrimci halk savaşının’ başladığını deklare etmişti. Şu anda Güneydoğu’nun birçok ilinde ‘demokratik özerklik’ ilan ettiler. Kendi yönettikleri belediyelerde hendek kazarak ve duvar örerek polisin girmesini engelliyorlar ve bunun bir ‘özgürleşme’ olduğunu öne sürüyorlar. Aynı strateji çerçevesinde belediyelerden ve şantiyelerden iş makinalarını kaçırıp köprüleri yıkıyor, yoldan geçen TIR kamyonlarını yakıyorlar. Bu kamyonların o köprülerden geçerek kendi yönettikleri belediyelere un götürüyor olması PKK için basit bir detay. Milliyetçi çiğliğin cazibesi bu denli güçlü olduğunda, Kürtlere zarar vermenin de bir yükü kalmıyor…

 

Bu irrasyonel davranışı açıklayamayanlar iki yıl öncesine gitmeliler. Yani PKK’nın Güneydoğu’nun kentlerinde YPG-H adlı milis teşkilatlarını kurduğu yıla. Sonrasında, bütün Çözüm Süreci boyunca ilçe ve köylerde niçin silah yığınağı yaptıklarını da sorgulamalılar. Hükümet Çözümün bir ‘sivilliğe davet’ olduğundan hareketle, süre içinde HDP’nin güçleneceğini, Kandil’in Öcalan’ın stratejik tercihini takip edeceğini, hayat koşulları iyileşmiş ve barışın tadını almış olan Kürtlerin yeniden silaha dönmeye izin vermeyeceğini ummuştu. Ama bu umut gerçekleşmedi… HDP Kandil’in soluk ve tutarsız bir izdüşümü haline geldi, Rojawa’da yaşanan kısa süreli ‘devlet oluşturma mutluluğu’ PKK’nın başını döndürdü ve bölgedeki Kürtler de PKK’ya karşı sağduyuyu savunacak özgüveni oluşturamadı.

 

Bu gelişmenin yaşanmasında hükümetin de bir dizi taktiksel hatası var. Erdoğan’ın Çözüm Süreci’ne sahip çıkmamayı ima eden beyanları PKK’yı psikolojik açıdan rahatlatırken, sivil toplumun PKK dışı bir pozisyon geliştirmesini engelledi. Görüşmelerin somutlaşması ve hızlanması gerekirken seçim nedeniyle boşluğa düşüldü. HDP’nin anti-AKP cepheye katılmasına takılıp kalındı. Dahası aşiretlerin gücünden medet uman, son derece tepki çeken adaylarla seçime katılındı. Oysa tam o noktada toplumun kendisini muhatap alan yeni bir hamle ve bunu temsil eden adaylar, belki de hem AKP’ye ihtiyaç duyduğu milletvekillerini kazandıracak, hem de Çözüm Süreci’ni ayakta tutacaktı.

 

PKK ise önünde yeni bir dünyanın uzandığını, tarih ağacının meyve dolu dallarının toplanmak üzere kendi üzerlerine doğru eğildiğini sandı. O meyveleri toplamak üzere ateşkesi bitirdiler. Ne var ki gerçeklik onların beklediğinden epeyce farklı çıktı… Şimdi HDP ve PKK bu dram ile ayrı ayrı baş etmeye çalışıyor. PKK stratejik sıkışmayı aşmak için devletle savaşı derinleştirmeye, çatışmanın ‘gerçekliğini’ artırmaya uğraşıyor. Bu nedenle hemen her gün polis ve asker öldürüyorlar. Halkın kendi yollarını hendek kazarak tahrip etmesini ve yiyecek ekmek bulamamasını romantize ederek işin içinden sıyrılacaklarını düşünüyorlar. HDP ise çaresiz. Marjinalize olduğunu görüyor ve kimsenin önemsemediği beyanatlar, açık mektuplarla günü kurtarmaya çalışıyor.

 

AKP askeri nitelikteki devlet politikasının sivilleşmesini sağlamaya çalışmıştı… Kürt siyaseti ise buna en çok katkıda bulunacağı bir momentte yeniden askerileşmeyi tercih etti.

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik