Ana SayfaYazarlarKürt sorunu için İrlanda ve Filipinler dersleri

Kürt sorunu için İrlanda ve Filipinler dersleri

 

Geçtiğimiz hafta sonu, Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün (DPI) Ankara’da düzenlediği Zor Dönemlerde Diyalogu Canlı Tutmak: Filipinler ve Kuzey İrlanda Tecrübeleri başlıklı  yuvarlak masa toplantısına katıldım.

 

40 civarında katılımcının olduğu toplantının üç konuşmacısı ve konuşma başlıkları şöyleydi:

 

David Gorman (İnsani Diyalog İçin Merkez, Avrasya Birimi Direktörü): Filipinler’deki Barış Sürecinden Çıkarılan Dersler: Zor Dönemlerde Diyalog Nasıl Korunabilir?

 

Sir Bill Jeffrey (Kuzey İrlanda Ofisi Siyaset Birimi Eski Direktörü): Barış Sürecinin Koreografisi: Zor Dönemlerde Çatışma Çözümü.

 

Dermot Ahern (İrlanda Cumhuriyeti Eski Dışişleri Bakanı): Zor Dönemlerde Çatışma Çözümü: Kuzey İrlanda Barış Süreci.

 

Ben daha önce DPI’ın benzer toplantılarına katılmamıştım; davet almıştım fakat gidememiştim. O nedenle ilk olarak toplantının atmosferi üzerine birkaç şey söylemek isterim.

 

Televizyonlardaki vurdulu-kırdılı, laf kesmeli-laf oturtmacalı sözde tartışma programlarından ve siyasetçilerin ajitasyondan ibaret söylevlerinden ikrah etmiş biri olarak kendimi çöl ortasında bir vahada gibi hissettim. Sabahtan akşama kadar süren toplantı maratonu boyunca ortada sadece bilgi ve o bilgileri sakince yorumlamaya çalışan farklı görüşlerden insanlar vardı.

 

Eskiden nadir de olsa tecrübe ettiğimiz fakat son yıllarda hayalini bile kuramadığımız bir diyalog ortamında İrlanda ve Filipinler’i konuştuk ama kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, Türkiyeli katılımcıların sorularıyla konu sıklıkla Türkiye’ye ve Kürt sorununa kaydı.

 

Her ülkenin kendi etnik sorunu biricik olsa da, çözüm sadedinde ülkelerin biribirlerinden öğrenecekleri şeyler de olmalıydı. İrlanda ve Filipinler, silahların teslim edildiği ve tarafların çatışmaya son verdikleri örnekler olarak Türkiye’nin ulaşmayı arzu ettiği bir aşamayı temsil ediyorlardı, o nedenle onların tecrübelerine kulak vermek özellikle önemliydi.

 

Toplantıda ortaya dökülen bütün bilgileri ve yorumları burada özetlemem mümkün değil, dolayısıyla mecburen bir filtre uygulayacağım ve onların bazılarını başlıklar halinde dikkatinize sunacağım.

 

Stratejik sabır

 

Konuşmacıların üzerinde en fazla durdukları, “olmazsa olmaz”lar listesinin en başına koydukları kavram işte buydu: Hiç bitmeyen, hiç bitmeyecek, ortalığın kapkaranlık olduğu anlarda bile “olsun, bu da geçer” duygusunu her zaman canlı tutacak bir sabır türü… Çatışma çözümleri literatüründe bu sabır türüne “stratejik sabır” deniyormuş. 

 

David Gorman, 2008 Ağustos’unda Filipinler’de yaşanan ve ancak “stratejik sabır” sahibi insanların baş edebileceği bir olay anlattı: Malezya’nın kolaylaştırıcı rolü oynadığı taraflar arasında o tarihte mükemmel denebilecek bir anlaşmaya varılmış… Katılımcılar imza töreni için başkente uçarlarken iki valinin başvurusunu değerlendiren Yüksek Mahkeme anlaşmayı askıya aldığını duyurmuş. Daha o gün çatışmalar yeniden başlamış; binlerce insanın öldürülmüş, 750 binden fazla insan yerinden edilmiş.

 

Fakat o gün bir şey daha olmuş: David Gorman ve ekibi karalar bağlamak yerine, öğleden sonra yeni bir ateşkes ve barış süreci için toplanıp çalışmaya başlamışlar.

 

Uluslararası nitelikli bir aracılar topluluğu

 

Toplantının ilk konuşmacısı David Gorman, taraflar arasında gidip gelen ya da onları buluşturan uluslararası nitelikli bir aracılar topluluğunun önemini o kadar çok vurguladı ki, aramızdan biri şu soruyu yöneltti kendisine:

 

“Tarif ettiğiniz türden bir üçüncü göz, çatışma çözümlerinin olmazsa olmaz bir unsuru mudur, yoksa onsuz da olabilir mi?” (Soru, muhatabına, Türkiye’deki son barış sürecinin “yabancı unsurları işin içine katmaksızın” sürdürüldüğü bilgisiyle birlikte sorulmuştu.)

 

David Gorman, tarafların bir araya gelemeyecek kadar uzak olmaları durumunda “aracılar topluluğu”nun gerekli olacağı kanaatindeydi. Fakat şunları da ekledi: Üçüncü gözler sadece kendilerinden isteneni yapmalıydılar ve kendilerine kendi kararlarıyla görevler vehmetmemeliydiler.

 

Toplantıya katılanların ilgisini en fazla bu üçüncü göz tartışması çekti. İrlandalı ve İngiliz konuşmacılar da üçüncü gözün önemine dikkat çektiler ve İrlanda sorununun ancak ABD’nin ve AB’nin katkılarından sonra çözüm yoluna girebildiğini hatırlattılar. Fakat bunu ille de hukukileştirmek ve resmileştirmek gerekmiyordu.

 

Bu çerçevede yine önemli bir nokta da, Halkın Demokrasi Partisi’nden (HDP) önemli bir siyasetçinin, önümüzdeki muhtemel süreçlerde hiç değilse verilmiş sözleri ve müzakereler sırasındaki ihlalleri not edecek bir üçüncü göz grubunu gerekli gördüklerini söylemesi oldu.

 

Güçlü bir hükümetin önemi

 

Toplantıda dile getirilen tavsiyelerin en dikkat çekicilerinden biri, görüşmeleri yürüten hükümetlerin gücüne dairdi. Konuşmacılardan birinin, “güçlü hükümet”in önemini anlatmak için baş vurduğu kıyaslama özellikle çok ilginçti: “Güçlü bir hükümet, anlaşmaya çok daha hevesli güçsüz bir hükümetten iyidir.”

 

Yeni aktör, sosyal medya

 

Konuşmacılardan David Gorman’a göre, sosyal medya kullanıcıları çatışma çözümlerinde olumlu ya da olumsuz roller oynamaya başladılar ve bu eğilim giderek gelişecek. Gorman, mesela 14 yaşında bir çocuğun kuracağı etkili bir cümlenin, bir yandan toplantıya katılan ve bir yandan da akıllı telefonundan sosyal medyayı izleyen müzakerecileri etkileme imkânının artık var olduğunu hatırlattı.

 

Tecrübelerden, bilhassa da hatalardan öğrenmek

 

Her üç konuşmacıya göre de, başka tecrübelerden öğrenmek derken her şeyden önce onların yaptıkları hatalardan öğrenmeyi anlamak gerekiyordu.

 

En sık yapılan ve ders çıkartılması en zor gelen hatalardan biri de, bazı siyasal-kültürel amaçlara ulaşmak için 30 yıl, 40 yıl boyunca savaşan silahlı grupların, herhangi bir anlaşmaya varmadan önce silahlarını bırakmaya zorlanmalarıydı… Oysa böyle bir şey mantıksız ve imkânsızdı ve zaten böyle bir örnek de yoktu. Bu hataya Kuzey İrlanda sorununda John Major hükümeti de düşmüştü; bunun bir hata olduğunu anlayan Tony Blair hükümeti daha sonra bu dayatmadan vazgeçmişti. Görüşmeler ilerleyince, bir aşamada Birlikçiler (İngiltere ile birleşme yanlısı ve IRA karşıtı Kuzey İrlandalılar) sembolik bir talepte bulundular ve sadece bir silahın ya da merminin “teslimini” istediler.

 

Sorun içinde sorun: Silah kullananlar

 

İrlanda ve Filipinler, silahların teslim edildiği ve tarafların çatışmaya son verdikleri iki örnek olarak, çatışma süreci boyunca silah kullanan isyancılarla ilgili soruları da akla getiriyordu. Aramızdan biri şöyle sordu:

 

“Barış sürecine inancın büyük bir toplumsal destek bulduğu, iyimserliğin zirvede olduğu bir anda biz şunu fark ettik: Hükümet, belki bu sürecin sonunda Kürtleri siyasal ve kültürel anlamda tatmin edecek bir dizi reformu yürürlüğe koysa da, o siyasi ve kültürel talepleri silahla “taşımış” olan kişilerle ilgili tasarrufu nedeniyle süreç nihai noktasına varmadan tıkanabilirdi. Çünkü iyimserliğin zirvede olduğu o anda bile bu meseleyle ilgili olarak hükümetten gelen en yumuşak tavır, onların üçüncü bir ülkeye gönderileceklerine dair beyanlardı. Başbakan yardımcılarından biri ise bu “sorun”u dile getiren gazetecilere ‘Defolup gitsinler, nereye gidirlerse gitsinler’ deyip çıkmıştı işin içinden…”

 

Bu sorunun muhatabı Dermot Ahern, böyle bir tavırla Kuzey İrlanda’da karşılaşılsaydı 1998’deki Hayırlı Cuma anlaşmasının gerçekleşemeyeceğini, “Defolsunlar” gibi bir tavrın gerçekçi bir tavır sayılamayacağını söyledi. Orada tam tersi yapılmış, cezaevindeki tutuklu IRA üyeleri ve ve onlara yardım-yataklık edenler serbest bırakılmıştı.

- Advertisment -