Cumhuriyet tarihi Türklerin Kürtlere, Sünnilerin Alevilere, bütün Müslümanların Müslüman olmayan azınlıklara "kötü" davranma tarihidir. Bunun konuşulması da sürekli ertelenmiş, hepsi 2000'li yıllara kalmıştır. Bunlar konuşulurken de halen bol miktarda "ama" ile konuşulmaktadır.
Biz "ama"sız konuşamadık, barış sürecini tamamlayamadık, son Kürt isyanı da "öz yönetim" ilanı aşamasını yoğun terörle birlikte yürürlüğe soktu.
"Öz yönetim" bağımsızlık demek değil, hatta yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden çok farklı bir kavram da değil. Tabii bunu ilan edenlerin kafasındaki içeriği bilmiyoruz, ama en azından bu tespitleri yapabiliriz.
Cevabını bilmediğimiz soru ise capcanlı ortada duruyor: Kürtler Türklerden, Türkiye'den ayrılmak istiyor mu?
Bunun basit cevabı "isteyen de vardır, istemeyen de vardır". Zor cevabı ise Kürt siyasetinin yakın hedefinde bir ayrılma programı olup olmadığıdır.
Yakın hedef diyoruz, çünkü on beş yirmi yıl sonraki koşulları bilmemiz mümkün değil. O günlerin koşullarında bu kavramlar tamamen unutulmuş da olabilir, başka gelişmeler de olabilir.
Kürt siyaseti şu ana kadar gündeminde "ayrılma" olmadığını çeşitli şekillerde ifade etti. Abdullah Öcalan da ifade etti. Gündemi hep demokrasi olarak koydu, ama en tepedeki kelime demokrasi olmasına rağmen demokratik olmayan yöntemleri de terk etmedi.
Bu yöntemler, son varılan noktada Kürt siyasetinin çeşitli unsurlarını da fazlasıyla rahatsız eder hale gelmiştir. Buradan da Kürt siyasetinde bir "bölünme" işareti görenler vardır.
Kürt siyaseti ve HDP'ye oy veren Kürt çoğunluğunun şu andaki gündeminde "ayrılma"nın bulunduğunu söylemek oldukça zordur. HDP'ye oy veren Kürtlerin gündeminin demokrasi ve "huzur" olduğu tespitinden yola çıktığımız zaman da makul yol haritalarına ulaşmak çok daha kolay olacaktır.
"Kürtler ayrılmak istiyor mu? sorusunun cevabını evet diye bulsak da hayır diye bulsak da yni yol haritası oluşturmak zorundayız. Zorundayız derken, zorunda olan siyaset kurumudur ve bu harita üzerine düşünürken bütün "ama"ları silmek zorundadır.