Anayasa referandumu oylamasını selâmetle geride bıraktık. Sonuç büyük bir sürpriz olmadı, çünkü anketlerde “evet” ve “hayır” oyları arasında çok büyük bir fark gözükmüyordu. Oy oranlarını bir “Pirus zaferi” şeklinde değerlendirmek ne kadar doğru bilemiyorum; ancak eğer “evet” ve “hayır” oyları arasındaki fark çok ciddi olsaydı, sanırım ülke çapındaki kutuplaşmayı derinleştirir ve bu durum demokrasiye daha çok zarar verebilirdi. Çünkü bizim demokrasi kültürümüzde, çoğulculuktan ziyade çoğunlukçu öğe ağır basmaktadır. Yani güçlü olanın her bir şeye egemen olma anlayışı. Oysa önemli olan, farklılığa da yaşam olanağı tanıyan çoğulcu bir zihniyete sahip olmaktır. Diğer bir deyimle, azınlıkta olan ve farklı olana tahammül, demokrat olmanın en önemli ölçütüdür.
Eğer referandumda “evet” veya “hayır” cephesinden biri, çok açık bir arayla galibiyet elde etmiş olsaydı, diğer tarafı görmezlikten gelebilir, hassasiyetlerini dikkate almayabilirdi. Ancak bu sonuç, galip tarafın alınacak her kararda çok yönlü düşünmesine yol açacaktır.
Kürtler sağduyulu davrandı
Daha ilk günden itibaren, Kürt halkının vereceği kararın bu referandumda sonuç açısından belirleyici olacağını dile getirdik. Nitekim öyle oldu. Kürtler sağduyulu bir tavırla, bu tarihsel dönemeçte yeni Türkiye’nin nasıl bir yol alması gerektiğini bir kez daha ortaya koydular. Kritik bir seçimde ve kritik bir dönemde, Kürt halkı bir kez daha Türkiye demokrasisi açısından emniyet süpabı rolünü oynadı. Kimi Kemalistlerin “evet’in mimarı Kürtler” diye yazması sıradan bir değerlendirme değildir. Doğrusu “hayır” cephesi, daha ilk günden itibaren AK Parti-MHP işbirliğini, Kürtlerin seçimde “hayır” demesinin en temel gerekçesi olarak işledi. Bu eksende yürütülen propagandanın etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak Kürtler, anayasa referandumu paketinin zorunlu olarak bir partinin desteğiyle Meclisten geçmesi gerektiğinin de bilincindeydiler.
Eğer HDP, neo-Kemalist çizgide ısrar etmeyip, Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri ekseninde bir politika geliştirebilmiş olsaydı, anayasa referandumu paketi pekâlâ AK Parti-HDP ittifakıyla da Meclisten geçebilirdi. Özellikle 7 Haziran 2015’ten bu yana HDP’de yaşanan eksen kayması, böyle bir ittifakı imkânsız kıldı. Çünkü HDP bu süreçten sonra Kürt meselesinin çözümünü ikinci plana itip, tüm gücü ve imkânlarıyla AK Partiyi zayıflatma ve iktidardan düşürme politikasını esas aldı. Kemalist üst akıl, HDP’de egemen ve karar alıcı bir konuma çıkınca, Kürt meselesi geride kaldı.
AK Parti, seçim sürecinde milliyetçi bir söylemi esas aldı
Sözün özü, Kürtler AK Parti-MHP ittifakının hangi zorunluluktan kaynakladığını biliyordu. Ancak AK Parti’nin seçim süreci boyunca oldukça milliyetçi bir söylem benimsemesi de Kürtlerin dikkatinden kaçmadı. Halbuki AK Parti, paket Meclisten çıktıktan sonra muhafazakâr-demokrat bir çizgide kalsaydı ve biraz da Kürtlerin gönlünü okşayan birkaç şey söyleyebilseydi, MHP’nin desteği olmaksızın da, daha yüksek bir sonuç elde edebilirdi. Çünkü oy dağılımına baktığımızda, MHP’nin kaleleri olarak bilinen Manisa, Balıkesir, Adana, Mersin, Denizli, Iğdır ve Ardahan gibi yerlerde, MHP’li seçmenin ağırlıklı olarak “evet” demediği anlaşılmaktadır. Şüphesiz tüm “evet” oylarının AK Parti’den geldiği, ya da bütün AK Partililerin “evet” dediği de doğru değildir.
Kanımca AK Parti içinden de en az iki kesim referandumda “evet” diyemedi. Bunlar başkanlığa karşı olanlar ve küskünlerdi. Tabii bu iki kesim arasında sıkışıp kalmış; açıkça “hayır” demese de “evet” için gayretli bir çaba yürütmemiş bir kesim de vardı. Kuşkusuz bu durum sadece AK Parti’ye özgü değildi; diğer partilerden de benzer bir tutum içinde olanlar vardı. HDP içindeki “Kürdi” kesimin her şeye rağmen başkanlık sisteminden yana tavır takınmış olması bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Artık iktidarı muktedir yapan bir sistemimiz olacak
Hükümet sisteminin değişimi son derece önemlidir; Türkiye demokrasi tarihinin en önemli gelişmelerinden biridir. Çünkü yeni hükümet sistemi, ilk kez tam anlamıyla iktidarı muktedir yaparken, sorunların çözümünü de kolaylaştırmaktadır. Asıl şimdi Türkiye, Kürt meselesini çözme ve diğer önemli sorunlarıyla baş etme ehliyetini elde etmiş oldu.
Yeni hükümet sisteminin 2019’da hayata geçirileceği söylendi; bana kalırsa bu süreci fazla uzatmadan bir an önce başlatmak gerekir. Seçimler erkene alınamıyorsa dahi, gerekli yasal düzenlemelere derhal başlanmalıdır. Örneğin seçim sistemi ve siyasi partiler kanunu vakit kaybetmeden yeniden düzenlenmelidir. Kürt meselesinde reformlar hızla hayata geçirilmeli, şiddet ikliminden bir an önce çıkılmalıdır. Kürt sorunu, eski sistemin devamında ısrar eden unsurların istismarına terk edilmemelidir. Özellikle bu noktanın çok, ama çok önemli olduğunu vurgulamak durumundayım. Kaldı ki, Kürt meselesinde gerekli demokratik adımlar atıldığında, Ortadoğu ve AB ile ilişkiler de rayına girer.
AB’nin Kopenhag Kriterleri, ileri bir demokrasi ve medeni bir yaşamın güvencesi olarak görülmeli, AB’ye girme hedefi ortadan kalksa bile, bu kriterler birbirimizi boğazlamadan, farklılıklarımızı bir zenginlik olarak kabullenip medeni bir şekilde bir arada yaşamamızın güvencesini teşkil etmektedir. Yarın AB dağılsa bile, insanlık için geride bırakacağı en önemli miras, insan haklarına yönelik antlaşma ve sözleşmeleri olacaktır.
Umarım yeni hükümet sistemi hepimiz için hayırlı ve uğurlu olur.