AK Parti’nin sandıktan çıkan Pirus zaferi tek başına iktidar olasılığını ortadan kaldırdığı ve bir koalisyon hükümeti kurulmasını zorunlu hale getirdiği için topluma da yansımış olan siyasi arenadaki kutuplaşmanın aşılması önem taşıyor. Seçimler öncesinde AK Parti yanlılığı ya da karşıtlığı temelinde oluşan bu kutuplaşmanın devamı istenmiyorsa doğal olarak.
Sonuçların açıklanmasının ardından AK Parti karşıtlığı üzerinden kampanya yürütmüş olan siyasi partilerden, özünde birbirlerinden çok farklı oldukları halde, zafer çığlıkları geldi. Bu konuda başı çeken ana muhalefetin sözcülerinden Sayın Haluk Koç, 7 Haziran gecesi yaptığı açıklamada, “AK Parti iktidarının sona erdiğini” söylemekle yetinmedi. Koç ayrıca Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun “hükümeti kurabilecek en önemli siyasi aktör haline geldiği” gibi, seçimde oy ve sandalye kaybetmiş ve AK Parti’den 16 puan fark yemiş bir siyasi parti için tuhaf kaçan bir cümle de kurdu. Oysa adı zaman, zaman CHP Genel Başkan adayları arasında geçen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, ertesi gün, partinin aldığı oyları haklı olarak “hezimet” olarak nitelendirecek ve seçimli kurultay çağrısı yapacaktı.
CHP ve Meclis’te temsil edilen diğer iki muhalefet partisi, AK Parti’nin tek başına iktidarını engellemeyi birlikte başardılar kuşkusuz ama bu başarının seçmenin hükümet kurma görevini onlara verdiği şeklinde yorumlanması ne doğal, ne de demokratik. Üç muhalefet partisini bazı formüllerle hükümet yapma girişimi bu partilerin iktidar susuzluklarını gidermekle sınırlı masumane bir girişim gibi de durmuyor ayrıca. “AKP ’siz hükümet” formülünü savunanlar arasında Gürbüz Altınlı’nın “Aklıselime çağrı” başlıklı yazısında vurguladığı gibi,“ seçim sonuçlarını Erdoğan’ı tamamen tasfiye etme oyununa çevirmek isteyenler” var. Bu öncelikle hukuken mümkün değil çünkü Erdoğan anayasa uyarınca seçilmiş bir Cumhurbaşkanı. Genel seçim sonuçları başkanlık sistemi projesinin onaylanmadığı şeklinde yorumlanabilir belki ama meşruiyetinin tartışılması anlamına gelmez elbette.
Özaltınlı ayrıca haklı olarak, “AKP’nin hükümet kurmasını engellemenin coşkusuyla işlerin yoluna gireceğinden emin olanlara, sükûnetle normalleşmeyi aramak yerine kelle avcılığına kendilerini kaptıranlara hatırlatmak isterim: Bu yol yol değildir. Bu plandan demokrasi ya da çok şikâyet edilen gerginliğin aşılması sonucu çıkmaz” diyor. AKP ’siz hükümet formülü öncelikle toplumsal ve siyasi kutuplaşma ortamının devamı anlamına geliyor. Kutuplaşma ise görüldüğü gibi siyasi arenada cepheleşme sarmalını anlamsızca sürdürme riskini içeriyor.
Birinci partiyi, hem de yüzde 41 gibi Avrupa’da sandık zaferi olarak nitelenebilecek eşiğin üzerinde bir oy oranına sahip ve salt çoğunluğa ulaşmak için sadece 18 sandalyeye ihtiyaç duyan bir siyasi partiyi koalisyon dışında bırakmak demokratik teamüllere uygun değil. Bu söylediğimi Avrupa’nın demokratik ülkelerinden biri, İspanya üzerinden örneklendirmeye çalışacağım.
İspanya’da 1993 seçimlerinden Sosyalist İşçi Partisi PSOE yüzde 38,8 oyla birinci parti çıktı ve 350 üyeli Temsilciler Meclisi’nde 159 sandalye kazandı. Salt çoğunluk için 16 sandalyeye daha ihtiyacı vardı. İkinci sırada gelen Halkçı Parti PP’nin oyu ise sadece yüzde 4 oy eksiği ile yüzde 34,8, kazandığı sandalye ise 141 idi. PP seçimleri kaybettiğinin bilinciyle hareket etti ve iktidarı PSOE’ye bıraktı. 17 milletvekili olan Katalan milliyetçi CİU da PSOE’ye dışarıdan destek vererek sosyalist hükümetin kurulmasını sağladı.
1996 erken seçimlerinde tablo biraz değişti. Bu kez PP yüzde 38,8 ile 156 milletvekili çıkardı. PSOE sadece 2,1 puan farkla yüzde 37.7 oyla 141 sandalye elde etti. Bu kez yazılı olmayan demokratik teamül gereği 16 üyeli aynı CİU ve diğer küçük partiler destek vererek hükümeti birinci parti olan PP’nin kurmasını sağladı.
İspanya’da 2004 genel seçimlerinden bir kez daha koalisyon çıktı. PSOE yüzde 42,6 oyla birinci parti oldu ama 164 sandalye ile salt çoğunluğun altında kaldı. PP bu defa yüzde 37,7 oyla 141 milletvekili çıkarabildi. Yine demokratik teamül uyarınca hükümeti sosyalistler kurdu ve hiç kimse birinci partiyi devre dışı bırakacak koalisyon formülleri geliştirmedi.
Ama ne yazıl ki Türkiye’de 7 Haziran seçimlerinden sonra en yakın rakibine yaklaşık 16 puan fark atan AK Parti’yi koalisyon dışında bırakan formüller geliştiren siyasi parti sözcüleri, yazar ve düşünürler var. CHP, MHP ve HDP’yi birlikte ya da dışarıdan destek formülleriyle bir araya getirme formüllerini bu çerçevede değerlendiriyorum. Bu formüllerin önüne şimdilik MHP’nin set çektiği görülüyor. Siyasi muhafazakârlığı zaman, zaman anti-demokratik tutum almasına yol açtığı için eleştirilen MHP’yi bu defa bu ilkeli ve demokratik duruşundan ötürü kutlamak gerekir. Keşke tüm siyasi partilerimiz benzeri bir demokratik olgunluğa erişebilse.
AK Parti’nin bu seçimlerden açık ara farkla birinci parti çıktığı dikkate alınırsa hükümeti kurma görevi de bu partiye düşüyor. Başbakan Davutoğlu’nun her türlü koalisyona açık demokratik duruşu da, toplumumuzu gereksiz yere bölen, arkadaşlar arasında, hatta aileler içinde bile tatsızlıklara yol açan aşırı kutuplaşmayı giderecek ılımlı bir tutum. Diğer siyasi partilerimizin de seçim sonuçlarını aritmetik değil demokratik bir çoğunluk oluşturacak şekilde değerlendirerek bu demokratik olgunluk eşiğini aşmaları Türkiye demokrasisi için önemli bir kazanım olacak kuşkusuz.