Ana SayfaYazarlarLaik sol-liberal cemaatin İslâmî kesimle imtihanı

Laik sol-liberal cemaatin İslâmî kesimle imtihanı

İsmail Yaprak

 

Halil Berktay’ın yazısını okuyunca “tam da yazmayı istediğim konu” diye geçirdim içimden. Özellikle seçimden sonra aşağı yukarı herkesin aynı konuyu düşünmeye başlaması şaşırtıcı değil. Mesele, Türkiye’nin laik sol-liberal çevresinin Türkiyeli muhafazakâr/ dindar/ İslâmî kesimi anlamakta neden — hâlâ — bu kadar başarısız olduğudur. Koray Çalışkan’ın Samanyolu TV’de, seçimden hemen önce canlı yayında ettiği o lâfları izlerken insan böyle şeyleri düşünmeden edemiyor. Haziran seçimlerinden sonra CHP-MHP-HDP koalisyonu olsun diye dualar ederken, yine bir programda “MHP ile HDP’nin düşman kardeşler olduğunu söyleyenler yanılıyor, düşman değil, kardeşler” demişti. O yorumla bu yorumu birleştirince, Koray Çalışkan’ın zihnî dünyasını anlamak basitleşiyor: o, kendi olmasını istediği şeyleri gerçek sanan biri. “AKP yüzde 40 bile alamayacak” dediğinde, bunun bir tahminden ziyade bir temenni olduğunu söylemiyor. “Keşke yüzde 40 alsa” diyebilse hiç sorun yok; ama kendisi bir akademik, bir ‘”bilim adamı,” bu işi öğrencilere öğreten bir hoca olduğu için, bu basit temenniyi millete ‘araştırma’ diye ahlaksızca yutturmanın peşine düşüyor. Dolayısıyla Koray Çalışkan ve onun gibilerin sorunu objektiflik veya kendine mesafe alma değil; bir durumun gerçekliğini araştırmak, soruşturmak ve sorgulamak hiç değil. Onlar olayı araştırmadan da bildiklerini sanıyorlar. Neden? Çünkü öyle istiyorlar. Size komik gelebilir, ama durum bu.

 

Hadi Koray Çalışkan gibileri geçelim. Bir de ülkede nelerin döndüğünü anlamaya, bilmeye çalışan laikler var. Onlar da elbette — diyelim — AKP’nin yüzde 40’ın altında kalmasını, iktidardan düşmesini ve yok olmasını arzuluyorlar; ama bunun bir istek olduğunun da farkındalar. Kendi arzuları ile gerçekliği ayırabilecek durumdalar. O yüzden de İslâmî kesimin ne durumda olduğunu, oylarını kime vereceklerini, AKP’ye karşı ne hissettiklerini bilmek istiyorlar. AKP yüzde 9 oy kaybedince dindarların akıllandığını, gerçekleri gördüğünü düşünüp, seviniyorlar. Hatırlayın, Haziran seçiminden sonra anti-AKP cephesi nasıl da mutlu, nasıl da huzurluydu. Halkın “bu gidişe dur dediğini” yazdılar. Sonra aynı “bu gidişe dur diyen sağduyulu halk” AKP’yi tekrar yüzde 50’ye çıkarınca iş yine değişti. Halkın, borsa gibi belirli aralıklarla cahil ve sağduyulu olduğu bir ülke burası. Halkı koyun sürüsünden zebralığa terfi ettirenler de cabası.  

 

Peki, gerçekten dindarların dünyasını nasıl anlayabilirler? Onları cidden anlamaya çalışıp da başaramayanlardan bahsediyorum. Bunun başarılamamasının en büyük nedeni, laiklerin dindarlarla ilişkilerinin yok denecek kadar az olması. Bir kere, dindarların anlaşılacak bir durumlarının olmadığında hemen hepsi hem fikir. Ekşi Sözlük’te şöyle bir tarama yapın, hemen anlayacaksınız. Dindarlar anlamak için üzerine araştırma yapılacak, düşünülecek bir kesim değil. Onların ne olduğu, ne düşündüğü, neyi temsil ettiği zaten biliniyor. Sonuç olarak biraz dar kafalı, ataerkil, namaz kılan, oruç tutan, elâlemin içkisine, gençlerin öpüşmesine/sevişmesine takan, dünyada nelerin döndüğünden habersiz, sanatla ilgilenmeyen, cahil insanlar bunlar. Şimdi böyle bir güruhun ne düşündüğünü onlara sormadan bilmek çok basit. Dolayısıyla laik bir aydının Türkiye’de yaşayan dindarlar hakkındaki fikrinde, aradan elli yıl da geçse bir değişiklik olmaz. Taş sekmez. Milim oynamaz. Çünkü o, kategorik olarak neyin ne olduğunu biliyordur. İşte bu, bir çıkışsızlık hali maalesef.

 

İşin garip tarafı, gerçekten neler döndüğünü anlamak isteyen laikler ne yapmalılar? Ne yaparlarsa bu insanları anlarlar? AKP mitinginde “hüloo” diye bağıran teyzeyi gördüklerinde “tamam anladım” demek yeter mi mesela? O “hüloo” diyen kadının gerçekten ne düşündüğünü biliyor muyuz? Yoksa içimizden hemen onu aşağılamaya mı geçiyoruz? Yani laikler için hemen her şey tuzaklarla, afyonlarla dolu. Laiklerin dindarlarla diyalog kurması gerektiği söylenir yıllardır. Onların okudukları kitaplardan halkı anlayamayacağı söylenir. “Halkın arasına karışmalılar” denir. İyi hoş da, nasıl yapsın bunu bir laik? Eyüp’e gidip kapı kapı dolaşıp millete anket mi uygulasın? Laik cemaate ait birisi, bir mühendis, ne yapsın da anlasın bu halkı? İş sahasında oturup çalışan işçilere bir saat süren bir “siz kimsiniz?” konferansı mı dinletsin? Bir laikin dindarlarla olan ilişkisi nasıldır? Öyle olunca Murat Yetkin ancak evinin yakınındaki manavdan bahsedebiliyor; ne yapsın? Bu insanların tek “bire bir” ilişkileri kapıcılar, hizmetçiler, manavlar, bakkallar, taksiciler oluyor haliyle. Gerçekten, bir bağ nasıl oluşturulur? Öylesine büyük bir cemaatler yarılması var ki Türkiye’de, geçişkenlik, biraradalık mümkün olamıyor. Bazı iş yerlerinde laiklerle dindarlar aynı ofislerde karşı karşıya geliyorlar belki, ama herkes kendi cemaatine mensup insanları bulup yine kendisini ötekinden soyutluyor. Şimdi hafta sonu rock konserine giden, evinde Kieslowski izleyen, Boğaz’da arkadaşlarıyla rakı balık yapan bir laik, Cuma namazına giden, alkol kullanmayan bir dindarla nasıl vakit geçirsin? Vakit geçiremeyince onu nasıl anlasın? Üstelik onun bizzat alkol kullanmamasını “gerici” bulurken?

 

Ama işte Etyen Mahçupyan bunu yapmayı başarmış biri. Laik bir gayrimüslim olmasına rağmen bu ülkede dindarlarla böyle bir ilişki kurmayı başarmış nadir insanlardan kendisi. Zamanında Bülent Somay bu durumu “kendi tarafındaki doğal müttefiklerini sıkıcı, eğlencesiz, kaba saba, kültürsüz buluyor; yani “bizim” taraftakilerle, ama kendi liberal ideolojisi içinde buluşmak istiyor” diye özetlemişti. Kendi fikirlerini Mahçupyan’ın üzerinden söyleyen, Mahçupyan’ın dindarlarla olan ilişkisini ancak böyle okuyabilen bir çaresizlik hali… Aslında bu da bir çeşit oryantalizm: İslami kesimi anladığını sanıp onu kafanda kendi zihniyetinle yaratmak. Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan her lâfı Türkiye’deki her dindarın kendi fikriymiş gibi sanma hali. Türkiye’yi twitter ile anladığını düşünmek. Bir taksi şoförü üzerinden sosyolojik Türkiye analizi yapmak.

 

Belki dalga geçtiğim düşünülecek ama, laik sol-liberal cemaat Türkiye’de nelerin döndüğünü sorabileceği otuz kırk kişilik bir dindar arkadaş grubu oluştursun; emin olun çok şey değişir. Başkanlık sistemi mi tartışılıyor, bir telefon mesajıyla bunu sorabileceği otuz muhafazakâr kişiyle, hele böylesine dijital bir çağda, iletişime geçebilsin; inanın çok büyük bir kabuk kırılır. Şimdi herkes facebook ve twitter’da kendinden olmayanı hemen bloklama peşinde. Oysa bu tip sosyal platformlar ötekini görmek ve onunla iletişime geçmek için kullanılsa müthiş olmaz mı? Sonuçta facebook’tan herhangi bir dindar gençle illâ arkadaş olmak şart değil. Ama iletişim ağlarını sadece kendi cemaatinden insanlarla doldurmanın, işin aslı, yarardan çok zararı var. O zaman da herkes kendi uydurduğu ve görmek istediği şeyi gerçek sanmaya başlıyor. Mesele ötekilerin ne düşündüğü… Fatih’te bir kahveye gidip nabız yoklamaktan daha pratik bir yöntem.   

 

- Advertisment -