Türkiye’de bitmeyen tartışma: Laiklik.
Ben yazmaktan bıktım millet tartışmaktan bıkmadı. İnalcık’ın dediği gibi okumuyoruz. Şifahi gidiyoruz. Haydi şifahiye de razıyım. Ama bizdeki herkesin biraz düşünüp, düşüncesinin bir aşamasında -çoğunlukla da başında bir durak- tamam buldum deyip orada karar kılma hali. “Gerçek, ulaştığım bu aşamadakidir” diyor. Biraz daha derinleşse yanlış ve/ya eksik olduğunu görecek de kim uğraşacak? Sosyal medya sahanlıkları bekliyor, boy göstermek için, değil mi?
İki kavram var: Laiklik ve seküliyerlik.
Konunun anlaşılmasını ve vazedilmesini kolaylaştıracağını düşündüğüm için iç içe geçmiş bu iki kavramı birlikte ele alıp inceleyeceğim.
Önce seküliyerlik kavramı.
Her şeyden evvel telaffuzla ilgili şunu açıklayayım: Niçin sekülerlik yerine ısrarla seküliyerlik diyorum? Fransızca’da seküler (séculaire) “asırlık, yüzyılda bir olan” demektir. Seküliyer (séculière) (tam okunuşu ile sekülier) ise “dinden bağımsız, dünyevi” anlamına gelir. Bu yüzden Türkçede kullanıldığı şekliyle seküler telaffuzu hatalıdır. Telaffuz bilmeyen biri uydurmuş, diğerleri de peşinden gitmiş. Her zaman olduğu gibi. Telaffuzda eğer Fransızca tercih edilecekse ya seküliyerleşme denmeli ya da sekularlaşma (sécularisation). Eğer İngilizce tercih edilecekse sekyılır(laşma) (secular(ism)) diye telaffuz edilmelidir. İsterseniz gelin Türkçe dünyevileşme kelimesini tercih edelim.[1] Müslümanlar ehl-i dünya derler böyle tiplere. Kendileri sanki çok ehl-i ukba!
Şimdi seküliyerlik kavramını kökenine inelim.
Bu kavramın kökünde bu çağ, asır anlamına gelen Latince saeculum bulunur. Daha sonra saeculum Hristiyanlıkta dünya anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Çünkü bu kavram zaman ile ilintili olarak şimdi ve halihazırı gösterirken mekânla irtibatlı olarak da bu dünya ve dünyevi oluşu işaret eder. Mezhep savaşları olan Otuz Yıl Savaşlarını (1618-1648) sona erdiren Westphalia Barış Antlaşması’ndaysa bu kavram “kilise mallarının kamulaştırılması” anlamında bir hukuk terimi olarak kullanılmıştır.[2] Daha sonra Fransızcadaki séculier kavramı ruhani otoriteden ayrı olarak dünyevi otoriteyle ilişkili olarak kullanılmaya başlanır. Seküliyer kavramı ile ilintili kelimelerin sözlüklere girmesiyse ilkin sözlükçü Samuel Johnson’ın (1709-1784) 1755’te yayımlanmış A Dictionary of the English Language’ıyla olur. Bu sözlükte secularity, secularize ve secularization kelimeleri geçer. Bu kelimelerin hepsi dinin dünyadan uzaklaştırılması anlamına gelen türev kelimelerdir. Secularism kelimesi ise ilk kez büyük İngiliz secularist George Jacob Holyoake (1817-1906) tarafından 1851’de kullanılır.[3]
Kısaca seküliyerlik en genel anlamı itibariyle toplumsal müesseseler içinde veya etrafında görünür olan faaliyetlerin kutsiyetten arındırılması (désacralisation), dünyevileşmesi ve bireylerin dinden ve dini yorumlardan faydalanmaksızın dünyayı ve kendi yaşamlarını bizzat (artık ne kadar olursa) yönlendirmeleri ve anlamlandırmaları manalarına gelir.[4] Osmanlıcada “hürmetsizlik etme” diye çevriliyor, tabi ki mukaddesata. Güzel çevirmişler. Bir de démystification kavramı var. Gizemden, aldatmacadan, desiseden, esrardan arındırma. Esrar ot değil, sırların çoğulu. Aslında bilimsel şüphecilik demek. Yani sahtekarlığı, iğfalatı ortaya çıkarmak.
Seküliyerliğin Hristiyanlık ilahiyatında taşıdığı özel anlam ise şöyledir:
Katoliklikte insanlar dinen ikiye ayrılırlar:[5]
-Birinci kısma klerikos/clericatus denir. Bunlar din adamlarıdırlar ve ruhban sınıfını oluştururlar. Bu sınıf kendi içinde bir kez daha clerus regularis ve clerus saecularis olarak ikiye ayrılır. Regularis ruhban, hani Trabzon Sümela’daki gibi manastırlarda kurallara sıkı sıkıya bağlı, münzevi ve asrın gereklerinden uzak (asri olmayan bir) hayat süren zahitlerdir. Saecularis (séculier) ruhban ise papaz, piskopos gibi halkla birlikte asrın gereklerine yakın yaşayan ayin yürütücülerdir.
-İkinci kısma laic/laos/laikos denir. Yani zahit veya papaz olmayan sade Hristiyanlar. Kısaca “halk, avam”. Kiliseye mensup olmadığı için herhangi bir dini ayin yürütmeye yetkili olmayan kişilere de İngilizce’de lay-man denir (layman aynı zamanda meslek erbabı olmayan demektir). Yani din mesleğinden olmayanlar. Musevilik ve İslam’da olmayan iki tiptir bunlar: ruhban ve laik. Çünkü her Musevi veya her Müslüman (namazda imamlık etmek, kurban kesmek, nikâh kıymak gibi) herhangi bir dinî ayini yürütmek için bir yere bağlı olmak veya bir yerden izin almak zorunda değildir. Museviler bu kuralı biraz bozdular. İlla Rabbi olmak lazım diyenler var. İslamdaki avam, havas ayrımı ameli değil daha çok ilmidir.
Batı’da -dini/ruhani bir yetki ve mahiyet taşımayan kişiler manasında kullanılan- laik kelimesinin anlamı daha sonra genişletilerek fikir, kurum, ilke, hukuk ve hatta binalara kadar teşmil edilmiştir. “Laik fikir, laik bina” gibi. Evet yanlış duymadınız, laik binalar var. Laik hukuk denince de mesela, dinî olmayan, esaslarını dinden almayan hukuk anlaşılır. Bu kuramsal olarak olanaklı görünse de uygulamada pek mümkün değildir. Çünkü yazılı olmayan örf, adet, gelenek ve teamüller hukuk kaynaklarından olduğu için bu kanallarla “laik” hukuka dahi dini değer ve kuralların sızması, nüfuz etmesi her zaman ve zeminde kaçınılmazdır.[6]
Tasnife dönecek olursak, ister dindar olsunlar ister olmasınlar dünyalıların, yani cemaatin işleriyle meşgul olan ruhban anlamına gelen saecularis kelimesinin Hristiyanların yoğunluklu yaşadığı ülkelerde mana bakımından daha sonra değişime uğradığını ve uhrevilikle ilgilisini tamamen koparıp sadece dünyevi her şey anlamı taşımaya başladığını gözlemliyoruz. Bu dünyevi her şey arasında yemek, içmek, yıkanmak, tuvalete girmek, ev temizlemek, cinsel münasebette bulunmak da vardır. Dinle, diyanetle “ilgisiz” işler kümesini genişletmek mümkün. Bunlar Hristiyanlıkta dünyevi (séculière) faaliyetler olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bunların dışında mesela tapınağa veya mezarlığa gitmek, vaftiz ve nikâh muameleleri gibi işlerse Hristiyanlığa göre uhrevi eylemler arasında kalmıştır. Bu dinin Ortodoksu var, Katoliği var, Protestanı var, Gregoryeni var bin tane ayrı mezhebi (religion) var. Hepsi için örneğin, yıkanmak dünyevidir demek de doğru değil. Mezhebe göre hatta kişiye göre bu uhrevi kabul edilebilir. Ama genelleme yapınca mecburen çok merak uyandırabilecek örnekleri ve kabulleri kırpmak zorunda kalıyorum. Lakin şunu söylemek mümkün ki her geçen gün eskiden uhrevi kabul ettikleri bir çok faaliyeti ve anı artık dünyevi kabul edenlerin sayısı artmaktadır. Bu artış da yaptığım genellemeyi doğruya biraz daha yaklaştırmaktadır. Örneğin eskiden cinsel münasebeti uhrevi görenlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Bu gözlem her din mensubu için geçerli tabi.
Musevilikte ve İslam’da fiil ve hareketler için acaba böyle bir ayrım yapmak mümkün mü? Kuramsal olarak soruyorum tabi. Uygulamada, kişisel görüşlere göre bu ayrım mümkün olabilir. Zaten herkes artık her şeyi söylüyor! Hava da bana göreler uçuşuyor. Tamam da yukarıda yönelttiğim soruya cevap verirken Hristiyanlıkta dünyevi fiil ve hareketlere taalluk eden İslam’daki ve Musevilikteki şu emirleri ne yapacağız? Kuramsal olarak konuşuyoruz. İsteyen istediğine inanır. Tekrar hatırlatayım istedim.
-(Kuran’da olmasa bile İslamiyet’te, İslam demiyorum dikkat edin İslamiyet diyorum!) Yemeğini sağ elle ye !
-(Musevilikte) Etliyle sütlüyü karıştırmadan ye !
-(İslam’da) Tuvalete sol ayakla gir, sol elle taharet yap, sağ ayakla çık ! Evini şartlayarak temizle !
-(Musevilikte) Cinsel ilişkiden önce, (İslam’da) sonra gusül abdesti al !
-(Musevilikte) Cinsel ilişki esnasında bedenler çıplak olarak birbirine temas ederek nefis haddinden fazla zevk almasın diye eşinle aranıza kalınca bir örtü koy !
-(İslam’da) Cinsel ilişki esnasında üstüne örtü al !
-(İslam’da) Cuma saati (Musevilikte) Cumartesi çalışma!
Bu cetvel uzatılabilir; ancak gerek olduğunu sanmıyorum. Kısaca Hristiyanlıkta dünyevi kabul edilen daha binlerce hareket ve fiil Musevilik ve İslam’da dünyevi/uhrevi ayrıma tabi tutulmadan yerine getirilsin istenir. Bir ara sahaya çıkan mütedeyyin Müslüman sporcuların diz altı şort giydiğini hatırlıyorum. Unutuldu gitti tabi. “Kuran her şeye karışmıyor” diyenler olabilir. Tamam ama karıştıkları, müdahale etmek istedikleri bugün bir çok insan için dünyevi alanlar. Yenilebilecek, yenilemeyecek etler, evlenilecek kadınlar, giyim kuşam. Daha bir çok alanda söz sahibi olmak istiyor, Kuran.
Hulasa kuramsal olarak bir Musevi veya bir Müslüman’ın dünyadaki her anı, her fiili ve her hareketi din (din diyorum, dinin kurucu yazılı/sözlü metinleri arasında kitap ve gelenek var!) tarafından kurallara bağlanarak uhrevi kılınmıştır.[7] Bunun yanında Musevilikte ve İslam’da fiile dökülmeseler bile kin, haset gibi bazı düşünceler, hisler ve eğilimler bile günah addedilir. Yani düşüncelere bile karışır, müdahale etmek ister, bu iki din. Hristiyan mezhepleri arasında da karışanlar var tabi, düşüncelere. Ehl-i dünya için ne kadar bunaltıcı müdahaleler bunlar. Ehl-i ukbaysa bunları ilahi ihtarlar ve ikazlar olarak algılar ve Rab rızası için yaşadıklarından muti olmaya çalışırlar.
Kısaca Hristiyanlıkta gün içinde yapılmakta olan dünyevi fiil ve hareketlerin türevi olan tüm işler siyasi otorite tarafından, uhrevi fiil ve hareketlerin türevi olan diğer işlerse kilise tarafından yönetilir, sınırlanır, denetlenir. Bu yüzden de otorite siyasi ve ruhani olarak ikiye ayrılabilmiştir. Seküliyer ve/ya laik olan devletler de kuramsal olarak buna göre hareket etmeye çalışırlar. Ne ki dünyevidir ruhani makamlar oraya karışmasın, derler. Diyanet İşleri Başkanlığı yapısal ve kuramsal olarak ruhani makam ol(a)masa da dünya işlerine karışmasın denmesinin sebebi budur. Çünkü hangi dinden olursa olsun, hatta dinsiz ve tanrısız da olsalar artık daha fazla sayıda insan nezdinde düşünceler, anlar, fiiller ve hareketler dünyevi ve uhrevi olarak ikiye bölünmektedir. Dindarlar bile bu benim dünyayla ilgili işim ne karışır müftülük makamı diyebilmektedir. Kuram uygulama farkı!
Hristiyanlıkta dünyevi-uhrevi ayrımı daha eski de olsa Müslüman ve Musevilerde de artık daha fazla insan bu ayrımı kabul eder hale gelmiştir. Laiklik de işte tam bu ayrımdan yani anların, fiillerin, düşüncelerin ve hareketlerin dünyevi ve uhrevi olarak ikiye ayrılabilmelerinden kaynaklanır.
Laiklik meselesine de gelecek yazıda devam edelim. Ülke batmaz ya, biraz daha beklesin!
[1] Bir ara Türkçe’de modernleşme/yenileşme(modernisation) yerine asri kullanılırdı ve modernleşme seküliyerleşme ile eş anlamlı tutulurdu. Çünki modernleşme -özellikle 19. yy.da- dinin etkisinin gitgide azaldığı bir dünya oluşturmaya yönelik süreci ifade ediyordu. Bugünse asrileşme yerine çağdaşlaşma kavramını kullanıyoruz.
[2] C. M. Gay “The worries of this life, the deceitfulness of wealth, and secularization in modern society” Alive to God: studies in spirituality, ed. J.I. Packer & L. Wilkinson, 1992: 215; P. L. Berger, The social reality of religion, London 1969: 106; I. Furseth “Secularization and the role of religion in state institutions” Social Compass, 50/2, 2003: 91.
[3] G.J. Holyoake, The Origin and Nature of Secularism, London 1896: 51; M. A. Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2004: 196, 197; A.D. Gilbert “Secularization and the future” A history of religion in Britain: practice and beliefs from pre-roman times to the present, ed. S. Gilley & W. J. Sheils, 1994: 503.
[4] Berger, The social reality of religion, London 1969: 107, 108.
[5] Dictionnaire historique de la langue française, dir. Alain Rey, 1998: 1961.
[6] G. Koubi, “Vers une évolution des rapports entre ordre juridique et systèmes religieux” J.C.P., ed. G.I, 1987: 3291 v.d.
[7] İslam ve Modernite, ed. G. Putlar: 69–70; L. Ferry & M. Gauchet, Dinden Sonra Dinsellik, çev. Can Utku, İstanbul 2004: vi.