Ana SayfaYazarlarİlhan Berktay (1931-2019)

İlhan Berktay (1931-2019)

 

 

[22 Ocak 2019] İlhan amcamı da kaybettim. Kaybettik. Önceki gün; 20 Ocak Pazar sabahı erken saatlerde. Dün toprağa verdik, Zincirlikuyu Camii ve mezarlığından.

 

Dört erkek kardeşin en küçüğüydü. Gelişleri itibariyle, on yıl boyunca sıralandılar: Erdoğan (babam, 1921); Alparslan (1924); Orhan (1926); İlhan (1931). Gidişleri daha düzensiz oldu. Babam daha 55’indeydi, 1976’da kalp yetmezliğinden bu dünyaya veda ettiğinde. Amcalarım ise babalarından çok annelerine çekmiş olmalı ki hayli uzun yaşadılar: Alparslan 88 (2012), Orhan 90 (2016), İlhan da gene 88’di (2019), doğdukları sırayla ve neredeyse aynı aralıklarla hayata göz yumduklarında.

 

Ağabeylerinden farklı olarak, kendini ve Solmaz ablamı (ben öyle derdim) yazabildi yaşlılığında (bkz yukarıda, soldaki kitap kapağı). Su gibi okunuyor (dün gece tekrar okudum) ve yazacak pek başka bir şey de bırakmıyor geriye. Özellikle ilk 200 sayfasıyla bizi zaman içinde hayli geriye, 1940’lar ve 50’lere götürüyor. Dupduru, temiz ve berrak bir görüntü. Gördüklerim ve zaten bildiklerimi doğrulayanlar: Hayli özgür ve hoşgörülü bir aile ortamı (tesadüf, Dubara atmak da mümkünken’i daha yeni yazmıştım). Entellektüalizm. Orhan’da olduğu gibi İlhan’da da, babasından (dedemden) geçme sıkı bir matematik yeteneği. Parlak öğrenciliği. Daha 17’sinde İTÜ’ye girmişliği (kitapta bunları sadece küçük küçük imâ etmekle yetiniyor).

 

Aynı derecede erken gelişen solculuğu, sosyalistliği (babamın, “Erdoğan ağabey”inin etkisiyle mi?). İnanılmaz, akılalmaz yakışıklılığı: 1.88 boyu ve “İtalyan” çehresiyle başka gezegenlerden gelmiş bir Valentino, o yılların aile fotoğraflarında. Daha kanunen reşit bile olmadan, İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği (İYTGD) başkanlığı. Hür Gençlik gazetesi. 1950’lerin başlarında bir de Nâzım Hikmet’i kurtarma hareketi. Alınıp alınıp salıverilmeler. Birinci Şube’yle adım adım yüz göz olma (kendi deyimi). Çiçek Palas olayı. Artık sağcı-milliyetçi öğrencilerden sürekli dayak. Okula devam edemez hale gelmesi. Derken İYTGD gözaltılarının, 1951-52 TKP tevkifatıyla örtüşmesi. Üç gün işkence (falaka; elektrik yok o zamanlar). Sultanahmet ve Harbiye cezaevleri. Nihayet başlayan mahkemede, ilk, uzun ve hayli sert ifadesi. Kutlayan kutlayana. Çok özel bir an: “Erdoğan Ağabeyim ‘Sen bu lâfları nereden öğrendin?’ deyip sarıldı küçük kardeşine” (s. 160). Tahliye. Dâvâ sonunda “delil yetersizliğinden beraatine.”

 

Sonra hayatta kalma mücadelesi. Öğrenimi yarıda kalmış diğer arkadaşlarıyla birlikte kurdukları mühendislik büroları. Bir tür taşeronluk. Diplomalı, ruhsatlı mimar ve müteahhitlerden alınan siparişler. Bu safhaya doğrudan tanığım. 1961-64’te ben 14-16 yaşlarımda İstanbul’da lisedeyim; İlhan amcam ise 30’larında ve Yıldız Teknik’te. Hafta sonları, sık sık Mecidiyeköy’de, Ortaklar caddesinde oturdukları eve çıkıyorum. Ortalık stüdyo ve sınıf gibi. Hem bütün  o statik ve betonarme hesaplarıyla, Solmaz ablam da aydınger çizimleriyle boğuşuyor, hem de akşamları derse gidiyor ve gece çok geç vakit dönüyor. Zekâ, direnç, inat, muziplik ve hırs küpü. Her sınavı mutlaka 100 olmalı. Zaten kapıdan girişinden belli oluyor. Hem yorgun hem mutlu. Bir de hınzır hınzır dalga geçiyor benimle, herhangi bir şekilde ondan düşük not almışsam (ki Matematikte daima böyle). “Bir de satranççı olacaksın.” Bu savaşın ortasında Ayşe ve Ali de büyüyor bir yandan. Böyle böyle bitirdi üniversiteyi. Sonra yüksek lisans. Sonra doktora. Aynı inat ve inançla çıktı akademik mesleğin basamaklarını. Asistan. Doçent. Profesör. Dekan. Hepsi, ama hepsi 30’undan sonra. Solmaz ablam da herşeyi kolaylaştıran neşesi ve tahammülüyle hep yanında. Tuttuğunu kopardı. Yapıştığını bırakmadı.

 

Gerisini okumadıysanız kitaptan okursunuz artık. Benim içinse şimdi sadece kayıp ve hasret var. Ölüm başka herşeyi siliyor. Birer birer göçtü o koca adamlar. Ne annem ve teyzelerimden, ne babam ve amcalarımdan, artık kimse kalmadı.

- Advertisment -