Aslında ne pahasına olursa olsun bu şiddet ortamının, bu akıl tutulmasının şimdiye kadar bitmiş olması gerekirdi. Ancak olmadı. Çoğumuzun kulağı, PKK tarafından ilân edilecek tek taraflı bir ateşkes çağrısında; en azından bu olmalıydı. Yine de ben her şeye rağmen, böyle bir çağrının bugün-yarın veya önümüzdeki günlerde, yani 1 Kasım seçimlerinden en az bir iki hafta önce yapılması umudumu taşıyorum. 1990’larda 3500 Kürt köyünün yakılıp yıkılmasına ve yüz binlerce insanın batıya göç etmesine yol açan durumun, bugün artık şehir ve kasabaların yıkımıyla tekrarlanmasına müsaade edilmemeliydi.
Savaş bir centilmenlik yarışı değil
Bu anlamsız şiddet öylesine nahoş bir hal aldı ki, artık kimlerin sebep olduğu ve/ya başlattığı sorusu gölgede kaldı. Maalesef savaşın ilk ortadan kaldırdığı, hukuk ve insan haklarıdır. Bu sadece bizde değil, dünyanın çatışma ortamlarına sahne olmuş her tarafı için geçerli. Son günlerde tanık olduğum sivil insan ölümleri, kimi şehir merkezleri ve kasabalarda günlerce uygulanan sokağa çıkma yasakları, son olarak Şırnak’ta Hacı Birlik adındaki vatandaşın panzerin arkasına bağlanarak sürüklenmesi, giderek tırmanan şiddet ortamının sebep olduğu vakalar. Maalesef savaş bir centilmenlik yarışı değil, bir barbarlık sanatıdır. Kimse insan öldürenlerden medeni bir davranış beklemesin; hayal kırıklığına uğrar.
Neden “oyunu” bozmadınız?
PKK’nin (doğal olarak HDP’nin de) dillendirdiği ve görünen o ki, muhalefetin de önemli bir kesiminin sahiplenerek kullandığı bir argüman var: “Bu savaş ve şiddet ortamının sorumlusu Saraydır. Bu Sarayın savaşıdır; insanlarımız Saray ve iktidar için can veriyor.” Ben şahsen bu savaşın ne Saraya, ne de hükümete bir yarar getirmediğini, aksine hükümete ve Saraya da zarar verdiğini, ısrarla sürdürülmesi durumunda yeni bir askeri vesayetle karşı karşıya kalabileceğimizi düşünüyorum. Madem “bu savaş Sarayın savaşı” ve hükümet de bu savaş üzerinde siyasi bir rant elde edip, HDP’yi baraj altında bırakarak tek başına iktidar olmak istiyor; o zaman PKK’nin daha ilk günden itibaren, ne pahasına olursa olsun şiddete eğilim göstermemesi ve devlet saldırsa da karşılık vermemesi gerekirdi. Çünkü “Sarayın savaşına” icabet etmek, bilerek veya bilmeyerek, kurulmuş bir “oyuna” gelmek anlamı taşır. Bu işin bir adım ötesi şudur; ister istemez insanın aklına şunu getirir: Madem bu bir oyun, bir tuzak. Peki, siz de bu oyuna iştirak ettiğinize göre, yoksa siz de bu oyunun bir parçası mısınız? Daha ilk günden itibaren, kimi şehir ve kasabalarda “özyönetim” ilân etmekle bu “plana” mı destek oluyorsunuz?
Diyelim ilk başta bunlar akla gelmedi ve meselenin bir “oyun” olduğu sonradan anlaşıldı. Bu durumda da PKK’nin yapması gereken, derhal, hiç vakit kaybetmeden tek taraflı bir ateşkes ilân etmek olmalıydı. Yok, eğer bunu da yapamıyorsa, o zaman “Sarayın savaşı” gibi ifadeleri asla kullanmamalı; kendi gerekçelerini dürüstçe ortaya koyarak, başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarına neden savaştığını anlatmalıdır.
Şiddet sivil siyaseti vurur
Seçimlere iki-üç hafta kalmışken, şiddette ısrarın bir anlamı var mı? Şiddet her şeyden çok sivil siyasetin alanını daraltır; en çok da HDP’ye zarar verir. Üstelik şiddetin egemen olduğu bir ortamda, seçim güvenliği darbe alacağından, âdil seçimlerden söz etmek de zordur.
Bugün aklı başında hiçbir kimse, Kürt hareketinin Türkiye’deki hak arayışını şiddet zemininde sürdürmesine bir anlam verememekte. Meşru bir siyaset yolu ve demokratik seçimlerle yerelde iktidar olmuş aklıselim sahibi belediye başkanları mı, yoksa “özyönetim” ilan eden 18-20 yaşlarındaki poşulu gençler mi, Kürt meselesinin çözümüne fayda sağlar? Belediye yönetiminin HDP’de olduğu il ve ilçelerde “özyönetim” ilan ederek halkı hedef durumuna getirmek, kasabaları yıkım ile karşı karşıya bırakmak neye hizmet eder? Halk HDP’ye destek vererek onu yerelde iktidara taşımışsa, bunu HDP’nin sivil siyaset ile dertlerine derman olacağını düşündüğü için yapmıştır.
Kürtler ilk defa sivil siyaset yoluyla, ülkedeki anti-demokratik seçim barajını da aşarak bir güç haline gelmişlerse, bundan sonra yapılması gereken, sivil alanın daha çok zorlanması olmalıdır. Çünkü meşru ve sivil siyaset, şiddet yoluyla asla elde edilemeyecek olanı, kimsenin burnunu dahi kanatmadan sağlayabilir. Buna için de tek yapılması gereken, biraz sabır gösterip akıllı bir strateji izlemektir. Kan ve şiddet, normal zamanlarda haklı görülebilecek bir talebi, kolaylıkla gündeme alınmayacak bir şekilde geri plana itebilir. Barış sürecinde Kürt halkının haklı taleplerine sempati ile bakılırken, şiddet ortamında, âdeta karın tokluğuna çalışan mevsimlik bir Kürt işçisine bile tahammül edilmediğini kendimiz tecrübe ettik. Lütfen biraz daha sağduyu ve biraz daha hoşgörü.