Milletin üzerinden geçen tank paletlerinden sonraki ilk çay zamanıydı. Darbe olduğunda, “Ne iyi oldu da darbe oldu. Kardeş kanı durdu” diyen köylünün darbeyle tanışması Apiça’ya gelen bir cemse askerle oldu. Komutanın köyün er kişilerini topladığı köy meydanında, “Silahları muhtara teslim edin. Bir hafta süreniz var. Teslim etmeyenlerin evleri didik didik aranacak” diyerek ettiği tehdit işe yaramamış, daha çok el yapımı silahlar verilmişti devlete. Ardeşen yapımı silah bulamayan babam gibiler çaresiz “çil” 14’lü silahını yüreği yanarak teslim etmişti muhtara. İki tane 14’lüyü muhtara bırakan babamın biri dede yadigârı Kırıkkale olmak üzere iki mavzeri vermeye gönlü razı olmamıştı. Kalın gres yağı ile yağladığı mavzerleri bana verdi, bahçemizde bulunan aile mezarlığındaki çam ağacının sıkı dallarına saklayayım diye. Naylona sarılı iki mavzer yıllarca çam ağacına asılı durdu.Apiçalı için darbeyle asıl tanışma ise çay zamanının gelmesi ile başladı. Sezonun ilk çay mevsimi olan Mayıs ayı gelince Apiçalılar darbenin soğuk yüzüyle karşı karşıya geldi. O zamana kadar dedikodu olduğu düşünülen olay gerçeğe dönüşmüş, darbeci generaller makasla çay kesmeyi yasaklamıştı. Çay üretimine geçeli en büyük devrim olan makas bir anda Rizeli üreticinin elinden alınmıştı. Makineli tarımdan ilkel elle toplamaya darbe geçişi yapan Rizeli için bu duruma uyum sağlamak kolay olmadı. Gece tarlaya inip makasla çay toplamaktan, ot orağı ile kesmeye kadar çeşitli yöntemler denense de, cin gibi uyanık darbeciler bu yöntemleri geri püskürttü.Çay alım yerlerine Rizeli çay eksperlerinin yanında dışarıdan mühendisler getirildi. Çay iki buçuk yaprak olacak ve elle kesilmiş olacaktı… Üretici alım yerlerine getirdikleri çayları pirincin taşını ayıklar gibi tek tek ayıklıyor, hepsini iki buçuk yaprak filiz yapıyordu. Bu yöntemle tarladaki çayın bitmesi mümkün değildi. Bir sabah erkenden babaannem Nafiye küçük kardeşlerimi de alarak evin altındaki çay bahçesine indi. Birkaç saat içinde ancak elli kilo çay topladılar. Taze süt gibiydi çay. Dedem, eski iki kapılı evin önünde sepet örüyordu. Kalın camlı gözlüklerinin üzerinden bakarak “Uşağum habu çaylari git ver da gel…” dedi.Yüklendim çayı sırtıma, gittim alım yerine. O gün fabrikadan asabi bir mühendis gelmişti. Çaylar bezlerin üzerine serilmiş tek tek kontrol ediliyordu. Neredeyse boyutları bile cetvelle ölçülecekti. Bu delirme haline aldırmayıp bir gölgeye serdim çayı ve seçmeye başladım. Çaya bakıp gülüyordum, ortada seçilecek bir şey yoktu. Derken asık suratlı abi gelerek başıma dikildi sert bir emir kipiyle, “Seç! Hepsi iki buçuk yaprak olsun. Orakla kesmediniz di mi?” dedi. Kafamı kaldırdım, “Nesini seçeyim hepsi iki buçuk zaten ve taze, ayrıca elle kesildi” dedim. Bu cevabım üzerine adam “Konuşma da işine bak yoksa çayı almam” dedi ve gitti.Bir süre çay bana ben de çaya bakarak oyalandım. Ki gerçekten yapacak bir şey yoktu. Belki arada iki buçuk yapraktan uzun çay vardır diye ciddi ciddi seçtim. Birkaç saat geçince beni merak eden dedem ağır adımlarla yürüyerek alım yerine doğru geldi. Uzaktan gördüm gelişini, hafif kambur ve elleri arkada yürürdü. Yürürken sağa doğru çekerdi. İşte bu yürüyüş dedemden bana miras kaldı.Başıma dikilen dedem, “Ne oyalaniyisun uşağum, daha meşeye gideceğuk veremedin bi çayı” dedi. Bu siteme, “Ne edeyim dede. ekisper geldi, seç dedi gitti. Ben seçecek bişi bulamadum seçer gibi yapayirum” diye cevap verdim. Dedem bunun üzerine üreticilerin arasında dolaşan ekspere seslendi. “Habu sebiyi niye burada tutayisun. Zaten çok taze çay ve evde seçtuk oni” dedi. Bunun üzerine adam yanımıza geldi, çayı eliyle avuçladı. Uzun uzun baktıktan sonra düşünür gibi yaptı ve arasından iki buçuk ama biraz uzun bir çay filizi buldu. “Bak bu olmamış. Uzun bu…” dedi. Suyun kaldırma kuvvetini bulmuş gibi parladı adamın gözleri. “İyice seçin çayı, tekrar gelip kontrol edeceğim” diyerek arkasını döndü dedeme. Dedem Dursun Ali ile gözgöze geldim ki iyi tanırım o öfkeli halini. Evin arkasında top oynarken öfkelenip az kovalamamıştı beni. Hışımla çay bezini sürükledi ve alım yerinin arkasındaki boş tarlaya çayı döktü… Çay eksperi dahil herkes susmuş dedeme bakıyordu. “Bunlara minnet edeceğume si…. keser yerum” dedi ve ağır adımlarla yürüdü gitti.Bu olay üzerine dedem bize çay toplatmayı yasakladı. Evin altındaki bahçeden çay toplamadık, uzaktaki tarlaları da dedemden gizli toplayıp verdik ki bu durum tam üç yıl sürdü.Epey bir çay zamanı geçtikten sonra darbecilerin anayasası halk oylamasına sunuldu. Dedem, bu anayasaya “evet” diyenler arasındaydı. Darbecilerden nefret ettiği halde “evet” oyu veren dedeme bunun nedenini sordum. Yüzünde muzipçe bir gülümseme belirdi, “Uşağum ben onları kabul ettiğum içun değil, bir an önce siktirup, gitsunler diye ‘evet’ oyu verdim” dedi.Bir süre sonra dedem haklı çıktı. Seçimler oldu. Darbeci generallerin işaret etiği kişiye değil, Özal’a oyunu verdi dedem. İktidara gelen Özal’ın ilk icraatlarından biri de Rize’de makineli tarıma yeniden dönüş yapmaktı.Bu yazıyı bana yazdıran ise son günlerde sosyal medyada dolaşıp duran bir fotoğraf oldu. Fotoğrafta Özal, şimdilerin histeri krizi geçirip ne yapacağını bilmeyen gazetecisi Cengiz Çandar’ın yanağından “makas” alıyordu. Yanaktan alınan makas karşılığında sevgi kelebeği olup uçacakmış hissiyle bakan Çandar, şimdilerde hayalini kurduğu darbenin olmamasının öfkesi içinde. Yanağından makas alacak bir devlet büyüğü de olmayınca etrafına, sağa sola saldırıyor öfke kusarak. Bu darbe özentisi gazeteciye Özal yaşasaydı ne derdi bilemem ama dedem Dursun Ali okkalı bir küfür sallardı eminim…Özal’ın ölüm yıl dönümünde yazdığım bu yazıyı, okuma yazma bilmeyen ama hayatı boyunca dik duran dedeme adıyorum. Dedem Dursun Ali yatak odasında darbecilerin idam ettiği Menderes, Polatkan ve Zorlu’un sehpadaki fotoğraflarını asacak kadar yürekli bir adamdı. Bugünleri görseydi eğer, seçimlerden sonra, “Gördunuz mi ebenuzun…” demekten geri kalmazdı.Nerden biliyorum derseniz, “torundan kesin bilgi” der, nokta koyarım.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik