Ünlü Alman filozof Immanuel Kant, Aydınlanmayı aklın özgürlüğünü simgeleyen ve esas itibariyle insanın bir başkasının rehberliği olmadan kendi aklını kullanmaya muktedir oluşundan yani reşit hale gelmesi olarak tanımlar.
Kant’ın modern felsefeye kazandırdığı bu yeni boyut, bireyin, onun ayırt edici özelliği olan akıl yoluyla bilgi üzerinde muktedir olma yetisini ortaya çıkarmıştır. Bu sayede insan ve onun aydınlanmış özgür aklı bunun bilincine vakıf olduğu takdirde kendi kaderini kendi tayin edebilecek (self-determination), kendisinin efendisi olacak (self-governing) ve kendi kurallarını kendisi koyacaktır (self-ruling).
Bu kertede, akıl bahşedilmiş bir varlık olarak insan, bu sayede özgür, özerk (otonom) ve irade sahibi olmanın bilincine erişecektir. Kabaca ifade etmek gerekirse, Aydınlanma zihniyetinin/sistematiğinin modernliğin insana dair olgulara ilişkin öznellik, çoğulluk, belirlenemezlik, hatta görecelik vurgularına karşı, yine modernlikte ifadesini bulmuş olan tekçi, genelleştirici ve evrensel akıl tasarımına, böylesi bir akıl ile elde edilen bilginin meşruiyetine ve ilerleme fikrine sağlam destekler/payandalar bulma arayışı olduğunu söylemek mümkün.
Aydınlanma bir taraftan modernlikle ortaya çıkmış bazı unsurları temel göstergeler ve yönergeler olarak doğrulamak, hatta yüceltmek isterken, diğer farklı modern unsurların tasfiyesini öngörmüştür. Örneğin, modern özne tasarımının olanaklı kıldığı doğanın ve toplumsal olguların nesnel bilgisine ulaşabilme yetisini yüceltirken, yine modernliğin olanaklı kıldığı öznelcilik, çoğulluk, keyfilik ve usdışlık küçümsenmiştir.
Bu sayede Aydınlanma zihniyeti Kant’ın vazettiği üzere akla sarsılmaz ve sonsuz bir güven beslemekte ve özellikle bilgiye erişmek konusunda bu sarsılmaz aklın birlik ve bütünlük arayışını temel hedef olarak ilan etmektedir. Doğa bilimlerinde rastladığımız bu çoklukları ve farklı tikellikleri (multiplicity of particularities) rasyonel prensiplere indirgeme çabası ve ısrarı, beşeri-sosyal ve siyasi bilimlerde de temel arayış olarak savunulmuştur.
Aydınlanma rasyonalizminin indirgemeci, tümel ve teleolojik katı ilerleme anlayışının sonucu olarak, nasıl bir doğal bilimci belirlenemez, karşılaştırılamaz, ölçülemez ve nedenselliğe bağlanamaz olgular/durumlar karşısında tahammülsüzlük gösteriyorsa, toplumsal ve tarihsel farklılıkların oluşturduğu çokluğa ve çeşitliliğe, kendine özgü olan tikel deneyimlere, biricikliğe ve kolektif yaşam şekillerinin tikelliğine karşı da aynı tavır insan bilimlerinde yaygın hale gelmiştir.
Yukarıda epistemolojik olarak ana hatlarını çizmeye çalıştığımız geleneksel Aydınlama zihniyetinin herkesi bağlayan, evrensel, rasyonel tarih üstü yasalar ve ilkeler arayışına karşı insanın ve toplumların tarihselliğini vurgulayan; Aydınlanmanın normlar (maxims) çokluğunu indirgeyebilecek üst norm arayışına karşı normların bağlamsallığını, kültürel ve sosyal çeşitliliğini ve zenginliğini ön plana çıkaran ve zorunlu olarak bir modernizm karşıtlığı barındırmayan başka bir Aydınlanma zihniyeti veya yukarıda bahsedilen katı/Maksimum perspektifine karşılık Minimum Aydınlanma tasavvuru olduğunu iddia edebiliriz.