İki hafta önce Serbestiyet sitesinde yayınlanan “Büyük İskender ve Helenizm” adlı makalemde İskender için, “Düşmanı Dareios’u yenip bir zafer elde etmenin amacındadır; ancak o, günümüz literatürüyle “Makyavelist” zafer diye tanımlayabileceğimiz, her şeyi mubah gören bir anlayışla elde edilmiş bir zaferin peşinde değildir” ifadesini kullandım. Bu hafta, Google üzerinde yaptığım küçük bir literatür araştırmasıyla; acaba benden önce “Makyavelist zafer” tabirini bir sosyal bilimler kavramı şeklinde kullanmış olan var mıdır diye baktım; ancak rastlayamadım. İngilizce metinlerde Machiavellian victory sözlerinin yer aldığı bir makaleye rastladım; ancak buradaki Machiavellian Türkçedeki entrikacı, Makyavelce veya sinsi ve hilekâr anlamlarında kullanılmış. Kısacası, benim “Makyavelist zafer” şeklinde kavramlaştırmaya çalıştığım anlamda bir ifadeye rastlamadım.
Benim kullandığım anlamdaki “Makyavelist zafer,” literatürde “Pirüs zaferi” diye geçen durum veya kavrama hem benzer, hem biraz farklıdır. amaçlıdır. Pirüs (Pyrrhus), MÖ 3. yüzyılın başlarında, bugünkü Arnavutluk – Makedonya sınırları içerisinde kalan Epir’in (Epiros) hükümdarıydı. O dönem İtalya’da, yarımadanın en güney kısmındaki Tarentum’da yaşayan Yunanlılar, Romalıların daha aşağılara inmesini istemiyorlardı. Adriyatik denizinin öte yakasında egemenliğini sürdüren Pirüs de yarımadayı egemenliği altına almaya hevesli olduğu için, Yunanlıların dâvetini kabul ederek ordusuyla İtalya’nın güney ucuna gelir. Böylece Pirus’un ordusu ile Romalılar arasında, MÖ 280’de Heraklea ve MÖ 279’da Asculum muharebeleri cereyan etti. Her ikisini de Pirüs kazandı ama çok kayıp verdi. Plutarkhos’a göre, Asculum’dan sonra zaferini kutlayan birine Pyrrhus, “Romalılara karşı böyle bir zafer daha kazanırsak, bu bizim sonumuz olacak” diye cevap verdi. Bir diğer rivayete göre, “Böyle bir zafer daha kazanırsak, Epiros’a tek başıma dönmek zorunda kalabilirim”dedi (bu konuda, Serbestiyet’te bkz Halil Berktay, “‘Pirüs zaferi’ (ve Helenistik Çağ üzerine notlar”, 7 Ocak 2017; aynı yazar, Tarihçi Gözüyle Siyaset içinde, 262-270).
Şimdi “Makyavelist zaferi” ele alabiliriz. Machiavelli, 1516 yılında kaleme aldığı Hükümdar (Il Principe; Türkçeye Prens diye de çevrildi) adlı eserinde, zamanın İtalyan şehir-devletlerini yönetenlerin iktidarlarını korumak ve yeni ülkeler fethetmek açısından nelere dikkat etmesi gerektiğine dair tavsiyelerde bulunur. Bu bağlamda, siyasi olanı etik olandan ayırarak, günümüzde üniversitelerimizde okutulan Siyaset Bilimi dalına, özellikle realist yaklaşımıyla büyük katkılar sunar.
Hükümdar’da Machiavelli, bir yöneticinin veya yönetmek isteyenlerin, başarı ve zafer yolunda izleyeceği temel stratejileri belirlemeye çalışır. Ondan önce, iktidar gerçeğini olanca çıplaklığıyla ele almış başka birine rastlamak çok zordur. Machiavelli için sonuca, deyim yerindeyse zafere ulaşmak esastır. Bu yolda başvurulan savaş hileleri, haksızlıklar, kurnazlıklar, pusular, oyunlar, kalleşlikler, aldatmalar – özetle, bütün ahlâksız veya ahlâk dışı davranışlar, işin esası değildir. Aslolan zaferdir. Zaferin nasıl elde edildiği ise aslî değil, talî bir unsurdur. Moda deyimle, “söz konusu zafer ise, gerisi teferruattır.”
Machiavelli ve savaş
Machiavelli savaş kavramına ayrıcalıklı bir misyon yükler. Ona göre savaş, devletin istikrarı ve kurulu düzen için en büyük tehlikedir. Bu nedenle bir prens her zaman ve her durumda savaşa hazır ve tetikte olmalıdır. Bir prensi savaşa hazır ve tetikte tutacak iki temel korku veya tehdit söz konusudur. Birinci tehdit içeride, bizzat kendi uyruklarından gelebilecek saldırılardır. İkincisi ise dış güçlerle alâkalıdır. Her zaman ihtimal dâhilinde olan savaş, başkalarının yararına ertelenebilir; ancak son tahlilde savaştan kaçınmak mümkün değildir. Kaçınılmaz olan savaştan kaçmak, hastalığın ilerlemesine yol açar. Savaştan kaçanlar, savaşı kendi zararlarına ertelemiş olurlar. Savaştan kaçan, başkalarının güçlenmesine yol açar; başkalarının güçlenmesine yol açan, kendi yıkımına yol açar. Zira “insanların vefaları yoktur; saldırıyı ne kadar ertelersen, yıkımını da o kadar ertelemiş olursun; barış zamanında onların, savaşta düşmanın talanına uğrarsın” (Prens, çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, s. 56). Savaştan kaçmak bir yana; bilge bir prens, kendisine yönelik bir düşmanlığı ustaca beslemelidir. Öyle ki, günü gelip kendisine yönelik düşmanlığı bastırdığında, bu durum kendi iktidarını daha da pekiştirsin ve büyüklüğünü arttırsın.
Machiavelli savunmacı bir savaş stratejisinden ziyade, saldırgan bir savaş stratejisi benimser. “Savaş zamanlarında düşmanın karşısına çıkamayan, surların içine sığınıp o surları savunmak zorunda olanları, daima başkalarına gereksinim duyan prensler olarak görüyorum” (Prens:52) diyerek, içe kapanma ve sınırlarına çekilmeyi makul karşılamadığını ortaya koyar.
Machiavelli’ye göre bir prens için savaş ve savaşmak, bir tercih değil, âdetâ bir yaşam tarzıdır. “Bir prensin savaş, savaş düzeni ve savaş disiplini dışında başka herhangi bir amacı, herhangi bir düşüncesi olmamalı”dır. Hükümdar barış zamanlarında bile savaşı aklından çıkarmamalı; barış döneminde, savaş zamanından daha çok alıştırma yapmalıdır. Fiziki alıştırmaların yanı sıra, bir prens akıl egzersizleri de yapmalı; tarih kitaplarını okumalı, seçkin kişilerin tecrübelerinden yararlanarak savaşlarda nasıl davrandıklarına bakmalıdır. Ayrıca bir prens, kendisinden önceki komutan ve liderlerin zafer ve yenilgilerini derinlemesine incelemeli, yenilgilerinden ders alıp zaferlerini taklit etmelidir. Bir prensin, kendisinden önceki dönemlerde tarihe mal olmuş bir komutan veya bir lidere hayranlık duyup taklit etmesinde bir sakınca yoktur. Büyük İskender’in Akhilleus’u, Caesar’ın İskender’i, Scipio’nun Kyros’u örnek almış olması (Prens:62), bir zaaf değil, başarıya giden yolda geçmişin birikiminden yararlanmaktır.
Machiavelli ve zafer
Savaşta zafer elde etmek, düşmanı fiziki ve moral açıdan altedip iradesini kırmak; kendi iradeni düşmana kabul ettirmekle mümkündür. Machiavelli açısından zafere ulaşmak için her yol “mubah” olsa da, “zaferler hiçbir zaman, kazananın herşeyi, özellikle de adaleti hiçe saymasını gerektirecek kadar kesin değildir.” Zafer yolunda tilki kadar kurnaz davranıp düşmanı altetmek şarttır; ancak zafere ulaşıldıktan sonra mutlaka adaleti göz önünde bulundurarak, çoğunluğun sevgi ve sempatisini kazanmak da önem taşır.
Machiavelli, devletin bekası ve esenliğini nihai bir amaç olarak görür. Bir prensin devletin bekasını sağlamak uğruna merhametli, insancıl, dürüst, dindar, sözüne sadık görünmesi yararlı olabilir; fakat bunları her zaman yerine getirmeye çalışmak zarar da verebilir. Zira insanlar doğaları gereği her şeyden aynı oranda anlamaz. “Çünkü üç tür beyin vardır: Biri kendiliğinden anlar, öteki başkalarının açıkladığını anlar, üçüncüsü ise ne kendiliğinden anlar, ne başkaları aracılığıyla; bunlardan ilki çok iyi, ikincisi iyi, üçüncüsü yararsızdır” (Prens:83). Dolayısıyla bir prens, uyruklarını birlik içinde ve kendine bağlı tutmak için, gerektiğinde acımasız damgasını yemekten korkmamalıdır. Ancak Machiavelli, sırf güç uğruna tüm erdemleri ayaklar altına alarak, keyfi bir şekilde vatandaşlarını öldüren, dostlarına ihanet eden, dinsiz, inançsız ve acımasız lider ve siyasetçileri de hoş karşılamaz. Ona göre, “Bu yöntemler egemenlik kazandırabilir, ama şan kazandıramaz.” Gidişatı kontrol altında bulundurmak namına, bir prens aslan ve tilki maskelerini iyi kullanmalı, bu iki hayvanın doğasını bir güzel taklit edebilmelidir.
Machiavelli, gerçekler ve dalkavuklar
Zafer yolunda kan dökmek, henüz savaş devam ederken ileride iktidarı tehlikeye atabilecek kimseleri ortadan kaldırmak, normaldir. Ancak zafer kazanılıp iktidar ele geçirildikten sonra bir prens, hukuk ve adaleti hiçe sayan cinayetlerden uzak durmalı ve etrafındaki danışmanlarını da akıllıca seçmelidir. “Saraylar dalkavuklarla doludur” diyen Machiavelli, dalkavuklardan sakınmanın en önemli yönteminin gerçeklerden korkmamak olduğunu söyler. Bir prens iktidarını dalkavuklar yüzünden yitirmek istemiyorsa, devletine danışman olarak bilge kişiler seçmeli ve onlara kendisine gerçeği söyleme özgürlüğünü tanımalıdır. Şüphesiz bir prens, hemen her konuda danışmanlarının fikrine başvurmalı ve onları dinlemeli, ancak nihai kararı kendisi vermeli ve kararlarında olabildiğince ısrarcı olmadır.
O dönemde İtalya, paralı asker ve komutanlarla doludur. Machiavelli, yabancı ordularla kazanılan bir zaferi, gerçek bir zafer olarak kabul etmez. Ona göre hiçbir prenslik veya yönetim, kendi ordusu olmadan güvende değildir. Savaşta paralı askerlerle zafer elde edilemez; başkalarının silâhlarıyla başarılı olunamaz. Bu hususu Eski Ahit’te yer alan bir örnek üzerinden şöyle açıklar: Hz. Davud, kendisine karşı meydan okuyan dev Filîstinli (Kenan’daki eski halklardan biri) Câlûd’la (Goliath, Golyat) savaşmaya hazır olduğunu söyleyince Saul, onu yüreklendirmek için kendi silâhlarıyla donatır. Ancak Davud, düşmanın karşısına sadece kendi sapanı ve bıçağıyla çıkar. Machiavelli’ye göre, “başkasının silâhları ya üzerinden dökülür, ya ağırlık verir, ya da dar gelir.”
Makyavelist zaferde, Aziz Augustinus (354-430) veya Aquina’lı Thomas’ta (1225-1274) olduğu gibi, savaşın hakılığı veya haksızlığını göz önünde bulundurmak, günümüzde şeklî de olsa dikkate alınmaya çalışılan uluslararası savaş hukukuna bağlı kalmak diye bir şey söz konusu değildir. Zira “Makyavelist zafer,” siyasi olguyu etik olgudan tamamen bağımsız olarak değerlendirir. Makyavelist anlayışta, her türlü fırsatçılık ve savaş hilesi, tuzak, pusu, kalleşlik, arkadan vurma ve orantısız güç kullanımı, zafere hizmet ettiği sürece mubahtır. Makyavelist zaferde başvurulan bütün yol ve yöntemler, ister krallık rejimlerinde olduğu gibi miras yoluyla, ister demokratik veya kısmen demokratik sistemlerde olduğu gibi seçimler ve sandık yoluyla, ister askerî diktatörlüklerde oldğu gibi darbe yoluyla olsun, bütün iktidar
süreçleri için geçerlidir.