Ana SayfaYazarlarMerheba: 'Ağzımı kapattım dilimi saklamak için'

Merheba: ‘Ağzımı kapattım dilimi saklamak için’

Dillerin yokoluşu tıpkı arıların kaybolması, ozon tabakasının delinmesi gibi bizi doğadan koparıp eksiltiyor. Dil varlığımızın en güçlü alamet-i farikası olarak insanın içindeki doğanın dışa vurumu. Kürt meselesinin neredeyse tamamına yakını dil meselesiydi bu yüzden. Asimilasyon dilini kaybeden kimliğini de kolayca kaybeder düşüncesi üzerine bina ediliyor bütün dünyada.Türkiye’de kendi kimliklerini özgürce açığa vurmalarına izin verilmeyen insanlarla, hükümran ötekilerin iletişimi hakiki ve eşit olmadığından, ilişkisizlik şiddet doğurdu. İnsanlar göz hizasından birbirleriyle konuşamayınca silahlar konuştu on yıllarca. Öldürme insanın hakikatini taşıyamamanın sonucuydu, yok edip kurtulmak hiç değilse bilinçaltına atmak çare olarak ileri sürüldü. Karşılıklı gömerek algı alanının dışına çıkarma isteği.Görme Bahçesi kitabımın “dili bağlamak nereye kadar” bölümünde anlattığım yaşanmışlıklar, tanıklıklar gösteriyor ki hafıza en güçlü silah. Yok ettiğinizi sandığınız, dokunmadan bıraktığınız her şey bellekte titizlikle saklanıyor ve varlığını muazzam bir geri dönüşle ortaya koyuyor.Hoyratlığın, umursamazlığın açtığı yaraların derinliğini bilemez hiç kimse dokunmadan. Jana Seyda’nın Kürtçe yazdığı şiirindeki kırgınlığı mesela:Haberin var mı yaseminlerden, yanmışKumlarının içinde cansız gövdeleriyle duranAcaba haberin var mı kumun içinde canlıymışGibi duran yüreklerden… bir dokun onlara…Bağışla İstanbul denizin yok senin…..1925’te Şark Islah Planı’yla Kürt halkının kendi dilini çarşı pazarda bile kullanmasının yasaklandığı günler, “vatandaş Türkçe konuş” afişleri, Türkiye’nin bütün konser salonları elli çeşit dilde şarkılarla inlerken Kürtçe şarkı söyleyen Aynur Doğan’a Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda yapılanlar hiç de tarihe karışıp gitmiş değil, öyle taze ve yakın ki. Barış masası bu yüzden değerli, dinlemeyi, anlamayı, dokunmayı sağlıyor.Anne dili Kürtçe ama ana dili Türkçe olan milyonlarca insan da var. İki dillilik dünyanın her yerinde bir nimetken birçok Avrupa ülkesinde hatta Asya ülkesinde insanlar bunu gelişmişliğin göstergesi olarak fırsata dönüştürmüşken, biz nasıl oldu da çatışma ve şiddet ürettik? Bu felaketin açıklaması için özellikle son yüz yıllık yakın tarihi resmi olmayan kaynaklardan, özellikle de sözlü tarih, hatırat ve romanlardan okumak gerekiyor. Bu bataklıktan çıkabilmemiz son on yıllık süreçte oldu. Fakat yaşananların bir daha asla tekrarlanmaması için unutmak şöyle dursun, tersine başımızdan geçenleri sebep sonuç ilişkileri içinde kavramamız bir zorunluluk.”Merheba” yaşananların üzerinden başarıyla geçen bir tiyatro oyunu. Destar Tiyatro’nun projesi olarak Mehmet Atak’ın yönetmenliğinde hayata geçen oyun, dilin bütün imalarına, varolma biçimlerine göndermede bulunuyor.

Merhaba%20Oyun%20Yarım%20Afiş%20mamşet

Dil üzerinden insanlar, kültürler, cinsiyetler arasındaki hiyerarşilerin oluşumu, ötekileştirme dışarıdan tanımlama ve mahkûm etme işleri deşifre edilmiş. Başka dil konuşmak düşmanlığın alametine nasıl dönüşüyor ve başkayı gücü ele geçiren hangi bağlamda tanımlıyor.Galisyalı yazar Sechu Sende’nin “Rüyalarımda bile dilimi kaybetmeyeceğim” kitabındaki hikâyelerden esinlenerek anadil temalı oyunu bir ekiple yazan ve sahneye koyan Atak, dramasında görev alan Gülsüm Ekinci’ye verdiği mülakatta oyunun postmoderne değil, postmodern sonrası bir deneyime karşılık gelebileceğini söylüyor.Malum sebeplerden göç dalgasıyla İstanbul’a savrulan bir ailenin gencecik kızı annesinin siparişi olan pusula iğnesini almak üzere dışarı çıkar. Bir süre sonra kimliğini evde unuttuğunu hatırlar ama “ne olacak sanki zaten mahallemdeyim” düşüncesiyle geri dönmez. Geçtiği yolda “görevliler”le karşılaşınca kimlik sorulur ülkenin doğası gereği. Yanında olmadığını kendi diliyle söylemeye kalkışması ele verir başkalığını. Alıp götürürler, sonra itham etmeler, işkenceler. Dilin açtığı felaketli yol uğruna kollarından asılı olduğu işkence sehpasında ölür. Sahnede bizi sonuna kadar bırakmayan kesik kollar kesilmesine izin vermediği dilin sonucudur bir bakıma.Pusula iğnesi talebi ailenin yön arayışına, bu şehirdeki gerçeklikle başetme ihtiyacına karşılık gelir belki. Nagehan Gürkan’ın başarıyla oynadığı kızın dilinden ve hezeyanlarından kimlik, iktidar, cinsiyet gibi nice iç içe geçmiş meselelere, kör noktalara ışık tutulmuş. Genç kadın ölüm öncesinde dili merkeze alarak durumu anlamaya, ataerki ve iktidar kıskacını çözümlemeye çalışmaktadır.Ekrandan enstalasyonu andıran biçimde akarak gerçeği haykıran yazılar, barkovizyonda gerçek insanların konuşmaları..hepsi dile ilişkin bütün boyutları gözler önüne sermeye hizmet eder.Erdem Kaynarca’nın oynadığı genç adam ise sahnede sol köşede ayakta durmakta ve dile ilişkin ezberletilmiş bazı kalıp yargıları okumaktadır. Belirgin biçimde kendi sesinden ve kelimelerinden kuşkuya düşmekte, kızın hakiki cümleleri karşısında sersemlemekte. Yine de dilin toplumsal yanına, dil birliğiyle oluşacak ortak bilince vurgu yapar ve küçümsediği bireyin ortak ve tek olan dile uyum sağlaması için emirvari önerilerini sürdürür. Herkesin birbirine benzediği bir fotoğrafa ulaşmak için ortak dili öğrenmeye başlamadan önce ve sonrasında birer fotoğraf çektirilecek böylece kişinin kendindeki değişimi gözlemlemesi sağlanacaktır. Genç adam bir parti, şirket, dernek ya da gençlik kolları üyesi olabilir. Hakikatle, insanın gündelik yaşamındaki pratikle bağdaşmasa da önemli olan gücünü tekrardan alan söz dizgelerinin tekrarlandığı bir değişmezliği savunup durmaktır.Yapılanın kulağı tırmalayışını göstermek için tersinden bir cümle çalınır izleyicinin kulağına birkaç kez. “Türkçe diye bir dil yoktur. Bu yabancı mihrakların bizi bölmek için uydurdukları bir stratejidir. Sizin Türkçe dediğiniz sahil Kürtlerinin bir lehçesidir” diyen bir ses.Oyunun akışına göre ana dil de masum değildir ve tıpkı diğer dil gibi küfürler, ön yargılar, kör noktalar içerir, çocuk bunu da bütün arızalarıyla alır doğal ortamında. Her ana dil de kendi içinde ötekileştiricidir ve ezberlerin aktarımında rol alır.Dille uğraşmak, savaş açmak çok tehlikeli. Önemli olan her ana dilde saygının, rahmetin, insafın ve adaletin dilini oluşturabilmek sonra bu dili ortaklaştırmak. Ülkemizde konuşulan dilleri (hiç değilse Türkçe, Arapça, Kürtçe) öğrenmek ise tarihin de modern zamanların da omuzlarımıza yüklediği bir güzellik, hayati bir vecibe.

- Advertisment -