Toplumsal olayların tehlike çanları, yavaş yavaş ancak art arda çalar. Bu uyarıları çabuk algılarsak zaman kazanırız.Zaman kazanıp çözüm üretmemiz gereken dahası ivedilikle önlem almamız icap eden olaylardan biri de “çocukların öldürülmesi” hadisesidir.Keşkelerle depresyona zemin hazırlamaktansa, vakit çok geç olmadan, ölen çocukların öyküleri ve canilerin hikâyeleri ortaya konup bunların bir envanteri yapılmalı.Mesela; iki yıl kadar önce Kayseri’de üç çocuğumuzu bayramda şeker toplamaya gönderdik ve bir daha yüzünü göremedik.Kars’ta ise Mert, amcasına sefer taslarında yemek götürdü; seke seke evinin yoluna koyuldu; ancak namert bir olayın kurbanı oldu.Son günlerdeki çocuk ölüm haberleri, aslında üstü örtülse de yüzlerce çocuğumuzun daha kayıp olduğunu hatırlattı.Şüphesiz bu olayların pek çok nedeni vardır. Ancak önlem alabilmek için, en azından hikâyelerin kesişim noktaları belirlenmeli… Çünkü başlangıçtaki paralel ve ardışık olaylar, gerisinde daha dramatik tabloları haber veriyor. Elbette doğru okuyabilirsek…Bir kere, kentlerde ikamet etsek de, sanki kapalı kültürdeymişiz/köydeymişiz gibi davranıyoruz. Mesela Kayseri’de işlenen suçu düşünelim… Bu olayın arka planında, herkes bizim dostumuz, konu komşumuz gibi bir hava seziliyor. Mahalle efradına dair, sonsuz güven var. Çocuğumuzu, bu güven yüzünden (!) birkaç apartman öteye gönderdik ve buralarda bir caninin bizi bekleyeceğini hiç düşünmedik.İşin başında apartmanları mesken edindiğimizden beri, her katta oturan diğeri bize yabancıdır. Belki de bazılarımız, oralarda oturmayı diğerleri yabancı olduğu için tercih etti; öyle ya, bu bilinmeme durumu özgürlük verecekti. Zira bazı kişiler köyden kente, -iş ve aş bulma derdi bir yana- yabancılar topluluğunda kaybolmak, bilinmemek için göçer. Biz de böylesi karmaşık ve karanlık kapıları,sanki kapı arkasında amcamız ve teyzemiz var gibi, masumca çaldık.Bırakalım konu komşuyu, yakınlarımız bile tekin olmaktan çıktı. Bir çocuğumuzu da yengesi (amca eşi) öldürmüştü. Şiddeti kanıksar olduğumuzdan beri, dahası kin ve nefret nevrimizi döndürdüğünden, masum olanları ve çocukları göremez olduk. Öldürerek, hıncımızın yarattığı boşluğu doldurmak istedik. Belki de zayıflığımızın tezahürü olarak bir intikam vebasına yakalandık.Bilançoyu asıl halka anlatmak ve göstermek gerekiyor… Aile ve sosyal politikalar bakanlığı her şeyden önce “yarınlara sahip çıkma” işine eğilmelidir.Bilinç vermek icap ediyor; halkın anlayacağı dilden anlatılmalıyız… Çağımız insanın ruhunda adeta koca boşluklar olduğunu; bu kara deliklerin neredeyse yutacak kurban aradığını, sinema, tiyatro ve belki de televizyon yoluyla işlememiz gerekiyor. Bu sayede kendimizdeki sorunları da anlarken daha tedbirli ve uyanık olmaya başlayabiliriz.Bir başka tehdit daha var: Sanal dünyanın getirdiği bambaşka sorunlar yumağı. Bizim toplumumuz gibi cinselliğin arka sokaklarında sıkışıp kalan hatta çıkmaz sokaklara mahkûm olan bireyleri, pornodan tutalım da, duygusal sanal tuzaklara varıncaya kadar hayal edemeyeceğimiz pek çok entrika beklemektedir. Sanal dünyayı bir de gerçek gibi görüyorsak, hepimiz tehdit altındayız. Kısacası sanal dünya, bizi hazırlıksız yakaladı.Dahası basının suçu ve suçluları kameralarda ince ayrıntılarıyla göstermesi, suça ve cezaya susamış olan patolojik ruhları tetiklemekte, hatta onlara yol yordam göstermektedir. Genelde benzer olayların yakın zamanlarda cereyan etmesi bunu düşündürmektedir.Ancak basının verdiği artçı dalga sinyallerini de iyi algılamalıyız… Mert’in katilinin söylediği, doğru olmasa bile, önemli bir gerçeği mercek altına alıp rehabilite etme yolunu aramalıyız: Bizim askerlik sistemimiz, patoloji üreten bir mekanizma olduğu sürece, travmatik hikâyeler katmerlenerek artar gider.Daha önce bir er, komutanlarının tecavüzüne uğradığını söylemişti. İster ruhsal ister bedensel olsun, insanımızı travmatik kılan ve özellikle alt kültürde-garibanlarda–onmaz yaralar açan asker “ocağının” patoloji ocağı olup olmadığını düşünüp, tedbirler almalı dahası düzeltmeler yapmalıyız. Şüphesiz bu sorunu aile, eğitim sistemi ve toplumsal yapımız gibi bütüncül bir örüntüde mütalaa etmeliyiz.Sanıyoruz ki, askerde fakirin ve garibanın çocuğu ezilmektedir; oysa hepimiz yara almaya adayız. Çünkü garibanlar örselendikçe, toplumun diğer fertleri risk altındadır; onlar, aldığı yaranın cerahatını daha çok da durumu iyi olanlara akıtmak isterler…Sosyal devletlerin, ezilmişi ve yoksulu desteklemesinin asıl nedeni, toplumu korumaktır. Güvenliği ve asayişi sağlamanın yolu, her vatandaşın asgari yaşam standardını karşılamaktır. Öyleyse toplumsal hastalıklar bulaşıcıdır; istemeseniz de virüse maruz kalabilirsiniz.Dahası var: Aile içi cinsel ilişki(ensest gibi gün yüzüne çıkmayan başka sapkınlıklar üzerine de çözümler düşünmeli.Çocuklarımızdaki duygusal boşlukların da kaçırılmaya zemin hazırladığını etüt etmeliyiz. Aile dışında macera aramaya yatkın çocuklar, genellikle duygusal boşluğu olanlardır. Dahası bunların ergenlik dönemlerinde sanal aşk bombardımanının etkisiyle arayışta olduklarını unutmamamız gerekmektedir.Hangi gerekçeyle olursa olsun evden kaçmaya meyilli çocuklar için dışarının tekin olmadığı bilinmeli ve bu bilgi insanımıza uygun yollarla işlenmelidir.Bazı marazi ruhsal hastalıklı kişilerin özellikle tecavüz için çocukları tercih ettiği bilgisi konusunda ebeveynler aydınlatılmalıdır. Bu tür sabıkalı kişiler topluma salıverilmemelidir. En azından tehlike odağı olduğu bilinerek kontrol altında tutulmalıdır.Asıl önemli bir değer husus: Cezalar rehabilite edilmeye dönük olmakla birlikte, yeterince caydırıcı olmalıdır.Son olarak, ülkemizde henüz fazla pek görülmemekle birlikte, beyaz yakalıların çocukları kaçırması bilmediğimiz bir facianın kapısını aralayacaktır. Organ mafyası olarak bildiğimiz durum, iyi ki henüz yok. Bu kadar bilinçsizlik ve tedbirsizlik ortamında çok canlar yanabilirdi. Ancak hırsız kapıya dayanmadan tedbir almalıyız.
Mert’lerin ve namertlerin haritası çıkarılsın: Çocuklar yarınımız
- Advertisment -
Önceki İçerik