Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIMilliyetçilik ve futbol

Milliyetçilik ve futbol

Sahadaki oyuncular arasında yerlisini ve millisini bulmak için artık uğraşmanız gerekti. Teknik direktörler de farklı ülkelerden; yerli ve milli değiller. Taraftarın kahir ekseriyeti ise sanırım yerli ve milli. Başka ülkelerden gelenlerin yetenekleri üzerinden zafer çığlıkları atıyorlar. Milliyetçilik bunun neresinde ve ne kadarında sorusunun cevabını size bırakıyorum!

Bu konuda çok yazıldı çizildi, evet biliyorum. Ama yazılacak daha çok şey olduğuna inanıyorum.

Bir dönem özellikle birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra öfkenin sahalara yansıtılarak sönümlendirilmesi işlevi futbola verilmişti. İş de gördü. İngiliz takımı Manchester City’nin Nazi artığı efsane Alman kalecisi Bert Trautmann (1923-2013) az öfke çekmemiş ve önce Yahudi cemaatinin sonra da İngiliz taraftarın afvına mazhar olarak halklar arasındaki ilişkilerin düzelmesine yaptığı katkı sebebiyle Britanya İmparatorluk Nişanı’na layık görülmüştü.

Bunlar futbolun güzellikleri. Daha binlerce örnek var.

Peki bugün? Futbol bugün halklar nezdinde özellikle siyasetçilerin körüklemesiyle ve tarih ders kitaplarındaki milliyetçi muharrik ifadelerle, benmerkezci söylemlerle oluşan korku ve nefretin sahaya yönlendirilmesi ve bu sayede sınırlandırılması işlevini görüyor mu yoksa aksi etki yapıp bu nefreti körüklüyor mu? Milliyetçi temelli futbol daha da ileri giderek bu nefretin saha dışına taşmasında araç oluyor mu? Ben bunlara gözlemlerim ve yaptığım okumalar vasıtasıyla evet diyorum. Bu konuda bir çok bilimsel kitap ve makale yayımlandı. Bunları da tekrar tekrar okumak lazım.

Biraz odaklanalım ve bir örnek olaya bakalım. Yunanistan’da ve Türkiye’de yaşayan milliyetçilerin futbolla ilişkileri nasıldır?

Geçenlerde Yunanistan’daki Olympiakos FC ile Fenerbahçe SK arasında UEFA kupası maçı yapıldı. Bu maçta taraftarların büyük kısmı karşılıklı hakaretler, küfürlerle nefret kustular. Açık ki taraftarların birbirlerini sevmemelerinin altında sadece futbol rekabeti bulunmuyordu. Ayrıca milli nefret de etken rol oynadı. Tekrar edeyim bu nefretin altında siyasetçilerin tahrikleri, tarih ders kitaplarının etkisi yadsınamayacak seviyede etkilidir. Halil Berktay hoca bu konunun uzmanlarından. Etki ölçümünde asıl o söz sahibi.

Biz o maça dönelim. Çok ilginç veriler var: Mesela sahada biri Fenerbahçe’de olmak üzere (Pelkas) sadece üç Yunanlı topçu vardı. Bu demektir ki oyuncuların neredeyse tamamı (istatistik böyle konuşur) arkaik Türk-Yunan düşmanlığından ve rekabetinden bihaberdi. Haydi haber verildiğini farz edelim, ‘Aman bu maç çok önemli, mutlaka galip gelmemiz lazım! Aramızda eskiden beri rekabet büyük’ dendiğini düşünelim. Buna rağmen sahadaki yabancı oyuncuların bu duyguyu hissettiklerini ve içselleştirdiklerini hiç sanmıyorum. Şöyle düşünün, Tutsilerle Hutular arasındaki veya Kaffirlerle Hotantolar arasındaki tarihsel nefret ve rekabeti bilsek bile ne kadar etkileniriz ve hissederiz? Sahadaki on dokuz topçu bu hissizlik içinde oynadılar. Takımlar tamamen uluslararası isterseniz uluslarüstü şirketler gibiydiler. Sahadaki oyuncular arasında yerlisini ve millisini bulmak için artık uğraşmanız gerekti. Teknik direktörler de farklı ülkelerden. Şimdi soruyorum Olympiakos ne kadar Yunan, Fenerbahçe ne kadar Türk takımı? Oyuncuların ezici bir çoğunluğunun yerli ve milli olmadıkları artık kesin. Teknik direktörler de çoğunlukla yerli ve milli değiller. Yönetim evet. Borsaya açıldıkları için takımların sahipleri muhtelif ülkelerden. Taraftarın kahir ekseriyeti ise sanırım yerli ve milli. Sahada paralı asker gibi profesyonel topçu tutup oynatıyorlar. Başka ülkelerden gelenlerin yetenekleri üzerinden zafer çığlıkları atıyorlar. Milliyetçilik bunun neresinde ve ne kadarında sorusunun cevabını size bırakıyorum! Ama benim gördüğüm futbolda çoktan milliyetçilik öncesi döneme dönülmüş durumda. Bu neredeyse Avrupadaki tüm futbol takımları için geçerli.

Bu aşamada bir önerim var: Oldukça aykırı.

Artık ülke ligleri bozulmalı, ilga edilmeli. Ülkelerin 1. lig takımları (toplam elli dört tane 1. lig var) (https://www.transfermarkt.com.tr/wettbewerbe/europa) hafta sonları kendi ülkelerindeki takımlar ile değil Avrupalı diğer takımlarla oynamalı. Yani tüm maçlar Avrupa takımları arasında yapılmalı. Avrupa’da bu sebeple ligler oluşmalı: 54 tane. 1. ligde en iyiler, 54. ligde en az iyiler olarak sınıflandırmalı. Her ligde farklı Avrupa ülkelerinden gelen yirmişer takım. Küme düşme ve yükseltmelerle ligler arası geçişler olmalı. Ülkelerdeki şu an mevcut 2. ve diğer alt ligler ulaşım masrafları sebebiyle yine korunabilir. Oradan yükselenler Avrupa’daki liglerin en altından yani 54. ligden başlayıp yükselebilirler.

Takımlar bazında milliyetçilik gütmek ve bu zihniyeti sürdürmek artık bir çok taraftara dar, sıkıcı ve anlamsız geliyor. Bu teşkilatı (organizasyonu) yürütmek ve başarmak zor mu olur? İnsan zekasıyla bunları eşleştirmek vs zor olabilir ama yapay zekayla hiç de zor olmayacaktır. Türkiye’deki takımlar hiç mi yükselip de 1. ligde oynayamazlar? Yooo, oynayabilirler. Her alanda olduğu gibi ülkeden çıkıp gerçek hayata atılmak iyidir. Boyumuzun ölçüsünü önce alırız sonra başarı için gayret göstermeye başlarız (bu tarihçiler için de gerekli ve iyidir!). Yat yat nereye kadar?

Ha, bu arada bütün lig maçlarından önce İstiklal Marşı okunmasının da milliyetçiliği körüklemesi meselesi ayrıca ele alınmalı. Hatırlatayım mesela Yunan milli marşında olduğu gibi bizimkinde de oldukça ötekileştirici ve içe kapanmaya sebebiyet verecek ifadeler var. Osmanlı Devleti’nden kopuşlarının anısına 1821’de yazılmış yüz elli sekiz kıtalık Yunanlılarınkinde birden fazla Allah lafzı geçiyor (bağlamlarına bakın lütfen) ve düşmanlık temelinde inşa edilmiş. Bizimkini de üşenmeyip siz inceleyin.

Milli takımlar arası müsabakalar ise bir miktar farklı. Bunlar tamamen halklar arasında mevcut arkaik düşmanlık ve nefret duygularını hatırlatıcı ve körükleyici işlev görüyorlar. Fransızlar Almanlara, Ermenilere Türklere vb. Milli takımlara (zorla değil) zorlama toplanan “milli” oyuncular (hepsi “yerli” ol(a)mayabiliyor, zira Avrupa’da veya başka bir kıtada top koşturabiliyorlar) kamplara alınıyorlar ve savaşımlarını sahada vermeleri için. Genel Kurmay Başkanları gibi teknik direktörler (bu arada bizimki yine I. Dünya Savaşı’ndaki gibi Alman ne hikmetse! Çok hikmetli, siz düşünüp bulun!) tarafından taktikle donatılıp motive ediliyorlar. Bu arada bir çok şehir kulüp taraftarı da milli takıma alınan oyuncularının milli maç uğruna bile olsa yorulmalarından dahi rahatsızlık duyuyorlar. Bırakın sakatlandıklarında ne kadar sinirlendiklerini…

Bütün bu milli müsabakaların da milli takımlar arasında yapılan Avrupa, Afrika, Asya, Amerika kupalarının da dünya kupalarının da artık ilga edilmesi gerekiyor. Bunların yerini şehir kulüplerinin müsabakaları almalı. Almalı ki dünya barışının tesisinin önündeki en ufak engeller, muharrik milliyetçi hisleri canlı tutan milli rekabete dayalı futbol müsabakaları dahi temizlensin. Mesela bunun yerine illa Afrika, Asya, Amerika ve dünya kupası düzenlenecek ise bunlar şehir kulüpleri arasında olmalı. Mesela Kayseri SK Tayvan’ın bir şehir kulübüyle dünya kupası elemelerinde eşleşebilmeli. Tek futboldaki temizlikle kalmayalım, bunu basketbola, voleybola, olimpiyatlara da taşıyalım. Kulüplerimizi ve bireyselliği ön plana çıkaralım.

Barış bizimle daim olsun!

- Advertisment -