1 Kasım seçimlerinden başarısızlıkla çıkan muhalefet partileri aradan geçen beş ay içinde AK Parti’ye dönen 4,5 milyon seçmen ve yaklaşık 9 puanın kökenini araştırıyor. Üretilen birçok komplo teorisi var ama bu araştırmada 7 Haziran'ı başlangıç noktası almanın yanlış olabileceği nedense hiç akla getirilmek istenmiyor.
Kabul etmek gerekir ki 7 Haziran'daki oy ve sandalye dağılımı pekişmiş bir tabloyu değil, sadece tomurcuklanan bir değişimi yansıtıyor. O bakımdan özellikle araştırılması gereken, bu değişimin 7 Haziran'dan bu yana neden olgunlaşamadığı, nedentersine dönerek AK Parti’nin 2011’deki oy oranına yeniden ulaşmasını sağladığı olmalı. Bu açıdan bakıldığında, oyları pek değişmemiş CHP’yi bir tarafa, 7 Haziran'da oy arttırıp 1 Kasım'da yitiren MHP ile HDP’yi de başka tarafa koymakta yarar var.
CHP’nin mönüsü
CHP uzunca bir süredir kemik seçmenine hitap ediyor. Bu seçmen fiks mönüsünde ne olursa olsun seçkin sayılan bir restorana gittiği için kendisini toplumun kreması gören bir müşteri topluluğunu andırıyor. Mönüyü tartışmasız Türkiye’nin en iyi mönüsü kabul eden, bunu böyle görmeyenleri aşağılayan, aşağılamaya gönlü elvermiyorsa onlar için içtenlikle üzülen seçkin bir müşteri grubu gibi…
1 Kasım seçimine giderken eşine dostuna CHP’ye oy vermesi için baskı yapan, bu baskıya boyun eğen ya da eğmiş gibi görünen birçok CHP’li tanıyorum. Ve seçim sonuçları belli olduktan sonra uykusu kaçan, sabaha kadar “Türkiye’nin hali ne olacak” diye düşünen, kendi kendini yiyen. İçtenliklerinden elbette kuşku duymamamız gereken ama başka partilere oy veren seçmenin bunu bilinçli yapmadığını düşünecek kadar mantıksızlık ölçüsünü kaçıran. Sonra da günlerce, seçmeni “AK Parti’ye oy vererek yanlış yapmaya sevk eden” nedenler üzerinde ciddi, ciddi anlamsız tartışmalar yapan.
Yeri geldikçe vurguladığım gibi, CHP’nin artık köklü bir değişim geçirmesi şart. Bir kere, kendisine takım tutar gibi sadakatle bağlı bu seçmenini, iktidar partisinin yaptığı her şeyin sistematik olarak yanlış olduğu gibi gerçekçi olmayan bir saplantıdan kurtarmalı. Bu strateji aslında kutuplaşmaya katkıda bulunarak partinin yeni seçmen kazanmasını engelliyor. Ayrıca doğru da değil. Çünkü AK Parti’nin iktidarda bulunduğu 13 yıl içinde Türkiye’nin demokrasi, ekonomi ve sosyal güvenlik alanlarında küçümsenmeyecek bir gelişim gösterdiği ortada. Bir muhalefet partisi bunları yok sayarak toplumda nasıl güven kazanabilir ki.
Geçen yazımda da belirttiğim gibi, CHP’nin böyle bir değişim göstermesi, bu dönemde AK Parti karşıtlığına kilitlenmiş “paralel yapı” olarak adlandırılan derin devlet odaklarıyla arasına mesafe koyması ve bu odaklarla mücadelede iktidar partisine destek olması gerekiyor. Çünkü dış destekli devirmeci politikalara ve özellikle aklı başında herkesi kaygılandıran “iç savaş safsatalarına” açıkça destek veren siyasi partilerin oy arttırmaları mümkün değil. Ne demek 2 Kasım tarihli Nokta’nın manşetinde yer alan “Türkiye’nin iç savaşının başlangıcı” başlığı? Bugünün Türkiye’sinde, genel seçimleri, karşısında olduğunuz bir parti kazandı diye iç savaş çıkacağını ima edecek kadar değersizleştiren, en hafif tabiriyle anti-demokratik bir yaklaşım olabilir mi?
CHP’nin bu tür yaklaşımlar karşısında iktidar partisiyle işbirliği yapması gerekir. “Bunlar bir zamanlar kol kolaydı” diyerek bu konuda AK Parti’yi suçlamak vetemas içinde olduğu derin devlet odaklarının AK Parti üzerinden Türkiye’ye savurduğu tehditler karşısında ellerini ovuşturmaktoplumun onaylayacağı bir tutum değil. O bakımdan oylarını arttıramamasının nedenlerini araştırırken, CHP’nin bu odaklarla ilişkilerini de sorgulamasında yarar var.
CHP için ayrıca yıllardır yinelediğim ve geçen yazımda da altını çizdiğim “evrensel ilkelere dayalı bir sosyal demokrat partiye dönüşme” çağrısı var. Bu partiye sosyal demokrasiden uzak olduğu ve bu yönde bir değişimi benimsemediği için oy vermeyenler olduğu nedense hiç hesaba katılmıyor. Partide bu kadar seçim kaybedildikten sonraşimdi bir de liderlik sorunu belirdi ama sadece Genel Başkan değiştirmekle CHP’nin iktidar olması mümkün değil. Sayın Kılıçdaroğlu seçildiğinde de aynı şeyi söylemiştim, yönetim kadrolarının değişmesi seçmene yeni bir aşçıyla aynı fiks mönüyü sunma anlamına geliyor. Oysa aşçıyla birlikte artık herkesin bıktığı bu mönünün değişmesi gerekiyor.
HDP ve MHP’nin mönüleri
Kabul etmek gerekir ki 7 Haziran'da oy kazanıp 1 Kasım'da bir bölümünü kaybeden HDP ile MHP’nin mönüleri birbirine taban tabana zıt iki seçmen grubuna hitap ediyor. Geçen dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulan önerileri bağlamında olsun, Batı’daki seçmene yönelik demokrasiyi önceleyen söylemleri boyutunda olsun, HDP’nin toplumsal tabanını genişletmeye yönelik bir mönüsü var. Bu partinin büyük sorunu, 1 Kasım'da oy kaybetmesinin de başlıca nedeni, silahlı mücadeleye dönen PKK’ya sadece söylem değil, maalesef daha ileri düzeylerde de verdiği destekle aslında “Syriza” değil “Batasuna” olduğunu ortaya koyması.
“Batasunalaşmış” bir HDP, ağzıyla kuş tutsa dahi oylarını arttıramayacağı gibi, MHP’nin seçmene sunduğu fiks mönüye de sürekli müşteri kazandırıyor. 7 Haziranı izleyen dönemde PKK’nın “devrimci halk savaşı” başlatmasının MHP’ye yaramamış olmasına aldanmayalım. Milliyetçi profile sahip seçmenin 1 Kasım'da MHP değil de, AK Parti saflarında toplanması aslında Sayın Bahçeli’nin hükümete fiili destekten kaçınmasından kaynaklandı. AK Parti’nin Çözüm Süreci’ni askıya alarak aynı dille cevap vermesi de sonuçta Çözüm Süreci’nden kaygı duyarak 7 Haziran'da MHP’ye giden AKP seçmeninin önemli bir bölümünün geri dönmesini sağladı.
Aslında bu dönemde çanların MHP için çaldığını söylemek çok da abartılı bir tahmin değil. Önümüzdeki dört yıl içinde yeni bir anayasa yapılması, Çözüm Süreci’nin yeni formatıyla tekrar başlaması ve PKK’nın silah bırakmasıyla sonuçlanması halinde, MHP’nin “daha az demokrasi” endeksli ve “aşırı güvenlikçi” olarak nitelenen politikalarının uygulanabilirliği kalmayacak. O bakımdan bu partinin aşırı bulunan Türk milliyetçiliğine dayalı politikasını daha kapsayıcı bir yaklaşımla “Türkiye milliyetçiliği” olarak yeniden tanımlamasında yarar var.
HDP’ye gelince, geçen yazımda da belirttiğim gibi, AK Parti düşmanlığı temeline dayanan politikasını bir tarafa bırakması şart. 7 Haziran'a giderken benimsediği bu politikanın yanlış olduğunu ve Kürtlerin hakları bağlamında olumlu bir sonuca ulaşma imkânının bulunmadığını defalarca yinelemiştim. Türkiye’de çözüm olacaksa, bu çözümün Meclis’te salt çoğunluğa sahip parti ya da partilerce olacağı aklın ve mantığın gereği. Bunu yapmadığı sürece HDP’nin seçmene sunduğu mönü ne kadar iyi olursa olsun, PKK’nın silahlarının gölgesinde oylarını arttırması mümkün görünmüyor.
Özet olarak belirtmek gerekirse, muhalefet partileri 1 Kasım'a giderken yine ayrı, ayrı ya da birleşerek inanılır ve güvenilir bir siyasi alternatif oluşturamadılar. Hatta bu yönde çalışmak yerine yine sadece AK Parti’yi iktidardan düşürmeye dayalı ortak bir stratejiye odaklandılar. Bu politikaya her nasılsa PKK ile aynı telden çalarak “iç savaş” gibi acımasız tezlerle hayat veren derin devlet odaklarına karşı seslerini yeterince yükseltmediler. Böylesine kaygı veren topyekûn saldırı karşısında seçmenin AK Parti saflarında bir araya gelmesi aklın ve mantığın gereğiydi.
Bu nedenle 1 Kasım seçimlerini geçen yazımda “aklın zaferi” başlığı altında değerlendirdim. Türkiye’de yaşayan insanların iç savaş çığlıkları atanlara, uluslararası medyada koro halinde Türkiye’yi karalayanlara karşı çıkması doğal değil mi? Bu sonuçların sürpriz sayılabilecek bir tarafı olabilir mi?
1 Kasım'da neden yitirdiklerini araştıran muhalefet partilerinin halka sundukları mönülerden, Türkiye karşıtlığına varan AK Parti düşmanlığı ortak seçeneğini çıkarmaları gerektiğini ne kadar kavradıklarını bilmem mümkün değil. Ama bu seçeneğin hiçbir zaman, hiçbir koşulda iktidar olamayacağından kuşkum yok.