Ana SayfaYazarlarMuhalif aydının 'evrensel ilkeleri'

Muhalif aydının ‘evrensel ilkeleri’

 

Seküler kesimde yer alan aydınların, son yıllardaki muhalif tutumlarını meşrulaştırırken neredeyse istemsiz olarak başvurdukları bir yönteme tanık olduk. Onlar, iktidar mücadelesinin reel sorunlarını yok sayarak soyut ilkeler üzerinden konuşmayı tercih eder oldular. Böylelikle, hem evrensel demokratik değerlerin sözcülüğü gibi dokunulmaz bir kaleye sığınma, hem de politik gerçekleri dilediklerince çarpıtma ya da görünmez kılma konforunu edindiler. Bu, onlara, cephe açtıkları AKP iktidarına karşı oldukça işlevsel bir konum sağladı.

 

Örneğin, aylarca süren Gezi olayları boyunca “protesto hakkı”, “ifade özgürlüğü” üzerinden bir dil kurdular ve hükümetin tutumunu gayrı meşru ilan ettiler. Yaşanan can kayıplarından sadece iktidarı sorumlu tuttular. Protestonun şiddet içeren karakterini görmezlikten geldiler. Eylemlerin, büyük ölçüde kendiliğindenlik karakteri gösteren ilk günlerindeki barışçı özelliklerine yaslandılar ve evrildiği yönü ve niteliği görünmez kılmaya çalıştılar. Ortada protesto hakkını şiddetle bastıran ve göstericilerin hayatına kasteden acımasız bir iktidar vardı. Muhalif aydınlar bu değerlerin savunucusuydu.

 

İktidarın; Gezi’nin öncesinde, başlangıcında ve devamında birçok yanlış yaptığı açıktı. Fakat ilk günlerin ardından, iktidarla sokak üzerinden şiddete dayalı bir hesaplaşma çizgisinin eylemlere egemen olduğu da gerçeğin diğer yüzüydü. Muhalif aydınların “ilkesel bakışı” bu realiteyi hakkaniyetle tartışmalarına “izin vermedi”!

 

Fakat bu tutum esas olarak 17-25 Aralık girişiminde zirve yaptı. Küresel bağlantıları kuşku götürmez sızmacı bir örgütün yargı ve güvenlik bürokrasisini nasıl kuşattığı; seçilmiş hükümetle açık bir iktidar mücadelesine girdiği ayan beyan ortaya çıkmışken “evrensel değerler” yine devreye girdi. “Yargı bağımsızlığı” adına “hukukun üstünlüğü” savunuculuğuyla, “temiz eller” talebiyle, bu açık iktidar mücadelesinde, son derece karanlık, konspiratif bir örgütün yanında yer alındı. Yargı ve güvenlik bürokrasisinin bu sızmacı otonom örgütün elinden kurtarılmadan ne hukuk devletinden ne de bağımsız ve tarafsız işleyen bir yargı sisteminden bahsedilemeyeceği açık seçik ortadayken, biz “evrensel ilkelerin” bu ürpertici realiteyi çarpıtmak ve gizlemek için kullanıldığına tanık olduk.

 

Aslında gördüğümüz şey, politik angajmanın yol açtığı bir iflas durumuydu. Muhalif aydınlar, savunur göründükleri “evrensel değerler”den hareketle politik tutum almıyorlardı. Mekanizma ters işliyordu. Politik tutumları nedeniyle “evrensel değerler” üzerinden konuşuyorlardı. Önce gelen muhalif tutumdu. Evrensel değerler ise hasıma karşı bir söylemsel silah…

 

Bugün de benzer bir resim var karşımızda. Muhalif aydınlar “savaşa karşılar”. “Yaşam hakkını” savunuyorlar. Fakat nedense PKK’nın bölge politikaları, iktidar stratejileri hiç sorgulanmıyor bu savaş tartışılırken. “Demokratik özerklik” ne anlama geliyor? Bölgede mahkemeler kurmak, vergi toplamak, fiili iktidar oluşturmakla silahlı çatışma arasında bir ilişki yok mu? Silahı siyasetin aracı olarak kullanmak meşru mu?

 

Bu sorulara açık cevaplar yok “ilkesel” aydınlarımızın seslenişinde.

 

Onlar bu savaştan da sadece politik hasımlarını sorumlu tutuyorlar.

 

Soyut değerler bir kez daha dibine kadar reel politikanın ucuz araçlarına dönüştürülüyor.

 

Bunu yapanlara bizim ülkemizde “muhalif aydın” deniyor…

 

- Advertisment -