Prolog
– “Bu, avuç kadar mağarada
ne kadar çok ayna var, be beybaba!
hem mağarayı, hem dip köşe
bütün bir kainatı
irili ufaklı, boy boy
bin parçaya ayıran
bu ne kadar çok ayna!”
– “Başlangıçta bir tek aynam vardı,
bir tek ayna, a oğul,
ruhumun eczasını sır olarak kullanıp
kendi ellerimle yaptığım
ve yüklenip sırtıma, ömür boyu
yollarda gezdirdiğim
– belki boyumdan biraz büyük –
bir tek ayna…
Ama kendimi yollarda kaybolmuş hissettiğim
zor günlerden birinde
yolun kıyısına indirdiğim aynanın
benimle beraber, artık
arkamdaki dağları, tepeleri,
çölleri, vahaları,
teptiğim kıvrım kıvrım yolları
ve yollardaki öteki yolcuları değil,
yalnız beni, yalnız beni
göstersin arzusuna kapıldım
ve hemen bir mağara bulup,
sırtımda kader gibi gezdirdiğim aynayı
oraya hapsetme düşüncesiyle o gün
zilzurna sarhoş oldum.
Ama heyhat, ama heyhat,
aynacı dükkânın sahibi
ve aynacılık sanatının ustası
bu yakıcı tutkumun bedelini
bana hemen ödetti o gün:
Sıtımda boy aynamla gireyim derken
bulduğum ilk mağaradan içeri
eşikte takılınca ayağım
iplerini koparıp, sırtımdan sıyrılan ayna
ve aynayla birlikte
kendimle sınandığım dünya
bir anda bölündü bin parçaya.
Aynalarımın işte böyle sayısız
ve kimi hançer, kimi kılıç,
kimi ruha dişlerini geçiren,
yüreği delip deşen kirli kinayeler gibi
keskin, sivri ve somurtkan olması
işte bu yüzden, oğul,
işte bu yüzden,.
10 Kasım 2018
‘Münzevinin Aynaları’ Kitabı