Bir hafta kadar önce yine bu köşede yayınlanan Musul’da ve aslında herşeyin en başında… yazımda, harekâtın başlangıcında IŞİD’in başka birçok yerde yaptığı gibi Musul’dan da savaşmadan çekileceği yolunda haberlerin geldiğini yazmıştım.
Ancak yine aynı yazıda dikkat “uyuyan hücre”lere çekiliyor ve bunların hareketlenmesinin IŞİD’ın direnişe geçtiği anlamını taşıyacağı belirtiliyordu.
Bilindiği gibi bu hareketlenme, birkaç gün önce Kerkük’te gerçekleşti.
Saldırı, bir kısmı uyuyan hücre üyesi olan, bir kısmının ise (saç, sakal ve kılıklarından anlaşıldığı üzere) Kerkük’ün 50 kilometre kadar uzağında, IŞİD kontrolündeki bölgeden sızdığı anlaşılan 60 kadar militanca gerçekleştirildi ve yirminin üzerinde insanın hayatına maloldu.
Ayrıca koalisyon güçleri, Musul çeperinden kente doğru ilerlerken de bazı bölgelerde sıkı bir direnişle karşılaştı.
IŞİD, ilerleyen Peşmergeye yirmiden fazla bombalı araçla intihar saldırısı düzenledi, ancak saldırıların bekleniyor olması, arazinin düzlüğü, koalisyonun hava ve topçu desteği gibi faktörler yüzünden, bu taktiklerinde pek başarılı olamadı.
Büyük şok yaratan Kerkük saldırısının öncülü ise, hızla akan gündem ve çatışma haberleri yoğunluğu içinde bugün artık pek hatırlanmayan IŞİD’ın Kobani saldırısıydı.
Geçen yıl gerçekleşen bu saldırıyı anlatmaya, karar.com’daki Bir hastane yıkıntısının altındaki gerçek yazımda şöyle başlamıştım:
“Kürtler’in Stalingradı” Kobani, 25 Haziran sabahı IŞİD militanlarının saldırısıyla sarsıldı.
Üç koldan kasabaya on araçla giren ve bir kısmının da zaten şehir içinde uyuyan hücreler olduğu söylenen militanlar, zincirleme bir saldırı eylemi başlattı.
Birkaç intihar saldırısı oldu, sokaklarda insanlar tarandı, bir köy halkı (Berxbotan), onu koruyan 6 kişilik YPG müfrezesi de dahil tümüyle katledildi ve üç gün süren bu çatışma, bir önceki savaşta da adı geçen, şehre hakim Miştenur tepesindeki eski bir okul binasına eklemelerle yapılan hastanede sonlandı (http://www.karar.com/yazarlar/firat-erez/bir-hastane-yikintisinin-altinda-kalan-gercek-389).
IŞİD militanlarının aşağı yukarı Kerkük’e yaptıkları saldırıda kullandıkları kadar bir güçle gerçekleştirdikleri bu Kobani saldırısı da aslında bir toplu intihardı ve 228 kişinin hayatına mal olmuştu.
Olay gerçekleştiği günlerde PKK-PYD saflarında ciddi bir sarsıntıya sebep olmuş ve iki örgütün birbirini suçlaması medyaya da yansımıştı.
Saldırı, YPG’lilerin IŞİD militanlarının son sığınağı olan Kobani’ye hakim bir tepedeki Miştenur hastanesinin bütün bir kanadını havaya uçurmalarıyla sonlanmıştı ve IŞİD’in elinde bulunan rehinelerin de bu saldırıda YPG tarafından feda edildiği o sırada hayli konuşulmuştu.
Konuyla ilgili ikinci yazım Miştenur Hastanesi yıkıntısının altında ne var? başlığını taşıyordu. Özellikle bu konuyu inceliyor ve PKK medyasında önce “biz patlattık” diye verilen haberin nasıl “IŞİD’ciler kendileri patlattı”ya döndüğünü anlatıyordu. Yazı, bizzat PYD sözcüsü Ömer Alluş tarafından “biz yaptık!” diye detaylarıyla açıklanıp üstlenilen patlamanın sorumluluğu, ne oldu da IŞİD üzerine yıkılıverdi? Miştenur Hastanesi yıkıntısının altında ne var? diye son buluyordu (http://www.karar.com/yazarlar/firat-erez/mistenur-hastanesi-yikintisinin-altinda-ne-var-390).
Kerkük saldırısı da orada kalmadı. Birkaç gün sonra şu haber geldi: Daeş militanları Anbar şehrinin batısındaki Rutba’ya şok saldırı gerçekleştirerek, kenti büyük ölçüde kontrolü altına aldı (http://www.yeniakit.com.tr/haber/daes-hic-beklenmedik-bolgeden-saldirdi-226121.html).
Bu veriler ve Musul’un IŞİD’e büyük avantaj sağlayan bir milyonluk nüfusu gözönüne alındığında, belli ki bu sefer kent kanlı bir savaşa sahne olacak ve çatışma özellikle kentin yoğun yerleşim bölgelerinde şiddetlenecek.
Altına büyük miktarda patlayıcı yerleştirilmiş yollar, keza ağzına kadar patlayıcı dolu evler, nereden atış yaptığı belirlenemeyen keskin nişancılar ve şimdiden tahmin etmesi zor başka tuzaklar, kenti IŞİD’dan temizlemeye gelen güçleri bekliyor olacak.
Ve muhtemelen bu güçlerce hedef alınacak hemen her yerde siviller de olacak.
Bu takdirde, hava saldırısı ve topçu ateşi gibi, yerde yüz yüze gelinmeden ve karşı ateşe maruz kalmadan icra edilebilecek askeri harekâtın uygulanma şansı oldukça azalıyor.
Geriye kalan alternatif, en azından Musul mahallelerine yaklaşırken uygulanacak zırhlı birlik harekâtı.
O zaman da, yukarıda bahsedilen IŞİD tuzaklamaları, ATGM’ler (menzilleri 5 kilometre civarında olan güdümlü tanksavar füzeleri) ve sniper atışları devreye girecek.
Kara savaşlarının en karmaşık ve hassas türü olan zırhlı birlik harekâtının, Peşmerge ve Irak ordusu güçlerince ne derece başarıyla uygulanacağı ise ayrı bir tartışma konusu. Bu güçler neyi nasıl yapacaklarını Musul önlerinde yeterince tecrübe etme fırsatı bulacak.
Asıl soru sivilleri nasıl sakınacakları.
Savaşan güçleri Musul önlerinde oldukça zor günler bekliyor gibi görünüyor ama bu, olası hikâyenin en korkutucu bölümü değil.
Asıl büyük kaos olasılığı, şimdilik farklı yönlerden Musul’a ilerleyen, dişlerine tırnaklarına kadar silahlı iki büyük ve birbirinden nefret eden gücün, Sünnilerle Şiilerin kentte karşılaşması üzerinden şekilleniyor.
Bölgenin bu hale gelmesinin en büyük sorumlusu olan ABD, elinden geldiğince sahadaki güçler arasında bir denge oluşturmaya çalışıyor ve şimdiye kadar bunu başarıyormuş gibi görünüyor.
TSK bölgeye bir günlük uzaklıkta, askerini fiilen savaşın içine sokmaksızın topçu atışlarıyla destekte bulunuyor ve hava saldırılarına da katılacağı belirtiliyor. Ama bir taraftan da Cumhurbaşkanı Erdoğan toplumu açıkça savaşa hazırlıyor.
“Musul bizimdi” diyor Erdoğan ve ardından da “sınırlarımızı gönüllü olarak kabul etmiş değiliz”i ekliyor.
Bir “hak iddiası” gibi görünen bu sözler, aslında Türkiye’nin kararlılık gösterisi.
Toplum üzerindeki etkisini herkesin bildiği Erdoğan, muhtemelen,“Musul meselesi istediğimiz gibi ilerlemezse Türkiye çatışmaya girmekten çekinmeyecektir ve toplum da buna hazır” demek istiyor.
“İstediğimiz gibi ilerlemezse” kısmı açık.
Çoğunluğu Şiilerden oluşan Irak ordusu ABD kontrolünde olduğu ölçüde ve sürece bir derecede güvenilir kabul edilse bile, IŞİD’ın aynadaki Şii görüntüsü sayılan Haşdi Şabi’nin Musul’a girmesinin bir felaketi tetikleyeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
ABD’nin Irak işgali sonrası kurgulanan Irak hükümeti Sünnileri ezdi ve ortaya IŞİD çıktı. IŞİD’ın Şiileri katletmesine tepki olarak da Haşdi Şabi ve benzerleri doğdu.
Şimdi ABD’nin, yarattığı tüm bu canavarları ortadan kaldırma (kaldırılmasına öncülük etme) şansı var — ama bunu başarabilecek mi? Pek kesin değil.
Konuyla ilgili olumlu hisler beslemeyi mümkün kılacak biricik olgu ise, en başta Türkiye olmak üzere, bölgedeki hemen tüm aktörlerin, bu istekte ABD ile buluşuyor olması.
Belki tek bir aktör hariç: İran.
İran ve kontrolündeki paramiliterlere çok dikkat edilmesi gerekiyor.