Sakarya’nın Hendek ilçesinde bulunan havai fişek fabrikasında meydana gelen patlama 7 ailenin ocağına ateş düşürdü, 126 işçi de ölümün kıyısından döndü.
Daha ilkinin acıları dinmeden, bu kez fabrikadaki patlama ve yangının enkazı altında kalan 1,5 ton havai fişeğin, kontrollü imha için taşocağına götürülürken patlaması sonucu patlayıcı madde imha timinden 3 jandarma personeli yaşamını yitirdi. Ayrıca 11 jandarma personeli ve kamyon şoförü yaralandı.
Yürekleri yakan bu patlamalar inanılmaz ciddiyetsizlik, sorumsuzluk, insan hayatını hiçe sayma, ihmal ve denetimsizliği ortaya döküyor.
Taşocağında yaşanan patlamaya dair eksiklik, dikkatsizlik ve ihmallerin de çok kısa zamanda bütün boyutlarıyla ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Ölüm göz göre göre geldi
İş güvenliği sicili olağanüstü bozuk olan bu işverenin fabrikasında yaşanan son patlamadan hareketle bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
İşverenin ve yönetim kadrosunun işçilere dayatılan üretim kotasını doldurmak üzere baskı yaptığına ve tedbirler konusunda uyarıları dikkate almadığına işaret ediliyor.
Tehlikeli bir maddeyle yapılan üretimin gerektirdiği disiplin, iş güvenliği ve dikkatten uzak tutumlar, ne yazık ki asgari ücretle çalışmaya mecbur ve mahkûm olan işçileri göz göre göre korkunç bir ölüme götürdü.
Patlama sonrasında gazetecilerin idari kadroyla, yaralanan işçilerle, orada çalışmış olup ayrılanlarla yaptığı konuşmalar ve gözaltına alınıp tutuklananların kamuoyuna yansıyan ifadeleri son derece ibret verici. Böyle tehlikeli bir sektörde üretim yapan fabrika için her biri başlı başına soruşturma konusu olacak sayısız denetimsizlik, ihmal ve ihlal söz konusu.
Üstelik bu durumun son günlere mahsus olmadığı, siparişleri yetiştirmek ve maliyetleri düşürmek uğruna sürekli böyle yapıldığı anlaşılıyor. Meğer işçilerin hayatı pamuk ipliğine bağlıymış.
Denetimden fabrika kaçırma
Yine, çıkan haberlere göre Sakarya İl Emniyet görevlileri tarafından yapılan resmi denetimlerin günü, önceden işverene ve fabrika yönetimine muntazaman sızdırılıyor. Bu nedenle, yapılan denetimler usulü yerine getirmekten öteye gitmiyor. Fabrikayı, durumdan şikâyetçi olanın kendini kapının önünde bulacağı korkusu sarmış.
Haftada üç gün fabrikada denetleme görevi yapan personel işçilere çok fazla malzeme verildiğini ve üretimi artırmaları için zorlandıklarını açık açık söylüyor. “Burası patlayacak, bir şeyler yapın” diye yalvaran işçiler, ne yazık ki hayatları pahasına haklı çıktılar.
Denetleme görevlisi denetlenecek yerleri kendisinin seçemediğini, fabrika yönetiminin gösterdiğini ifade ediyor. Örneğin, üretim atölyelerinin hemen yanındaki barut deposunu asla göstermediklerine işaret ediyor.
İşçilerin kişisel koruyucu ve donanımları yok, ciddi bir güvenlik eğitimi almamışlar. Bütün bunların tutanaklara geçirilmesine asla izin verilmemiş.
Fabrikanın yönetmeliklere uygun denetimden kaçırıldığı, bu nedenle de işçilerin göz göre göre felakete sürüklendiği yönünde iddialar var.
“Milli ve yerli” ve camia mensubu… daha ne olsun!
MÜSİAD Sakarya Şube Başkanı Yaşar Coşkun ve ailesine ait olan fabrika son 14 yılda 7 kere patlama ve yangın geçirmiş. Ölümler ve yaralanmalar olmuş. Anlaşıldığı kadarıyla, her seferinde işveren, bir yolunu bulup fabrikanın adını ve yerini değiştirerek aynı düzenle yoluna devam etmiş.
Hatta, bu patlamalardan birinde ölen işçinin geride kalan karısı, kardeşi ve biri ölümden sonra doğan olmak üzere çocuklarından tazminat almak üzere dava açmayı da ihmal etmemişler.
İçişleri Bakanı’nın fabrikadaki patlamaların ve yangınların alevi göklere yükselirken “Biz o fabrikayı Mart ayında denetlemiştik” gibi, ima yoluyla sanki sorunu başka yerlerde aramaya davet eden bir bilgilendirme yapması, o gün hemen herkesin dikkatini çekmişti.
Gelişmeler alışkın oldukları minvalde gitseydi, belki de olan biten her şey kayıtlara “iş kazası” diye geçecek ve konunun üstü bir biçimde örtülecekti. Fakat, gidişatı taşocağındaki ikinci patlama değiştirdi. Bu kez de ciddi can kayıpları ve yaralanmalar yaşanınca, Süleyman Soylu “Fabrika kapanacak” dedi.
Yanlış anlaşılmasın…
Bu açıklama, iktidar çevrelerinde hayli itibar sahibi olduğu anlaşılan işveren Yaşar Coşkun ve fabrikasının kollanmasına son verildiği gibi yorumlanmaya çok müsaitti.
Camiadan muteber bir sermayedar için geliştirilen, “Bizi havai fişek alanında Çin’e muhtaç olmaktan kurtaran yerli ve milli bir kuruluştur” hikâyesi, belli ki epey zamandır iş yapıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha patlamalar olurken ve yangınlar sürerken, fabrikanın sahibini bizzat telefonla araması da tam bu bağlama oturdu, haklı sorulara ve eleştirilere yol açtı.
Hele MÜSİAD’ın genel başkanı ile çok sayıda şube başkanının, makam araçlarıyla yıldırım hızıyla bölgeye gelmeleri inanılmazdı. Fabrikanın sahibine apar topar moral ve dayanışma yemeği düzenlemeleri, olağan insani değerlerin ve ahlak ölçülerinin çok ötesine varan bir girişimdi.
Ders alınır mı, bilmem ama…
Bu vahim olayın işaret ettiği çok şey var aslında.
Örneğin, işçilerin sendikasız oluşu ve kurulması için çaba gösterenlerin barındırılmaması işlerin bu noktaya gelmesinde önemli bir etken. Sendika gibi kurumsal yapıların, güvenlik denetimi, güvenlik eğitimi, donanımların temini, kapasiteyi aşan üretim zorlamasına meydan vermeme, sahte denetimlerin önüne geçme gibi hususlarda çok etkili olacağı aşikâr. Burada işçiler, işveren ve fabrika yöneticileri karşısında, o işe muhtaç çaresiz kişiler durumunda kaldılar.
Diğer önemli nokta, denetleme sorunu. Devlet kurumlarının denetleme işlevi, kayırma, kollama ve menfaat temini gibi nedenlerle yürümüyor. Soma, Davutpaşa ve en son Hendek olayları devlet eliyle bunu yeterince gösterdi. Ya da en azından yeterli olmadığını ortaya koydu. Bunun önüne geçilmesi için meslek odaları gibi bağımsız kurumların bu alanda rol sahibi olmaları bir çözüm yolu olabilir.
Son nokta olarak, Coşkun havai fişek fabrikalarında daha önce yaşanan patlamaların, ölüm ve yaralanma olaylarının yeniden yargı konusu haline getirilmesi birçok ilişki ve haksızlığı açığa çıkarabilir. Herkese ders olması için bu yönde adım atılmalıdır.