Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINahda ve Gannuşi

Nahda ve Gannuşi

Nahda diğer İslami akım ve örgütlerden farklı bakış açısına sahip. Burgiba ve Bin Ali, bir türlü herkesi içine alacak bir ulusal/milli kimlik inşa edemediler. Nahda’nın referansının İslam, makro düzeyde birlik idealinin “ümmet/bölgesel entegrasyon (İttihad-ı İslam)” olması ve Mısır İhvanı’yla olan fikri akrabalığı onun belirgin özelliği olarak öne çıkar. Ancak “insan” denen aktörün bazen tek başına belirleyici olabileceğinin somut örneği muhtemel badireleri akıllılıkla atlatan Nahda’nın Raşid el Gannuşi’dir. Hiç kuşkusuz Gannuşi olmasaydı, Nahda da diğer birçok hareket gibi tekçi, mutlakiyetçi, istilacı ve otoriter bir karaktere sahip olurdu.

Bir sorun yerli yerinde duruyorsa, sorun olmaya devam edecektir. Harici ve kaba gücün devreye girmesiyle, işgal altındaki bir toprak üzerinde yaşayan bir halk –mesela Filistin ve Filistinliler-, bir süre sindirilse de, tekrar işgalciyi kovmaya kalkışacaktır, bu Tunus için de geçerli sosyal teamüldür. Her ne kadar haksız yere liderleri Raşid el Gannuşi hapiste ise de Tunus siyasetinin ana aktörlerinden ve belki de gelecekte Ortadoğu’nun siyasi geleceğini belirleyecek faktörlerden biri Nahda’nın siyaset yaklaşımı ve modelidir. Bu bir yönüyle harici gelişmelere bağlı olduğu kadar, Nahda’nın alacağı tutuma da bağlıdır. Ortadoğu’da izleyebildiğim, Tunus’ta gözleyebildiğim kadarıyla Türkiye dahil İslam Dünyası’nda şekillenecek siyasetin son umut halkası buna bağlı görünüyor, benim önerdiğim Medine Sözleşmesi’yle de yakın ilgisi var..

Yaklaşık iki yüz seneye yaklaşan mücadele bize deneysel olarak şunu göstermiştir: Sünni havzanın hala fikri, kelami ve fıkhi zeminde arayış içinde olabileceği ciddi kritiğe ve katkıya muhtaç model Müslüman Kardeşlerin modelidir, İran İslam devrimi de İhvan’dan etkiler almış, İhvan’la birçok noktada örtüşme içinde olmuştur; erken sayılacak dönemde Seyyid Kutup’un Fi Zilali’ni İmam Humeyni’den sonraki Velayet-i Fakih, Seyyid Ali Hameney Farsçaya çevirmiştir. 

Müslüman Kardeşler (İhvan), kazandıkları demokratik seçim dolayısıyla 1992’de Cezayir’de darbe ile dağıtılmak istendiler, Mısır’da ağır bir darbeye maruz kaldılar (2013), Tunus’ta Gannuşi’nin hapse atılması da aynı suç (!) dolayısıyladır(2023), Filistin’de dünyada temiz vicdanları harekete geçirip İsrail’e askeri olarak da kök söktüren; Sünni, Şii, Zeydi ittifakını sağlayan İhvancı Hamas, Mahmut Abbas ve şürekasından ve siyonist İsrail’den de çok daha demokrattır, 2006’da  Jimmy Carter’in gözlemci olarak katılıp “Seçim düzgün oldu” diye rapor verdiği seçimleri kazandı, ertesi gün İsrail 45 milletvekilini hapse attı. Bu yüzden Filistin mücadelesinin yegane meşru temsilcisi Hamas ve bileşenleridir, 

Şairin “ve daara’z zamanu a’la Dara (Zaman Dara’nın aleyhine döndü, Dara’yı çemberine aldı)” dediği gibi bütün bu olumsuzluklara rağmen İhvan, modern zamanlarda müslümanların umudu ve siyasi mücadelelerin ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

Mısır ve diğer müslüman ülkelerde İhvan tecrübesi üzerinde oryantalistler ve batılı İslamologlar çok yönlü araştırmalar yapmışlardır, el’an da yapmaya devam ediyorlar. Radikal müslümanlar, Suud-Körfez ve Amerika ile İsrail’le iş tutan Selefiler, muhafazakarlar, sağcılar, gizli veya kripto milliyetçi/kavmiyetçi İslamcılar küresel ve bölgesel zorbalarla uzlaşırken, sadece İhvan direnmeye devam ediyor. Bölge monarşilerini korkutan sadece Hamas’ın İsrail karşısında askeri mukavemet göstermesi değil, demokratik seçimleri yönetimin vazgeçilmez şartı saymasıdır. Bu açıdan İhvan ve yaşadığı, bugün de yaşamakta olduğu tecrübe üzerinde durmak gerekir.

Mısır’da Sisi’nin yaptığı kanlı darbeden sonra, Nahda’yı Tunus’ta nelerin beklediği merak konusuydu. Şartlar farklıydı ama İslamcı siyasetlerin ve akımların hasmı olan Körfez monarşileri ve diğer otokrat yönetimler Tunus’ta başarılı bir İslami model koymalarına izin vermeyecekti. 

Peki ne olabilirdi?

Kafamda bu soruların cevabını aramak üzere ilki 1994’te Londra’da ziyaret ettiğim Raşid el Gannuşi’den bu soruların cevaplarını almak üzere Kasım-2015’te Tunus’a gittim, Şeyhi Nahda’nın merkezinde ziyaret ettim. Beni izzet ve ikramla karşıladı, halimi hatırımı sordu, hemen konuya girdim, çünkü beni onunla görüştürmek istemeyen birilerinin olduğunu farketmiştim.

Merak ettiğim ikinci konu ise, o sırada Tunus’lu dört sivil kuruluşunun “Barış Ödülü”nü almış olmalarıydı. Bu kuruluşlar ne yapmışlardı da, bu ödüle hak kazanmışlardı? Bunun cevabını Gannuşi’den değil, kuruluşların yetkili şahıslarından alacaktım, bu görüşmeleri de yazacağım, inşaallah.

İlkin şu durum tespiti yaptık: Mısır’da kanlı bir darbe olmuşsa da, 2015’te genel kanaate göre Tunus’ta bir darbenin veya bir iç çatışmanın vuku bulması iki açıdan zor görünüyordu: Biri Tunus, ucuza mal üretip dünya piyasalarına süren Avrupalı şirketlerin merkezlerinden biridir; diğeri Burgiba zamanından beri Afrika’nın güvenilir bankaları burada bulunur; Batılılar da Tunus’un bir kargaşaya sürüklenmesini istemezler. Tunus küçük bir ülke, petrolü yok. Petrolü olsaydı Libya gibi olabilirdi. Ancak en önemli etkenlerden biri Nahda’nın geliştirdiği “uyum politikası”yla bir iç kargaşa veya Mısır’da bir askeri darbeye mahal bırakmamasıydı. Nahda buna çok gayret etti ama İhvan’ın siyabette etkin olmasını istemeyen bölgesel ve küresel güçler ona bu imkanı vermek istemedi.

Nahda diğer İslami akım ve örgütlerden farklı bakış açısına sahip. Burgiba ve Bin Ali, bir türlü herkesi içine alacak bir ulusal/milli kimlik inşa edemediler. Nahda’nın referansının İslam, makro düzeyde birlik idealinin “ümmet/bölgesel entegrasyon (İttihad-ı İslam)” olması ve Mısır İhvanı’yla olan fikri akrabalığı onun belirgin özelliği olarak öne çıkar. Ancak “insan” denen aktörün bazen tek başına belirleyici olabileceğinin somut örneği muhtemel badireleri akıllılıkla atlatan Nahda’nın Raşid el Gannuşi’dir. Hiç kuşkusuz Gannuşi olmasaydı, Nahda da diğer birçok hareket gibi tekçi, mutlakiyetçi, istilacı ve otoriter bir karaktere sahip olurdu. Bu bir avantaj olduğu kadar dezavantajdır da, zira Gannuşi vefat edecek veya Nahda üzerindeki etkisi azalacak olsa söz konusu “birlikte yaşama fikri”nin devam edip etmeyeceğini bilinemez.

Sömürgecilik ve istibdat döneminde ortak düşman Fransa veya Burgiba-Bin Ali’ydi, devrimden sonra herkes kendisi oldu ve bu da aradaki derin farklılıkları, çatışma potansiyellerini açığa çıkardı. Laik (liberal, sol, komünist ve milliyetçi) kesimlerin İslamcı Nahda’ya ilişkin rezervlerinin bir kısmı genel ve oluşturulmuş algıdan öteye geçmiyordu: “İslamcılar gelirse totaliter rejim kurup yaşama biçimimize müdahale edecek!” Tabii ki Nahda’nın içinde de bunu pekiştirecek bazı unsurlar yok değildi. Dahası, Nahda’dan ilk başbakan seçilen Hammadi Cibali, göreve başladığı ilk günlerde “VI. Halife Tunus’tan çıkacak” dedi. Buna göre Dört Halife ve Ömer bin Abdülaziz’den sonra raşid VI. Halifeyi çıkarıp İslam alemini bayrağı altında toplayacak olan zat Tunuslu olacaktı. Bu demeç tepkilere yol açtı, sonraları  düzeltilmeye çalışıldıysa da bu sefer Nahda “Padişahlık peşinde koşan Yeni Osmanlıcı Türkiye’nin Tunus ayağı” diye suçlanmaya devam etti. Tunus ve Mısır’da İhvanı yargılayan mahkemelerin suç delili olarak öne sürdükleri arasında “Türkiye ile bağlantılar” veya “Türkiye’nin ülke içindeki uzantıları” suçlamaları dikkat çekiciydi.

- Advertisment -