Son yazılarımda Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP), salt kendi laik-seküler tabanının duymak istediklerini tekrarlayarak seçim kazanma ihtimalinin olmadığını… Parti tabanının da bunu nihayet (ve mecburen) idrak etmekte olduğunu ele aldım.
Aslında, CHP liderliği Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığından itibaren ürkek adımlarla olsa da parti tabanını bu yönde ‘eğitmeye’ çalışıyordu. Ne var ki, hakikatin parti tabanının kafasına dank etmesi, ancak iktidar için yüzde 51’in şart haline geldiği yeni sistemle mümkün olabildi. O sayede, Muharrem İnce, “CHP’de yürek soğutan fakat iktidar getirmeyen söyleme mecburi veda” başlıklı yazımda da dile getirdiğim gibi (Serbestiyet, 7 Mayıs) parti tabanının tepkisinden ürkmeksizin konuşabilen ilk CHP’li oldu:
“CHP’nin çekirdek seçmeni artık iktidar için sadece laiklere seslenen ve onların yüreğini soğutacak tarzda konuşan liderlerin yetmeyeceğine inanıyor ve gönülsüz de olsa, liderlerinin seçim kazandıracak yeni bir söyleme geçmelerine razı oluyor; o söylem, eskisi gibi yüreklerini soğutamasa da… Muharrem İnce’nin Kürtlerle ve muhafazakârlarla ilgili olarak, taban tepkisinden hiç korkmadan hayli radikal bir dile yönelmesi biraz da tabandaki bu mecburi kavrayıştan kaynaklanıyor.”
Büyük uyum…
Fakat yalan değil, ben CHP tabanının bu kadar az zamanda bu kadar büyük bir uyum gösterebileceğine inanmıyordum. Muharrem İnce neler neler diyor, neler neler yapıyor da CHP tabanının gıkı çıkmıyor.
CHP’yi ve tabanını ele alan zikrettiğim yazıların sonuncusunda, Muharrem İnce’nin, hepimizin bildiği tarzına hiç uymayan sakin ve yumuşak bir dil tutturduğunu, bunun da akla CHP’nin 2009’daki Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerindeki kampanyasını getirdiğini söylemiştim.
Bu noktada bir de tahminde bulunmuştum: Muharrem İnce ve ekibi, büyük bir ihtimalle 2009’daki o kampanyayı CHP adına yöneten Ateş İlyas Başsoy’un AKP Neden Kazanır CHP Neden Kaybeder kitabındaki önerilerden haberdardı ve kendi kampanyalarını o doğrultuda yürütüyorlardı.
Daha önce dediğim gibi, bu yazıda ve bir sonrakinde size o kitabı özetleyecek, kitaptaki önerilerin CHP’nin 2009’daki Antalya seçim kampanyasına nasıl uygulandığını ele alacağım.
Ben, Muharrem İnce’nin bir şansı varsa (ki olduğuna inananlardanım), bunun ancak o kitapta anlatılan ve Antalya’da uygulanıp test edilen kampanyaya benzer bir kampanyayla mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Artık Ateş İlyas Başsoy’u ve kitabını anlatmaya başlayabilirim…
Kılıçdaroğlu’na: ‘Yöntemlerimi uygularsanız…’
Ateş İlyas Başsoy, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) ‘hep kazanan’ bir parti olmasını, buna mukabil parlamentoda hakiki, güçlü bir muhalefet partisinin bulunmamasını kaygı verici bulan; bu nedenle de, CHP’nin güçlenmesini sadece istemekle kalmayıp, uzmanı olduğu ‘seçim kampanyası yönetimi’ne dair bütün bilgisini bu partinin hizmetine sunmaya çalışan bir sosyalist… Başsoy, 2009 yerel seçimlerinde (ki o zamanlar Birgün gazetesi yazarıydı) Antalya’da CHP büyükşehir belediye başkan adayı Mustafa Akaydın’a seçimi kazandıran ‘mucize kampanya’nın yaratıcısı ve uygulayıcısı…
Kemal Kılıçdaroğlu, Antalya başarısının ardından 2011 Haziran seçimleri için onu davet etti, saatler boyunca dinledi. İlyas Başsoy Kılıçdaroğlu’na, yöntemlerini benimser ve uygularsa seçimi kazanacağını veya oylarını büyük oranda arttıracağını, fakat bilinen CHP yöntemlerini uygularsa ‘en fazla yüzde 26 alabileceğini yüzüne karşı söyledi.
Ne var ki, CHP 12 Haziran 2011 seçimi kampanyasını İlyas Başsoy’a vermedi. Seçimlerde de Başsoy’un dediği gibi yüzde 26 alabildi.
Bunun üzerine o da, Antalya kampanyasında uyguladığı, çok isteyip de gerçekleştiremediği genel seçimler kampanyasını alabilseydi uygulayacağı iletişim stratejisini AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder başlıklı bir kitapta toplamaya karar verdi.
En kritik nokta: Kampanya ‘siyasetsiz’ seçmene yönelmelidir
İlyas Başsoy, çok temel ve çok basit bir kabulden yola çıkıyor: Bir siyasi kampanya, oyunu sadece ‘iş’e ve ‘hizmet’e bakarak veren ‘siyasetsiz seçmen’lere yönelik olarak yürütülmelidir. (Başsoy, bu seçmenlerin tamamını Selim Türkhan adını verdiği hayali bir kişiyle ifade ediyor, onların partisine de Selim Türkhan Partisi –STP diyor.) Kampanya STP tabanını etkilemeye yönelik olmalıdır, çünkü partilerin taşlaşmış tabanlarından birkaç parça sökmek bile zorken Selim Türkhan Partisi’nin tabanında ‘hizmetle tavlanmayı’ bekleyen, oyunu her an değiştirmeye hazır milyonlarca seçmen vardır.
Başsoy’a göre, AKP baştan beri çekirdek tabanıyla zımnî bir sözleşme yapmış ve onları, partinin bütün enerjisini ‘siyasetsiz’ Selim Türkhanların oyunu almaya harcamasına ikna etmiştir. Yani AKP çekirdeği, seçimi kazanıp iktidar olabilmek için bunun kaçınılmaz olduğunu kabul eden ve gereğini yapan bir kitledir.
CHP ise tam tersine, sürekli olarak Çetin Altan’ın deyişiyle ‘Türk’ün Türk’e propagandası’ misali kendi ‘çekirdek’ine propaganda yapan bir parti görünümündedir. Yönetim buna biraz da mecbur kalmaktadır, çünkü bunun dışına çıkıp mesela laiklikten, ‘şeriat tehlikesi’nden biraz daha az bahsettiğinde aşağıdan homurtular gelmektedir.
Başsoy’a göre burada temel sorumluluk, tabanını bu yönde eğitip gereğini yapmayan yönetimlerdedir. Ayrıca, yönetimler cesaret gösterip bunu yapsalar, ‘çekirdek’ten yine de kopmaların olmayacağını görecek ve rahatlayacaklardır. Çünkü, adı üstünde; çekirdek çekirdektir, öyle kolay kolay kırılmaz. Hele ki, bu ‘fedakârlığı’nın seçim zaferi getireceğinin kokusunu alırsa…
Sonuçta şu olmaktadır: AK Parti sürekli olarak kendi çekirdeğini genişletirken, CHP, dünyada bir eşi daha bulunmayan büyüklükteki (yüzde 25) çekirdeğini bir türlü genişletememektedir. Dolayısıyla CHP seçmeni ile CHP tabanı hep aynı büyüklüğe tekabül etmektedir: Yüzde 25.
İlyas Başsoy’a göre, son iki seçimde AK Parti Selim Türkhanların tamamına yakınının oyunu aldı.
‘Tepki’ değil, ‘etki’ ortaya koymak…
Başsoy’un kitabı iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, Erdoğan’ın ‘Çok ama çok anormal bir durum’ diye tanımladığı Antalya seçim zaferi anlatılıyor. Buna göre:
İlyas Başsoy, seçimlere iki ay kala ekibiyle birlikte İstanbul’dan Antalya’ya gittikten sonraki ilk karşılaşmalarında Mustafa Akaydın’a ‘tepki’ değil ‘etki’ ortaya koyacaklarını söylemiş. Yani AK Parti’ye ve adayına hiç sataşmayacaklarını, sadece kendi yapacaklarını anlatacaklarını söylemiş.
Bu öneriler doğrultusunda, klasik CHP iletişim stratejisiyle yürünseydi Antalya’da yapılan yatırımların tamamı görmezlikten gelinecekken tam tersi yapılmış ve yapılanların takdir edildiği bir strateji uygulanmış. İlaveten de, bunların sürdürüleceği ve daha fazlasının yapılacağı duyurulmuş Antalya halkına. Böylece, Menderes Türel’in ‘başarı kültü’ üzerinden propaganda yapması engellenmiş. Öyle ya, her teşebbüsünde, ‘tamam, biliyoruz, reddetmiyoruz, sağolun, Antalyalılar size minnettardır’la karşılanacak bir başarı propagandasının tadı mı kalır?
‘İsveç tipi’ seçim kampanyası
Başsoy, “Lütfen, Türkiye İsveç tipi bir seçim kampanyası görsün” diyerek Akaydın’ı ikna etmiş ve kampanyanın ilk günü elinde bir çiçekle Menderes Türel’i ziyaret etmesini sağlamış.
Bütün bunların sonucunda, başarıları takdir eden, böylece işbaşına geldiğinde kavga etmek bir yana ‘hizmet’ten başka bir şey düşünmediğini gösteren; hırçın olmayan; nazik, babacan bir Akaydın imajı Antalyalıların zihinlerine ve kalplerine yerleştirilmiş.
Kampanyanın bir aşamasında Başbakan Erdoğan Antep’te doğrudan Akaydın’ı hedef alıp ‘Bir de ‘yaparsa hoca yapar’ diye bir laf uydurmuşlar’ deyince, İlyas Başsoy hemen telefona sarılıp Akaydın’ı aramış: ‘Hocam müjde, Başbakan takipçiniz oldu. Sanırım bu seçimi alacaksınız.’
İlyas Başsoy, ertesi gün ‘Başbakanım kızma, mutlu ol’ billboard’unu hazırlamış. Şöyle diyor kitabında:
“Siyasetsiz seçmen için en ilginç olanı ise ‘Başbakanım’ sözcüğüydü. Rakip bir partinin adayı olduğu halde ‘Başbakanım’ diyerek sahiplenmek, daha önce örneği görülmüş bir durum değildi. Tek başına bu basit iyelik ekinin, Selim Türkhan’ları kazanmada çok önemli katkısının olduğunu gördüm.”
Başsoy, seçimi kazandığı gün geçmiş Akaydın’ın karşısına ve kendi hazırladığı, kusursuz olduğunu düşündüğü projelerle Başbakan’a gitmesini istemiş. Şöyle demiş:
“Siz bu seçimi ‘Başbakanım’ diyerek kazandınız, yine ‘Başbakanım’ diyerek projeleriniz için destek isteyin. Kabul etmezse, o ayıplı duruma düşer. Siz efendiliği elden bırakmayın.”
Fakat öyle olmamış, Akaydın projelerle Başbakan’a gitmek yerine projeleri unutmayı tercih etmiş…
O nedenle de İlyas Başsoy seçimlerden sonra kendisini sık sık CHP’ye oy verenlerden özür dilerken buluyormuş.
‘Bir seçim nasıl kaybedilir?’
Başsoy, kitabının ‘Bir seçim nasıl kaybedilir’ başlıklı ikinci bölümünde ise 12 Haziran 2012 seçimleri için Kılıçdaroğlu’na nasıl bir iletişim stratejisi sunduğunu anlatıyor.
O strateji de tıpkı Antalya gibi başarıyı takdir eden ve hırçınlığı reddeden mesajlar üzerinden, partinin hizmet aşkıyla dolu olduğu algısını Selim Türkkan’lara verme temeline dayanan bir strateji… Fakat çok daha radikal öneriler içeriyor. Bunlardan birinde, CHP seçimleri kazandığı takdirde Sağlık ve Ulaştırma bakanlarının görevlerine devam etmeleri rica ediliyor.
Kitabın bu bölümünü de Perşembe günü anlatacağım.