Ana SayfaYazarlarNe yapılmamalıydı?

Ne yapılmamalıydı?

 

İktidar, hem 15 Temmuz darbe girişimine karşı kendisi direnerek, hem de halkın direnişini iyi yöneterek büyük bir övgü ve takdiri hak etti. Zaferde asıl övgüyü hak eden aktör toplum olmakla birlikte, darbenin sadece “girişim” olarak kalmasında iktidarın katkısı yadsınamaz.

 

İktidar, zafer sonrası yaklaşık bir aylık bir dönemde de oldukça başarılı bir performans sergiledi.

 

Demokrasi mitingleri ile toplumun hem yaşadığı travmayı kısmen atlatmasına, hem bu kâbusu bir tür demokrasi şölenine çevirmesine vesile oldu. Yenikapı ruhu ile muhalif siyasi kesimlerle darbe karşıtlığı ve demokrasi savunusu üzerinden bir ortaklık kurmaya gayret etti. Birleştirici ve barışçı bir dil ve üslûp geliştirdi.

 

OHAL ilân ederken her kesimden oluşan kamuoyunun onayını ve desteğini almaya özen gösterdi. OHAL’in niye gerekli olduğunu ve hangi çerçevede kullanılacağını topluma dikkatlice anlattı, toplumu ikna etmeye çalıştı.

 

İktidar, toplumu ikna etmeye çalışırken OHAL ile ilgili olarak kamuoyuna iki söz verdi: OHAL yetkileri sadece darbe girişimi ve FETÖ soruşturmaları ile ilgili kullanılacak ve en kısa zamanda OHAL kaldırılacak, normale dönülecek.

 

15 Temmuz’un kırkı çıktıktan sonra işler “tuhaf” bir şekilde değişmeye başladı. İktidar kendi belirlediği hedefleri gerçekleştiremedi. Darbe girişimi sonrası süreci yönetmekte başarılı olamadı. Kendi çizdiği çerçevenin dışına hiç çıkmamalıydı.

 

İlk olarak, sadece darbe ve FETÖ soruşturması için kullanılacağı söylenen OHAL’in kapsamı peyderpey genişletildi. İktidar OHAL’e, her alandaki politikalarını hızlı ve kolay bir biçimde (Mecliste ve kamuoyunda tartışılmadan, konuşulmadan, ne olduğu anlaşılmadan, oylanmadan) hayata geçirmek için kullanabileceği sihirli bir değnek bulmuş gibi sarıldı.

 

Darbe girişimi için çıkarılan OHAL’i, ülkenin köklü bir meselesi olan Kürt meselesinde kullanmaya başladı. HDP’li milletvekilleri ve belediye başkanları tutuklandı. Çok sayıda HDP’li belediyeye kayyum atandı. HDP’li siyasetçileri tutuksuz yargılamak yerine, tutuklamak tercih edildi.  

 

OHAL kullanımı o kadar genişletildi ki “olağan işler” bile KHK ile icra edilmeye başlandı. Örneğin rektörlerin doğrudan cumhurbaşkanı tarafından seçilip atanmasına ilişkin düzenleme bir OHAL KHK’sı ile yapıldı. Benzer biçimde, kamulaştırma  konusunda yasada dâvâ açma hakkı için bekleme süresi (kamulaştırma şerhi konduğu halde bedeli ödenerek kamulaştırma yapılmayan arazilerde mülk sahiplerinin dâvâ hakkı ile ilgili süre) beş yıl olarak belirlenmişken, buna bir beş yıl daha ekleyen  düzenleme, gene OHAL KHK’si ile yapıldı.

 

OHAL’in ve OHAL ile yaratılan iklimin, maksadı dışına çıkarak, sivil siyaset ve muhalefet alanını daraltacak bir şekle bürünmesi, sadece Kürt meselesiyle sınırlı kalmadı. FETÖ’yle ve darbeyle ilişkisi olmayan çok sayıda dernek ve basın yayın kuruluşu kapatıldı; çok sayıda gazeteci ve akademisyen tutuklandı.

 

Başlangıçta, olması gerektiği gibi FETÖ “üyeliği” üzerinden yapılan suçlamalar, sonraları FETÖ, PKK, veya DHKP-C “sempatizanlığı”na veya “propagandasını yapmaya” dönüştü. Aynı kişiler hem FETÖ, hem PKK propagandası yapmaktan tutuklanır oldu. Daha önce FETÖ karşıtlığı sebebiyle hapse atılanlar, bu sefer FETÖ propagandasından hapse atıldı.

 

Darbe ve FETÖ soruşturmaları dev bir aşure kazanına dönüştü. Büyük bir sis bulutu her yeri kapladı; neyin ne olduğu, kimin neye hizmet ettiği ayrımı iyice yitti gitti.

 

Dönemin fırsatçıları, aşure kazanına ideolojik düşmanlıklar, kişisel husumetler veya kariyerist niyetlerle habire yeni malzemeler eklemeyi ihmal etmedi.

 

İhbar müessesi, FETÖ dışına çıkarak her alanda işler kılınır, teşvik edilir oldu. Böylece vatandaşlardan aktif birer militan veya birer tetikçi yaratacak bir furya başladı. Bu furya dönüp sosyal barışı kökünden dinamitleyecek bir bumeranga dönüşmeye müsait. Her geçen gün daha çok sayıda kişiden, siyasi gerekçelerle kişisel silâhlanma önerisi duyar olduk.

 

Neredeyse herkes bir şekilde kriminalize ediliyor. Herhangi bir konuda farklı bir ses çıkaran herhangi biri, AK Partili bile olsa, çok çeşitli riskleri hesap etmek zorunda kalıyor. Bu risklerin en hafifi sosyal medyada linçe, hakarete, küfüre, hedef gösterilmeye maruz kalmak. Muhalefeti kriminalize etme eğilimi o kadar güçlendi ki, bazılarına bakılacak olursa CHP ve CHP’yi destekleyenler de bu kazana atılmayı fazlasıyla hak ediyor.

 

İktidarın MHP ile girdiği ittifak güçlendikçe, Kemalist, Kürt ve sol tandanslı siyaset ve muhalefet iyice hedef haline geldi, köşeye sıkıştırıldı. Özel olarak böyle bir amaç güdülmemiş olabilir; ancak ortaya çıkan sonuç ve resim büyük ölçüde böyle maalesef.

 

Sonuçta, sivil siyaset ve sivil toplum alanında oksijen iyice azaldı, alan daraldı. Devletçi, milliyetçi ve militarist bir söylem hegemonik hale geldi. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin önünde ciddi engeller oluştu.

 

Başta da belirttiğim gibi, iktidar OHAL’i çıkarırken en kısa sürede olağan hale dönmeyi vaat etmişti. İktidar OHAL talep etmekte haklıydı. 15 Temmuz çapında bir olayın soruşturulması ve FETÖ gibi bir örgütle baş edilmesi olağan prosedürlerle mümkün değildi.

 

Başlarda hükümet yetkilileri sık sık, öncelikli hedeflerinin bir an önce olağan hale dönmek olduğunu söylüyorlardı. Ancak zamanla hedef ve dil değişti. Sürekli bir “olağanüstü” hal içinde bulunduğumuz, sürekli bir “olağanüstü” tehdit altında olduğumuz söylemi kullanıma girdi. Bugün artık iktidar çevrelerinden OHAL’in yakın bir gelecekte kaldırılacağına dair herhangi bir işaret gelmiyor.

 

Giderek sertleşen ve genişleyen bütün bu önlemlere karşın, üstelik üzerinden beş aydan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, darbe girişimi net bir şekilde aydınlatılmadı. Mecliste kurulan Araştırma Komisyonu geçici raporunu vermesine rağmen kamuoyu olarak doyurucu bir açıklamaya kavuşamadık. Darbe girişiminin hâlâ net bir resmi çekilebilmiş değil. Kritik noktalarda bulunan ve belirsizliği giderebilecek bazı kişiler komisyona çağrılmadı. Diğer üyeler ise AK Partililerin komisyonun etkin çalışmasına köstek olduğunu ileri sürdüler. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmak istemediğini belirtti ve komisyonun işi fazla uzatmaması gerektiği mealinde sözler sarfetti.

 

Oysa toplum olarak 15 Temmuz’da neler olduğunu açık bir şekilde öğrenmek hepimizin hakkı. Başta iktidar olmak üzere siyasiler de bunu sağlamakla yükümlü. Bize bunu borçlular.

 

Bugün geldiğimiz noktada, darbe sonrası sürecin yönetilmesindeki başarısızlığı teslim etmek gerekir.

 

Ne darbe girişimi net ve açık şekilde aydınlatılabildi, ne OHAL yetkilerinin kullanımı sadece darbe ve FETÖ ile sınırlı tutuldu, ne de OHAL’in yakın bir tarihte kaldırılacağına dair herhangi bir işaret var.

 

Ayrıca, bugün farklı toplum kesimleri arasındaki ortak bir zeminden bahsetmek de artık pek mümkün değil. Her bir kesimden insanın, seküleri-muhafazakârı, Alevisi-Sünnisi veya Türkü-Kürtü ile ortaklaştığı tek konu, duydukları korku ve kaygı gibi görünüyor. Kesimine göre bu korku ve kaygının gerekçesi değişiyor sadece.

 

Yaşananlar dağın tepesinden aşağı doğru hızla yuvarlanan bir kartopu gibi, yıkıcı bir çığa yol açmadan, bir an önce tedbir almak lâzım.

 

 

 

- Advertisment -