Pamukkale Üniversitesi Rektörü Hüseyin Bağ, personel daire başkanlığında açılan tek kadro için ilan veriyor. Ama gelin görün ki, ilandaki kriterlere tamı tamına uyan ve başvuru yapan tek kişi rektörün eşi oluyor.
AK Parti’nin iktidarında görmeye iyice alıştığımız nepotizmin (akraba kayırmacılığı) son örneği böyle bir rezaletle patladı.
Olay kurcalanınca bu rektörün ibret verici hikâyesinin çok saçaklı olduğu görüldü. Rektörlüğe gelişi de hayli dolambaçlı olan Hüseyin Bağ’ın daha önce de makam şoförünü bir yüksek okula sekreter olarak atadığı ve hemen bir çalışma günü sonrasında da şube müdürü yaptığı ortaya çıktı.
Aslında eşinin bir şekilde üniversitede istihdam edilmesi için çok gayret gösterdiği, önce İslam Enstitüsü’ne sekreter olarak atadığı, ama oluşan geniş tepkiler üzerine eşinin istifa etmek zorunda kaldığı öğrenildi.
Yani, rektör nepotizmin gözünü çıkarmış.
Tabii rezalet bu raddeye gelince, YÖK de ister istemez Rektör Bağ’ı görevinden alıp, hakkında soruşturma açtırmak zorunda kaldı. Gecikmiş de olsa isabetli bir adım.
“Her bünyeye uygun kayırmacılık bulunur”
Böyle bir durumla karşılaşan ilk ve son ülke şüphesiz biz değiliz. Devletlerin tarihte ortaya çıkmaya başlamasından itibaren idarecilerin kayırma politikaları ve uygulamaları hep görüldü. Bu, adaletsizlik ve hukuksuzluğun temel göstergelerinden biri oldu.
Bilim insanları siyasetin yakasını bırakmayan bu illeti inceleyip birkaç dala ayırdılar.
‘Nepotizm’ diye bilinen, akraba ve aile yakınlarını kayırmaya dair son örneği, yukarıda yazının girişinde verdim. Hayatımızı derinden etkileyen daha namlı örnekleri sevgili okurların bulmakta zorlanacaklarını hiç sanmam.
İlaveten, partizanlık ve klientalizm diye tanımlanan türleri de var. Partizanlığı tarif etmeme hiç gerek yok, çünkü yıllardır içimiz dışımız partizanlık oldu. Klientalizm ise kamu kaynaklarının, imkânların ve hizmetlerin iktidarın siyasi, dini ve kültürel meşrebine yakın kesimleri arasında dağıtılmasıdır. Her neyse, yazıyı kavramlara boğmak istemem. Zaten gerçek bütün vehametiyle önümüzde duruyor.
AK Parti bir zamanların ANAP’ına benzedi
AK Parti iktidarı ANAP’ın düşüşe geçtiği, kayırmacılık ve yolsuzlukların ayyuka çıktığı dönemdeki haline benzedi. Hatta geride bıraktı. Her gün bir tarafta kayırmacılık, yolsuzluk, hukuksuzluk patlıyor. İş pişkinlik ve kılıf uydurmayla geçiştirilmek istense de olmuyor. İşsizliğin, yoksulluğun ve çaresizliğin tavan yaptığı koşullarda daha fazla dikkat çekiyor ve can sıkıyor.
İnternette gördüğüm son derece ilginç bir örneği paylaşmak istiyorum: Olayın kahramanı kungfu sporcusu bir kızımız. Türkiye wushu kungfu şampiyonasına sporcu olarak katılıyor. Ama kızımız şampiyonada aynı zamanda hakem olarak da yer alıyor. Annesi de hakem ve heyette yer alıyor. Şampiyonanın sonunda hakem heyetinin oylarıyla birinci seçiliyor. Babasına gelince, Türkiye Wushu Federasyonu’nun önde gelen yöneticilerinden biri. Aslında, hakemlik yaptığı için kızımızın bir yıl içinde hiçbir turnuvaya katılmaması gerekiyormuş. Ama bu mühim kural dikkate alınmıyor.
İnsan mantığını tepe taklak eden böyle bir örnek, dünyanın başka bir ülkesinde yaşanabilir mi, çok merak ediyorum. Halbuki, AK Parti ne vaatler ve iddialarla iktidara gelmişti. Devlet, iktidar, ahlak ve adalet üzerine, kul hakkı üzerine neler neler söylemişlerdi.
İlk on-on iki yıllarında bunlara az çok uymaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Ya sonra? Sonrası tam bir çürüme ve bozulma.
Özellikle, FETÖ ile iktidar ortaklığı yapıp, devletin kritik kurum ve kadrolarını onlara açmalarıyla birlikte durum tersine dönmeye başladı. Her şey bozuldu. Hele 15 Temmuz darbe girişimini iktidarını güçlendirme yolunda olağanüstü bir fırsat olarak görmeye başlayınca, işler iyice çığrından çıktı.
“Devlet kurumlarından FETÖ mensuplarını temizliyoruz” iddiasıyla yapılan tasfiyeler sonunda ortada ne yetişmiş ve liyakat sahibi kadro kaldı, ne ele avuca gelir bir kriter. Bu kez de eş, dost, ahbap kayırmacılığı, partizanlık ve cemaatçilik kamu kurumlarını teslim aldı.
Güreşçi bankayı el enseyle mi yönetecek?
Kendisini vatandaşın efendisi zanneden vali ve kaymakamlara, belediyeleri aile şirketine çeviren başkanlara, yakınlarının bir yerlere atanması için ter döken milletvekillerine alıştık.
Aynı anda dört-beş kurumdan maaş alan seçilmişler, devletin milyonlarca dolarlık ihalelerini sürekli ve sektirmeden kazanan iktidara yakın müteahhitler… Ve hatta, çok şaşırtıcı olsa bile, banka yönetim kuruluna bir güreşçinin atanması… Böyle şeyler artık yeni normalimiz oldu.
Üniversitelerin halini ise hiç sormayın. Bilimsel yeterlilikleri vasat kriterlere bile uyduğu şüpheli akademisyenlerin rektör olarak atanması artık sıradan olay haline geldi.
Ülkenin yetişmiş ve nitelikli yüzlerce akademisyeni ise hukuk dışı gerekçelerle kapının önüne konuldu. Halbuki, yurt dışına beyin göçünü tersine çevireceklerini iddia ediyorlardı.
Devlette liyakat buysa….
Kamuda kadro tahsisinde, önemli ve kritik görevlere atamalarda, belediye hizmetlerinde, arsa ve bina tahsislerinde, devlet ihalelerinde ve siyasi taleplerde hukuku, adaleti, eşitliği bir yana bırakıp, önceliğin iktidarın kendi partililerine, destekçilerine, ittifak ortaklarına ve yandaş vakıflara verilmesi, bize liyakat dışında her şeyi anlatıyor.
Özellikle, FETÖ’nün devletten tasfiyesi sonrasında boşalan yerleri başka tarikatların doldurduğu iddiası iktidar tarafından yalanlansa da dikkat çekici. Hatta bazı AK Parti mensuplarının bundan şikâyetçi olmasını dikkate aldığımızda, geçiştirilecek bir olay gibi görünmüyor.
İktidarın bu konudaki defoları hakkında bir çalışma yapılacak olsa, inanın evrensel ölçekte ibretlik albümler oluşabilir. Bu sebeple toplum ahlakını ve değerlerini tehdit eden çok ciddi bir bozulma ve deformasyon söz konusu.
Siyasal etik ve ahlaki değerler herkese lazım
Siyaset fikirler etrafında oluşan yüksek nitelikli bir insan eylemi olmaktan çıkmış, basit menfaat batağına dönüşmüş. Siyasal etiğin ve ahlaki kaygıların ötesine geçildiği, şu furyadan biz de bir şeyler kapalım havasının oluştuğu görülüyor.
Siyasetin köşe dönmenin bir aracı olarak görülmesi, yalnızca AK Parti iktidarına mahsus bir problem mi? Öyle olduğunu elbette ileri süremeyiz.
Merkez sağdan Demirel’in “Verdimse ben verdim” meydan okumaları, yeğeni Yahya Demirel’in hayali bankası ve mobilya ihracatıyla ilgili maceraları unutulacak gibi değil. Yine merkez soldan Ecevit’in motellerde kurduğu hükümette gümrük, tekel ve ticaret işlerini teslim ettiği, bir ayağı mafyada olan bakanının işleri de hafızalarımızda. Rahmetli Özal’ın bu konudaki ilke ve değerleri pek umursamadığını kısa sayılmayan iktidar döneminden biliyoruz.
SHP’nin İstanbul Belediyesi’ne bağlı İSKİ’de patlak veren, aile ve gönül işleriyle bulaşık rüşvet skandalı unutulmazlar arasında. Şüphesiz bu bapta anlatılabilecek daha çok hikâye var. Birçoğu da yargılanıp cezalarını çektiler.
31 Mart 2019’da belediye başkanı seçilen bazı CHP’lilerin, yakınlarını işe yerleştirme ve kendilerinin iştiraklerin yönetiminde yer alıp, ilave maaş elde etme girişimleri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sert çıkışı ve müdahalesiyle engellendi. Yerel yönetimleri arpalık olarak gören geleneksel belediye başkanlarının eli kolu böyle bağlandı.
Yanlıştan dönmek erdemdir
Bu yazıda, yıllardır iktidar yüzü görmeyen muhalefeti bir yana bırakıp, iktidarı ağırlıkla ele almamız kadar doğal bir şey olamaz. Yılların nepotizm, partizanlık ve cemaatçilik döngüsü söz konusu.
İktidar isteseydi şeffaf bir ihale yasasını TBMM’ye getirebilirdi. Siyasal etik yasası için onu engelleyen hiçbir şey yok. Bakanlar ve milletvekillerinden başlayarak, menfaat sağlayıcı ayrıcalıklara ve özel muamelelere son verilmesini sağlamak yine onun elinde.
Kuruluşunun 19. yılını kutlayan AK Parti, 18 yıldır yapmadığını şimdi yapar mı, derseniz bu haklı bir soru olur. Ama yanlışın neresinden dönülürse, ülke ve herkes için kârdır.