Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINetanyahu’yu yakalama emri, İsrail’in dokunulmazlık zırhını nasıl parçaladı?

Netanyahu’yu yakalama emri, İsrail’in dokunulmazlık zırhını nasıl parçaladı?

Uluslararası Ceza Mahkemesi, tarihinde ilk kez Batı ittifakı içinde yer alan bir devletin yetkilileri hakkında yakalama emri çıkardı. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun artık yeni bir sıfatı var: Kaçak sanık. Bu tarihi kararın mutfağında ise 94 yaşındaki bir Holokost mağduru hukukçu Theodor Meron, insan hakları akvitist Amal Clooney, Ahmedi cemaatine mensup Pakistan kökenli bir Britanyalı savcı ve İsrail istihbaratının tehditlerine boyun eğmeyen cesur bir mahkeme var. Mahkemenin yetkisini tanıyan 125 ülkeden Fransa, İtalya, İspanya, İngiltere, Kanada, Belçika, Hollanda ve Ürdün şimdiden Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant’ın ülkelerine adım atması durumunda tutuklanacaklarını duyurdu bile. İsrail’in dokunulmazlık zırhı adım adım parçalanıyor. Tarihi bir kırılma anı bu.

Theodor Meron, 1939 yılında Naziler Polonya’yı işgal ettiğinde sadece 9 yaşında Yahudi bir çocuktu. Kendi deyimiyle bir gecede “öz vatanında mülteci olmuş, okulundan ve çocukluğundan atılmış, sürekli bir tehlike halinin içine sürüklenmişti”. Birçok komşu ve akrabası gibi önce gettolara, sonra da toplama kamplarına kapatılmış, bütün ailesini Holokost sırasında katledilmiş, kimsesiz kalmıştı. Her şeye rağmen Theodor Meron, hayatta kalmayı başarmış, toplama kamplarından sağ kurtulmuştu. 1945’te Filistin’e göç etmiş, öncelikle Nazi işgali sırasında kaybettiği 6 senelik eğitimini tamamlamış, tanık olduğu korkunç Holokost vahşetinin bir daha kimsenin başına gelmesini engellemek için hukuk okumaya karar vermişti. Hebrew Üniversitesi’nde hukuk lisans programına girmiş, ardından Harvard Hukuk Fakültesi ve Cambridge Üniversitesi’nde uluslararası hukuk yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlamıştı.

1957 yılında ise İsrail’e geri döndü. 27 yaşındaki hırslı genç, yeni kurulan İsrail devletinin uluslararası hukuk danışmanlarından biri olmuştu. İsrail Dışişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Temsilciliği için hukuki mütalaalar kaleme alıyor, uluslararası anlaşma ve ihtilaf süreçlerinde danışmanlık yapıyordu.

İsrail kuruluşundan itibaren iki akımın çatışmasıyla şekilleniyordu. Bir kesim Holokost sonrası kurulan İsrail’in güvenlikçi ve gerektiğinde hukuku ayaklar altına alabilen bir Yahudi devleti olmasını istiyor, az sayıdaki bir avuç liberal de geçmişteki acıların “hiç kimse için tekrarlanmaması” gerektiğini söyleyerek hukukun üstünlüğünün zedelenmemesini savunuyordu. İyi bir hukuk eğitimi almış Holokost mağduru Theodor Meron’ın hukukun üstünlüğünü savunduğu için “vatan haini ve saf” liberallerin safındaydı. Milliyetçi hezeyanlara yenik düşmemiş, en zor dönemde dahi hukukun yanında olduğunu hükümete sunduğu danışma görüşleriyle kanıtlamıştı.

Sina yarımadası, Gazze şeridi, Golan tepeleri, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgal ettiği 1967 tarihli Altı Gün Savaşı neticesinde İsrail hükümeti, Theodor Meron’dan Batı Şeria’daki işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimlerinin kurulup kurulamayacağına dair bir hukuki mütalaa talep etmişti. Meron ise İsrail’in tezlerinin ve işgal altındaki topraklarda bu tür yerleşimlerin kurulmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu raporunda belirtmiş, kendi devletinin argümanlarını çürütmüştü. Meron sadece yerleşimlerin kurulmasına karşı çıkmamış, aynı zamanda İsrail ordusunun güvenlik gerekçeleriyle Filistinlilerinin evlerini yıkıp sürülmelerinin de uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştü. Meron çok büyük bir askeri zaferinin ve milliyetçi hezeyanın hemen ertesinde kendi devletinin resmi anlatısı ve argümanlarına karşı çıkma, uluslararası hukukun gerekliliklerini hatırlatma cesareti göstermişti.

Meron da yetkililerin görüşlerini dikkate almayacağının farkındaydı: “Başbakan’ın bu görüşümü beğenmeyeceğini bilsem de, hükümetlerin hukuk danışmanlarının hukuka sadık kalmaları ve hukuku gördükleri gibi yorumlamaları gerektiğinden hiç şüphem yoktu.”

Meron uluslararası hukuku önceleyen uzun vadeli çıkarların değil kısa vadeli çıkarların ve milliyetçi histeri krizlerinin hakim olduğu bir atmosferde ancak 10 sene daha çalışabildi. 1971’de İsrail’in Kanada Büyükelçisi olmuştu, istese diplomatik kariyerinde daha da zirveye çıkabilirdi. İstemedi. 1977 yılında New York Üniversitesi’nden aldığı akademisyenlik teklifini kabul etti, ABD’ye göç etti, 1 sene sonra da vatandaşlık aldı. Meron yeni hayatında siyaseti bırakmış, akademi ve uluslararası mahkemelere ömrünü adamıştı. New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde profesör oldu, Oxford, Harvard’da dersler verdi. Daha sonrasında mahkemenin yetkisini tanımayacak olan ABD heyetinin bir parçası olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş sürecinde rol oynadı, savaş suçlarını cezalandırılması için kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin başkanlığını üstlendi.

Theodor Meron’un İsrail tarafından dinlenmeyen tavsiyeleri artık dünyanın en önde gelen hukuk fakültesi amfilerinde dünyanın ilgiyle takip ettiği, uluslararası hukukun oluşumuna katkı sunan uluslararası mahkeme kararlarının gerekçelerinde yankılanıyordu. Fakat Theodor Meron’un İsrail ile olan danışmanlık ilişkisinin sona erdiği 1978’den günümüze 46 sene geçmiş, İsrail işgal ettiği bölgelerdeki yerleşimlerini arttırmıştı: bugün itibariyle artık Doğu Kudüs’te yaklaşık 200 bin, Batı Şeria’da 500 bin ve Golan tepelerinde 20 bin Yahudi yerleşimci bulunuyor. Yerleşimciler sadece işgal altındaki topraklardaki işgalci İsrail’in radikal politikalarını pekiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda radikal sağ partilere eklemleniyor, İsrail’in ayrımcı ve hukuk dışı uygulamalarının bayraktarlığını yapıyor, Filistinlilerin toplu bir şekilde sürülmesi ve soykırıma uğraması için ellerinden gelen kamuoyu savunuculuğunu üstleniyorlar. Hatta Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden sonra Netanyahu bu işgalci yerleşimcilerden birini ABD’nin Batı Şeria’nın ilhakını destekleyen kabinesine göz kırpacak şekilde ABD Büyükelçisi olarak görevlendirdi: Yechiel Leiter.

İsrail’in yeni ABD büyükelçisi Yechiel Leiter

Trump’ın seçilmesi nedeniyle en mutlu günlerini yaşayan İsrail ise zamanında Theodor Meron’u ve uluslararası hukuku dinlememenin bedelini her geçen gün dünyadan tecrit edilerek, dış dünyadan koparak ve radikal bir yalnızlığa hapsolarak ödeyecek gibi duruyor. Bunun en güncel göstergesi ise, Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Karim Khan’ın İsrail başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant’ın işledikleri savaş suçları iddiasıyla bulunduğu yakalama talebinin oy birliğiyle kabul edilmesi oldu. Böylece Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarihinde ilk kez Batı ittifakı içerisinde yer alan hükümet yetkilileri hakkında yakalanma talebi verdi.

Bu tarihi kararın arkasında ise insan hakları avukat Amal Clooney’den, geçmişteki uyarılarıyla İsrail’e en başından beri izlemesi gereken yolu gösteren Theodor Meron’un katkıları var. 94 yaşındaki hukukçu Theodor Meron, İsrail’in kendi tavsiyelerini dinlememesinin bedelini, İsrail’in başını en az Theodor Meron’un uzun ömrü kadar ağrıtacak bir hukuki sürece dahil olarak ödetmişti.

Sanık sandalyesinde ilk Batı dostu

20 Mayıs 2024 Pazartesi günü Karim Khan, sağına Amerikalı savcı Brenda Hollis, soluna İngiliz savcı Andrew Cayley’i alarak tarihi bir basın toplantısı düzenlemişti. Karim Khan bu toplantıda, Hamas yöneticileri Yahya Sinwar, Al-masri ve İsmail Haniyeh ve İsrail başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yakalanma talebinde bulunduklarını açıklamıştı. Khan, Hamas yöneticilerinin cinsel suçlar, işkence, sivil ölümlerinden; İsrailli hükümet yetkililerinin ise açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmak, sivilleri bilinçli bir şekilde hedef almak gibi suçlardan sorumlu olduklarına dair makul gerekçeleri teşkil edecek delillere sahip olduklarını belirtti ve bu deliller ışığında Mahkeme’nin 1. Ön Dava Dairesi’ne başvurarak 5 kişi hakkında yakalanma kararı verilmesini talep etti.

UCM ise Sinwar ve Haniyeh’in öldürülmesinden dolayı Netanyahu ve Gallant ile birlikte sadece Al-masri hakkındaki yakalanma talebini kabul etti. Netanyahu, Putin, Ömer El-beşir ve Kaddafi ile birlikte hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi yakalama kararı bulunan dördüncü lider olarak tarihe geçti.

UCM’nin talebi değerlendiren hakimlerden birinin sağlık sorunları nedeniyle dosyadan çekilmesi, Savcı Khan hakkındaki cinsel taciz iddialarıyla hem uzayan hem de tartışma konusu olan uzun bir sürecin ardından verdiği bu karardan sonra artık esas mesele Netanyahu’nun yakalanması.

Mahkeme’nin kendine özgü uluslararası bir kolluk gücü olmadığı için bu yükümlülük Mahkeme’nin kuruluşunu ve yetkilerini düzenleyen Roma Statüsü taraf devletlerine ait. Statü’ye taraf 125 ülke bu yakalanma emrini Netanyahu’nun kendi ülkelerinde bulunması durumunda uygulamakla mükellef. Fakat bazı hukukçular görevdeki devlet başkanının ve üst düzey hükümet yetkililerinin diplomatik dokunulmazlığından dolayı bu yükümlülüğün söz konusu olmadığını da belirtiyor. Bu Netanyahu’nun içine rahatlatacak nihai bir hukuki yorum değil. Her ülke çatışan farklı hukuki kuralları ve teamüller sonucu farklı çıkarımlarda bulunabilir. Örneğin, Fransa, Hollanda, Kanada, İtalya, İspanya gibi ülkeler bu kararı uygulayacaklarını belirtirken, Macaristan kararı siyasi saiklerle alındığını vurgulayarak çok sert bir şekilde tanımıyor.

Statü’ye taraf olmayan ABD Mahkeme’nin İsrail üzerinde yetkisi olmadığı için bu kararın uygulanmaması gerektiğini çoktan deklare etmişti, şimdi ise diğer ülkeleri ikna etmeye çalışıyor. Bu hukuki tartışma bile ileride Netanyahu’nun başını ağrıtmaya yetebilecek düzeyde. 2022 yılında hakkında yakalanma kararı olan Putin, kendisini açıkça yakalamayacağını belirten Güney Afrika’daki BRIC zirvesine katılmama kararı almıştı. Zira Güney Afrika hükümeti her ne kadar yakalama işlemi yapmayacağını belirtse de ülkedeki hukukçular ve muhalefet sert tepki göstermiş ve aylar süren bir hukuki tartışmanın yaşanmasına sebep olmuştu. Bu da Putin’de işini sağlama alma, bu tür tartışmaların bir parçası olmama isteği doğurmuştu.

Bütün bu süreçte hem Mahkeme hem de savcılık uzun bir süre İsrail’in tehdidi altında çalıştı.

Özellikle savcı Karim Khan, Batılı ve İsrailli siyasetçiler tarafından neredeyse taciz boyutunu aşacak şekilde tehdit edildi. Batılı bir lider kendisine açıkça ve utanmazca Mahkemenin “sadece Afrikalı haydutlar ve Putin” için kurulduğunun etti, mahkeme çalışanlarına aileleri ve mülkleri gösterilerek göz dağı verildi. İsrail istihbaratı Guardian’ın ortaya çıkardığı üzere uzun bir süreden beri zaten Mahkeme ve çalışanlarını yakın takibe almış, ailelerini dahi dinleyerek detaylı santaj dosyaları hazırlamıştı.

Ne Mahkeme ne de savcılık çalışanları bu tehdide boyun eğmedi. Özellikle etkin hukukçulardan oluşan bir danışma kurulunun profosyonel bir şekilde hazırladığı hukuki argümanlarla adım adım Netanyahu’nun başına çok önemli bir çorap ördü.

“Avengers United”

Karim Khan büyük ihtimalle Pakistan kökenli bir İngiliz olduğu için İsrail’e yönelik bu tür bir girişime öncülük ederken çok daha dikkatli ve siyasi tartışmaları, önyargıları göze alması gerektiğini düşünmüş olsa gerek ki karar sürecinde kendisine yol göstermesi için çok donanımlı ve temsil kapasitesi yüksek bir danışma kurulu oluşturmuştu.

Yıllar önce İsrail’e verdiği tavsiyelerle hem Uluslararası Adalet Divanı hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi yargılamalarını bu tür ihtilaflar doğmadan önce hukuka uyarak engellemesini belirten 94 yaşındaki Theodor Meron işte bu heyetin bir parçasıydı. Danışma Kurulu 6 uluslararası hukuk uzmanından oluşuyordu: Sir Adrian Fulford, Theodor Meron, Amal Clooney, Danny Friedman, Barones Helena Kennedy ve Elizabeth Wilmhurst. Karim Khan, 6 kişilik heyette 2 Yahudi hukukçunun yer almasına özen göstermişti. Lord Justice Fulford, 27 sene yargıçlık görevinde bulunmuş deneyimli bir uluslararası hukukçu. Danny Friedman ise terörle mücadele konusuna odaklanmış bir insan hakları ve uluslararası hukuk uzmanı Yahudi avukat. Barones Helena Kennedy ise Uluslararası Baro Birliği İnsan Hakları Enstitüsü başkanı, Elizabeth Wilmshurst ise tecrübeli bir uluslararası hukuk akademisyen.

Hiç şüphesiz bu isimlerin arasında en çok dikkat çeken kişi ünlü insan hakları avukatı Amal Clooney’di. Lübnan doğumlu hukukçu Amal Clooney, her ne kadar 2014 yılında evlendiği ünlü oyuncu George Clooney ile dünyanın yakından tanıdığı bir isim olsa da birçok davada adını duyurmuş tecrübeli bir insan hakları ve uluslararası hukuk uzmanı. Özellikle Müslüman bir ailede büyümesi ve İsrail’in geçmişte saldırdığı Lübnan’da doğmuş bir hukukçu olması nedeniyle son zamanlarda Filistin’e dair tek bir söz etmemesi, İsrail’i kınamaması nedeniyle sosyal medyada sıklıkla eleştiriliyordu. Amal Clooney sessizliğini Karim Khan’ın 20 Mayıs’ta yaptığı basın açıklamasıyla bozdu. Bugüne kadar sessizliğinin sebebi Karim Khan ile birlikte delilleri değerlendirmesi, özellikle hangi suçların ileri sürüleceği, nasıl bir süreç izleneceği konusunda aktif olarak çalışmasıydı. Amal Clooney, Khan’ın açıklamasının hemen ardından kendi vakfı üzerinden bir açıklama yaptı, danışma kurulundaki isimlerle birlikte Financial Times’ta İngilizce, İbranice ve Arapça kısa bir makale yazarak dünyanın ilgisini çekmeyi amaçladı. Amal Clooney, son ana kadar beklemiş, somut bir adımın atılmasını sağlamış, ardından kendi sahip olduğu ünü kullanarak İsrail’i çok etkin bir şekilde eleştirmişti: “Benim yaklaşımım, çalışmalarım hakkında bir yorum yapmak değil, çalışmalarımın kendi adına konuşmasına izin vermektir.”

Farklı dini inançları nedeniyle Pakistan’da polgrom ve katliamların hedefi olan Ahmedi cemaatine mensup bir Pakistanlı göçmen babanın ve İngiliz annenin oğlu olan Britanyalı Karim Khan ve ekibinin çalışmaları sayesinde İsrail’in dokunulmazlık zırhı çoktan parçalandı.

Mission im(possible)?

Savcı ve ekibi de mahkemenin yargıçları da üzerine düşeni yaptı. Şimdi esas “görev” Netanyahu’yu yakalamak. UCM’nin yetkisini tanıyan 125 ülkenin de hukuki yükümlülüğü, bu kararı uygulamak. Kanada, İngiltere, Belçika, Fransa, İrlanda, İtalya, İspanya, Hollanda ve Ürdün gibi ülkeler şimdiden Netanyahu’nun ülkelerine ayak basması durumunda yakalanma kararını uygulayacaklarını açıkladı bile. Netanyahu büyük ihtimalle Avusturya, Macaristan ve belki de Almanya dışında Avrupa ülkelerini bir daha ziyaret edemeyecek.

Mavi ülkeler UCM’nin yetkisini kabul etmiş olan ülkeler

Netanyahu, artık seyahat planlarını bu kararı uygulayacağını belirten ülkelere göre programlamak zorunda. Evet, ABD ne mahkemenin yetkisini tanıyor ne de yakalanma kararının meşruiyetine inanıyor. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı adayı Mike Waltz ve Senato’nun yeni Cumhuriyetçi Çoğunluk lideri John Thune, ABD’ninn yeni Cumhuriyetçi yönetimi olarak ilk işlerinin mahkemeye ve savcılara yönelik ağır yaptırımların öngörülmesi olacağını söyledi bile. Büyük ihtimalle Trump yönetimi, sadece mahkemeye değil, bu karara uyacağını söyleyecek ülkelere de baskı uygulayacak.

Fakat bu iş burada bitmiyor. Cin şişeden çıktı bile. Karara uymayacağını söyleyen, hatta ABD gibi bu mahkemenin yetkilerini tanımayan ülkeler de dahi bazı aktivist ve cesur hakimler gerek uluslararası anlaşmalara gerek iç hukuktaki bazı hükümlere dayanarak yaratıcı yakalama kararlarına imza atabilir. 1988 yılında 83 yaşındaki Şili’nin “emekli” diktatörü Pinochet’in aktivist ve yaratıcı bir İspanyol yargıcın kararıyla Londra’da sürpriz bir şekilde tutuklanmasında olduğu gibi. Nitekim Pinochet hakkında uluslararası bir mahkeme kararı olmamasına rağmen işkenceci faşist diktatör, önce Londra’da tutuklanmış, ardından büyük bir hukuki tartışmanın ardından Şili’ye iade edilmiş, Şili’de de Anayasa Mahkemesi tarafından dokunulmazlığı yine uzun bir tartışmanın ardından kaldırılmış, tam hüküm giymesi söz konusuyken hayatını kaybetmişti.

Mahkemenin yakalanma kararı, Trump’lara rağmen Netanyahu’nun peşinden hep gelecek. Netanyahu, hükümetlerin verdiği teminatlara rağmen aykırı bir hakimin vereceği cesur bir kararın endişesiyle yaşayacak. Bugün bu kararı uygulamayacağını söyleyen ülkelerdeki yönetimlerin değişmesi durumunda belki yeni kararlar açıklanacak, belki Netanyahu üzerindeki abluka daha da artacak.

Nitekim Netanyahu görevi bıraktığında “dokunulmazlık” tartışması da rafa kalkacak, belki önce yolsuzluk gibi suçlamalarla soruşturulduğu İsrail’de yargılanmaya başlayacak. Bu daha başlangıç. İsrail’in ve soykırımcı rejiminin cezasız kaldığı karanlık bir dünyada, en azından dünyanın vicdanlı insanlarının tutunabileceği bir umut ışığı. Aynı zamanda hayatta kalmak için çırpınan uluslararası hukuka atılan bir can simidi.

Zira Britanyalı Kerim, Lübnanlı Amal, Holokost mağduru Polonya Yahudisi Theodor, Amerikalı ve İngiliz savcılar ve mahkemenin tehditlere baskılara boyun eğmeyen cesur yargıçları; sadece İsrail’in Filistin’de işledikleri savaş suçlarının hesabını sormadı, el birliğiyle paramparça edilen uluslararası hukuku da uçurumun kenarından çekip aldı.

İsrail’in Filistin’de işlediği suçların, katlettiği masum insanların hesabını vermemesi ve dünyanın buna göz yumması durumunda dün Ukrayna’da savunulan, bugün Filistin’de unutulan uluslararası hukuk kurallarını yarın Tayvan’da, Afrika’da, Rusya’nın işgal edebileceği küçük bir Baltık ülkesinde hatırlayacak, hatırlamak isteyecek kimse kalmayacaktı. Savaşlarda sivillerin bilinçli bir şekilde hedef alınmaması, hastanelerin ve okulların vurulmaması, açlığın bir savaş metodu olarak kullanılmaması gibi kuralların askıya alınmasına mağdur Filistinliler olunca göz yumulursa, yarın öbür gün mağdurlar değiştiğinde askıdan indirilecek bir kural da kalmayacaktı.

Netanyahu rejimi ve bu soykırıma ortak olanlar hesap vermezse hala bu risk var. Fakat Karim Khan ve arkadaşları çok büyük bir işe çoktan imza attı bile.

İsrail artık dokunulmaz değil. İspanya, İrlanda, Norveç’in art arda Filistin devletini resmen tanımasının ardından şimdi Batı ülkeleri Netanyahu’nun ülkelerine ayak basması durumunda yakalanacağını duyurmaya başladı. “UCM kararının hiçbir etkisi yok” diyenler belki farkında değil, fakat bu kararın hiçbir etkisi olmasaydı sanırım İsrail istihbaratı yetkisini tanımadığı bir mahkemenin yargıçlarını ve savcılarını uzun yıllar boyunca sistematik olarak takip edip taciz etmez, ABD mahkemeye yönelik kapsamlı yaptırımları açıklamak için sabırsızlıkla kolları sıvamazdı.  

İsrail ve ABD gibi sıkı müttefikleri istedikleri kadar set çeksin toplumun vicdanı, hukukun hükmü ve tarihin seyri rüzgarı bir yöne doğru estiriyor. Ve bu rüzgar her geçen gün İsrail’in demir zırhının bir parçasını alıp götürüyor.

İsrail ve destekçilerinin öfkesi de “uluslararası hukuk yok ki lol” sis bombacılığının da sebebi bu.

Netanyahu’yu eli kelepçeli görmek nasip olacak mı? Göreceğiz. Fakat şimdiden İsrail başbakanının yanında çok daha güzel bir sıfatı var bile: Kaçak sanık Netanyahu.

Kişisel tepki sonucu değil, 125 ülkenin tanıdığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararı gereğince kullanmakla mükellef olduğumuz bir betimleme.

Çok yakışıyor dimi?

İlgilisine öneri:

- Advertisment -