Ana SayfaYazarlarİnsanın içi üşür oğul…

İnsanın içi üşür oğul…

 

Hatice nineye sordular “küresel ısınma hakkında ne düşünüyorsun” diye. Neneden cevap: “Uşağum hiçbir sicakluk kuzinanun yerini tutmaz”

 

İnsanın en zayıf özelliği aynı zamanda onun en güçlü olan yanı unutmaktır. Çabuk unuturuz, daha birkaç ay önce aşırı sıcaklardan yakınan insanoğlu, sanki öyle bir şey olmamış gibi şimdi kasım ayında ani düşen soğuklardan yakınıyor. Renklerin değişmesinin keskinleştiği kasım ayına haksızlık olsa da herkes, kaz tüyü montlarıyla alabildiğine korunaklı yaşamlarıyla elinde akıllı telefonlarla soğuktan bahsediyor. Tek şikâyet etmeyen ise o soğuğu gerçekten bedeninde hissedenler. Etseler bile şikâyetlerini en azından biz duymuyoruz.

 

Aniden düşen sıcak havanın sosyal medyada tek gündem maddesi olduğu bir gecede çok eski bir dostumla demleniyordum. Dostum inanılmaz kederliydi, dokunsam ağlayacak gibi değil, bana bakan gözlerinden yaş düşmese de içi ağlıyordu. Sessizdik ikimizde, sonra şu cümleler döküldü ağzından: “Biliyor musun, senin gibi biriydi Baki. Daha da fazlası hatta çocukluk arkadaşımdı. ‘Tek vuruş kaleci Baki’ derdik ona. Kaleye gelen bütün topları içeri alırdı. Bugün öldüğünü öğrendim. Hayatımı kaybetmiş gibiyim…” dedi. Sustum, diyecek tek bir söz bulamadığım için belki de. Yalnızlaşıyoruz giderek diye düşündüm içimden. Aslında biz şanslıyız, biliyoruz eksilerek yalnızlaştığımızı, yalnızlığının farkında olmayan kalabalıklar geliyor ardımızdan…

 

Arkadaşımın bu söyledikleri karşısında kanımın çekildiğini, içimin üşüdüğünü hissettim. Babaannem Nafiye geldi aklıma o an, yukarılarda bir yerlerde varlığıyla beni ısıtan. Çocukken soğuktan hiç şikâyet etmediğimi fark ettim. Soğuk, aynı zamanda çoğalmak demekti, sıcaklığı paylaşmaktı. Hiç üşümedim çocukken. Ellerim buz kesti, ayaklarım dondu, hatta soğukta bu kadar kaldığım için ev halkından dayak yedim de hiç üşümedim…

 

Ayane Dağı’nın eteğinde Apiça Köyü’nde kış hazırlıkları yazdan başlardı. Büyüklerimiz; yazın geçiş şekline bakarak kışın nasıl geçeceğini bilirlerdi. Kışlık erzak ona göre tedarik edilirdi. Babaannem, “Bu kış çetin geçecek” deyip, bir küp fazla turşu kurardı. Dağdan her zamankinden daha fazla odun taşırdık eve. Büyükler, “Bu kış çetin geçecek” dediğinde gerçekten öyle olurdu. Benim içinse kışa girmek eğlence demekti. Yazın tarlada bahçede oraya buraya dağılan o iki kapılı toprak zeminli evde toplanma demekti. Ben de yapardım yığınağımı çetin geçecek kış için. Kestane, ceviz stoklardım nayla’ya…

 

Soğuklar bastırırdı, evin ortasında üçlü sacayağı ve ateş. Yan tarafta ise kuzina. Kuzina öyle basit bir alet değil, sadece ısıtmaz, her işini görürsün onda. Ekmek pişer, yemek yapılır, çay demlenir, üzerinde hamsi tavalı ters çevrilir ki anam şöyle bir sallardı tavayı bir beton blok halinde hiçbiri ayrılmadan terse dönerdi hamsinin pişmeyen kısmı. Kalabalıktık, dışarda soğuk var, o hane içinde ise ısı… Haneden saçağa giden büyük harflerle bağıra çağıra konuşmalar çıkardı yanan ateşin dumanları arasında. Hiç kimse üşümezdi o zaman. Sokağa atardım kendimi, oynardım yaşıtlarımla… Donardı ellerim, dişlerim takırdardı, hiç şikâyet etmezdim. İçim üşümezdi ki… Morarmış bir yüzle eve geldiğimde bir fırça yerdim, arada dayak yediğim de olurdu abartmışsam. Ama ortada yanan ateş, kuzinanın sırtıma vuran sıcaklığı giderirdi bunu. Bir de kalabalık ev ahalisinin verdiği güven…

 

Şimdilerde kaz tüyü pahalı giysilerimiz var, kalın paltolarımız. Su geçirmez botlar… Ayağımız sıcak, sırtımız Everest Dağı’nın soğuğuna dayanıklı ama yine de üşüyoruz. En ufak bir soğuktan şikâyet etmemiz, içimizin üşüdüğünden olamaz mı? Yalnızız kalabalıklar içinde. Soğuktan donsak ısınacağımızı bildiğimiz bir yer yok. Her odası ısınan kaloriferli evlerde yaşıyoruz, herkes bir başına. Yok sırtımızı ısıtacak bir kuzina. Ve o kuzina’nın etrafında toplanan insanların güveni. Ev halkı kaloriferli odalarında herkes bir başına ve kendi yalnızlığını hissediyor. Kasımda üşümemiz bundan işte…

 

Hiç üşümediğim, içimin her daim sıcak olduğu Apiça’nın ressamı Nihat abi,(*) köyün bir fotoğrafını çekip koydu kendi sosyal medya hesabına. İçi üşüyenler ısınsın diye… Fotoğrafı görünce dışarı çıktım,  kalabalıklar içinde niye bu kadar kalabalık sokaklar diye şikâyet eden beni düşündüm. Acı olan şu ki;  o kuru kalabalığı yaratan yalnız kişilerden biri de bendim. Kendimi yok sayarak… Hava gerçekten soğuktu, yüzümü ısırıyordu. Apiça’yı, ateşin ve kuzinanın başında geçirdiğim çoğul zamanlarımı düşledim. İçim ısındı. Babaannemin sözü geldi aklıma “Önce insanın içi üşür oğul…”   

(*) Fotoğraf: Nihat Kasapoğlu/instagram:nihatkasapoglu 

 

 

 

- Advertisment -