Ana SayfaYazarlarÖlü Kahramanlar Derneği

Ölü Kahramanlar Derneği

Siz uyurken ya da rutin hayatınıza devam ederken çok büyük bir kavga yaşandı dün gece… Ben gördüm, izledim sadece. Hiç karışmadım. Şöyle kenara çekildim hafiften, neme lazım, böyle bir kavgada çimde de olmamak gerek. Bir türlü gelmek bilmeyen baharı getirmek isteyenlerle, direnen tanrıların kavgasıydı bu. Gökten yağmur yağmadı, döküldü adeta, hava karardı, şimşekler çaktı. Gece boyu sürdü kavga, gökyüzü şekilden şekile girdi, tanrıların savaşı da çok heybetli oluyor dedirtircesine… Bir süre balkondan izledim, Marmara köpürdü, gökte yaşanan savaşa el verdi. Bakarken koktum, içim üşüdü. Sonra tanrıları kavgasıyla baş başa bırakıp uyudum. Aklımda akşamki kavgayla, güneşli bir bahar sabahına uyandım. Gökyüzüne baktım gülümsedim. Kazanan baharı isteyen tanrılar oldu. İki tarafa da minnettarım, bana onunla barışık yaşama imkanı verdiği için…

Yalova Valisi Selim Cebiroğlu, belli ki ‘Ölü Ozanlar Derneği’ni izlememiş, izlemekle kalmamış filmin konusunun geçtiği kolejin müdürü olmuş. İnsanları tanımadan, bilmeden katı kuralları uygulamanın “Devlet benim” deme kibrine kapılmış. Valiye benzer ne çok insan var çevremizde hiç düşündünüz mü? Yeter ki o kibri uygulayabilecek küçük bir alan açılsın, hemen o kuralları uygulamaya koyacak. Vali aslında bildiğimiz, tanıdığımız bir vali, hayatın her alanında görebileceğimiz. Vali öyle de her olaydan siyasi bir rant devşirme peşinde koşarak o olayın öznesi olan kişiyi insan yerine koymayanlar farklı mı?  Valinin,öğrencileri önünde saçına sakalına, giyimine bakarak hakaret ettiği Yalova Termal Fen Lisesi matematik öğretmeni Halil Serkan Öz, belli ki içine kapanık, naif bir insan. Bu aşağılanmayı kendine yedirememiş, içi içini yiyor. Peki, ondan sonra ne oldu? Yani valinin hakaret etmesiyle öğretmenin kalp krizinden ölmesi arasındaki 9 günde ne oldu? Aslında kimse umursamadı öğretmen Halil’in ne halde olduğunu. Dar alanda yaşanan bu hakaretler ağrına gitse de baş edebilecekken, geniş alana yayılınca bünyesi kaldırmadı. Siyasi rant devşirme uğruna ‘özne’ yapıldı Halil öğretmen. Yaşadığı utanç duygusu herkese ilan edildi böylece. Ve… İçi içini yerken kendisi için düzenlenen protesto yürüyüşünü kalbi kaldırmadı, yürüdü gitti bu dünyadan. Alın sizin olsun dercesine…

Yaşayan insanları değil de ölüleri seviyoruz biz. Yeter ki işimize yarasın. Ölüleri sevip sevmediğimiz ise ayrı bir muamma. Salt sevebilseydik eğer, kahramanlaştırmazdık. Berkin, Ali İsmail Korkmaz, Ethem ve birçoğunun başına gelen, öğretmen Halil’in başına gelendi bu günlerde. Yaşadığı öldüğünde öğrenilen insanlar, önce kahraman yapıldı sonra… Sonrası ise malumunuz. Berkin çocuk, kısa hayatı süresinde görmediği zulmü öldükten sonra gördü. Küçük bedeni siyasal araç kahramanı yapıldı. İsteyen dilediği gibi kullandı. Anısına saygı diyeceğim de anısı kimsenin umurunda değildi. Ailesinin acısına saygı duyulmadı. Mezarının içine dört döndürdüler çocuğu, sözde Berkin için adalet adına. Oysa istenen adalet değil, bir nefretin başka bir şekilde kusulmasıydı. Berkin’in katillerini bulmak için çalışan savcıyı alçakça katledenler, o acılı babayı ayaklarına çağırmadılar mı? “Berkin için kimse ölmesin” diyen babayı dinlemediler çünkü adalet arama gibi bir dertleri de yoktu. Yaratılan kahraman üzerinden öfkeyi kutsallaştırmak derdindeydiler. Dün Berkin bugün Halil öğretmen, ne fark eder… Yeter ki kahramanlaştırıp siyasi rant devşireceğimiz bir ölümüz olsun!

Nuh’un heykeli açıldı!

Mart ayının başında arkadaşlarıyla kartopu oynarken bıçaklanarak öldürülen Nuh Köklü’yü üniversite yıllarından beri tanırım. Hayatla dalgasını geçebilen kavgasını bile gülerek veren naif bir insandı. Son yıllarda bizim mahalleye taşındı. Taşınalı az olmasına rağmen sevmişti Yeldeğirmeni’ni. Ara ara buluşur, mahallenin kafelerinde laflardık. Epeydir işsizdi Nuh, işsiz haliyle dalga geçerdi. Katledildikten sonra yıllardır tanıdığım güzel insanı uğurlamak istedim. Karlı soğuk bir gündü. Ambulans geçerken sokaktan kalabalığa doğru ilerledim. Neşeli kahkahalar attığı Karakolhane Caddesi onu uğurlamak isteyenlerle dolmuştu. Ölü bir kahramandı artık Nuh, alakalı alakasız öfkeli sloganlar atılmaya başlandı. Nuh böyle öfkeli sloganlarla uğurlanmak istemezdi diye içimden geçirirken, genç bir kız açık olan dükkanının kapısından kalabalığa bakan esnafa bağırdı: “Bugün de peynir satma, kapat dükkanını…” Nuh, bunu duysaydı genç kıza “Ne yapıyorsun” diye tepkisini gösterir, ilk önce o engellerdi. Bu sözü duyunca evimin sokağının başına gelip sessiz gözyaşlarıyla uğurladım arkadaşımı. Bugün de Nuh’un heykelini dikmişler bizim mahalleye. Tanıdığım Nuh ilk önce kendisi gülerdi buna. Bu nasıl bir saçmalıktır diyerek. Nuh’un öldürülmesini “Nefret cinayeti” diyerek araçlaştıranlar, kendi nefretlerini döküyorlar sokağa. Bize de Nuh’un naif yapısı üzerinden “Bunu yapmayın, yazıktır, günahtır, ayıptır…” demekten başka bir şey kalmıyor.                 

Tomurcuklar açarken, yapraklar solarken

Son birkaç ay içinde çok fazla cenazeye gittiğimi fark ettim. Aralarında yakın tanıdıklarım, yakın dostlarımın yakınları vardı. Yıllar önce bir vesileyle tanıdığım bir mezar kazıcısı şöyle demişti: “Tomurcuklar açarken, yapraklar solarken insanlar ölür. Ölümlerin en çok olduğu aylar bahar ayları ile sonbahar aylarıdır. Bizim işler o zaman açılır.” Geçen Salı günü sevdiğim bir ağabeyin babasının cenazesine katılmak için Karacaahmet’e gittim. Aklımda mezar kazıcısının sözleri. Cenazeyi defnederken sağıma baktım, iki yüz metre ilerde uzun ağaçların altında yıllar önce kaybettiğim dostum Ahmet Uçar yatıyordu. O an ne kadar vefasız olduğumu düşündüm. Ölümünün ilk yıldönümlerinde toplu halde giderdik dostları olarak mezarının başına. Yıllar geçtikçe vefa da bitmiş olacak ki en azından ben gitmiyorum birkaç yıldır. O da ağaçların tomurcuk açma vaktinde, 8 Mart günü ölmüştü. Tanıdığım en düz insanlardan biriydi. Doğru bildiği şeyi lafı hiç süzmeden, direkt söylerdi. Bu yüzden kızanları da çok olmuştur. Beraber muhabirlik yapardık. Bir keresinde bana eskinin 1 Mayıs, şimdinin Mustafa Kemal Mahallesi’nin nasıl oluştuğunu anlattı. Devrimci arkadaşlarıyla o mahallede gecekondu yapanlara dayanışmak için günlerce nöbet tutuklarını… O günün gecekonduları şimdinin çok katlı apartmanları oldu çoktan. AVM’ler art arda açıldı o dayanışılan mahallede. Ahmet’e gelince… Bir haberden dönerken Antalya-Konya karayolunda kamerayı kendine yastık yapmış, uyuyordu. Araç düz yolda savruldu takla attı. Bir doksanlık Ahmet arka camdan dışarıya fırladı… Öldüğünde şimdi yattığı yerin çok yakınında olan Zeynep Kamil’de babaannesine ait, 30 metrekarelik bir bodrum katında bir yaşındaki oğlu ve eşiyle yaşıyordu. Ahmet benim dostumdu, arkadaşımdı, kahramanımdı. Sağken de öyleydi…           

 

   

 

- Advertisment -