Ana SayfaYazarlarOrtadoğu’nun ruhu haraç mezat satılıyor

Ortadoğu’nun ruhu haraç mezat satılıyor

 

El Cezire, İngilizce’de Suriye Irak ve Mısır’la ilgili kısa uzun kimi belgeseller yayınlanıyor. Belgesel demek ne derece doğru bilemiyorum, şiddetin içinde canhıraş çekilmiş görüntüler.

 

Bizler savaşın gerçekliğiyle tam karşılaşamıyoruz, uzaktan atılan bombalar ve yıkılan bir takım binalar var ortada fakat insanda neye yol açtığını araştırmadan anlamak mümkün değil. Gündelik hayat çekimlerinde insanı görünce biraz ayılmak mümkün. Suriye’de bir halkın canına kastedilirken bütün birikimi tarihi, anıları tutunduğu insanlık değerleri de yok edilmeye çalışılıyor mesela. Gelecek kuşaklarda hafızalar silinip kendine yabancılaşma başlarsa bombaların doğrudan ruhlara ve kimliklere saldırı olduğu anlaşılacak.

 

Suriye’de milyonlarca insan kendi ülkesinde yerinden oynadı, vatanında ya da başka ülkelerde güvenli bir yaşam ve yuva arayarak dolaşıyor. Irak halkı dünyanın dört bir yanına dağılırken o yıllarda Dünya Mülteciler Günü’nün sloganı “yaşama umudunun ateşini söndürme” idi. Hepimizin gözü önünde Irak’ın yerle bir edilmesine kara verildi, yıkımdan sonra gerekçe olarak kullanılan düzmece raporların yalan olduğu itiraf edildi. Dünyanın en büyük cinayet makinası özür dileyecek değildi ya, bütün düşünce kuruluşları farklılıklardan çatışma yaratmak, şiddeti toplumun derinliklerine yaymak için yüce fikirler üretiyorlardı o sırada. Sonra dünyanın bilinmezlerine doğru kurtuluş umuduyla yola çıkan, dağlarda donan, sularda boğulan kardeşlerimiz.  

 

Suriye’de Amerika ya da Batı tek bir asker kaybetmeden, bir dolar bile ödemeden bütün Müslümanların birbirini öldürdüğü kötülük zinciri oluşmuşsa önce kendimizden yola çıkmalı ve buna yol verdiği öne sürülen İslami yaklaşımları akıl ve izan yoluyla çürütmeliyiz evvel emirde.

 

Milyonlarca insan başka ülkelerde mülteci konumuna düştü. Dünyada uyruksuz kimliksiz evsiz vatansız dolaşan sayısız Müslüman var. Esed gibi zalimleri aleni destekleyen, ortaya çıkan kan dökücü yapılara göz yuman Batılı politikacılar yıkımı sonuna kadar beklemeyi maslahatlarına uygun görüyor. Başlarına gelenlerden sonra sığınma isteyen insanlardan neredeyse “uygar dünyaya” verdikleri rahatsızlıktan ötürü özür dilemelerini isteyecekler.

 

Peki, sağ kalanlara nasıl kastediliyor?

 

Afganistan’da ABD müdahalesi ve sonrasında müzelerdeki eserlerin yaklaşık yüzde 70’inin sistematik olarak yağmalandığı ve yurt dışına kaçırıldığı bir vakıa. Kabil Afgan Ulusal Müzesi’nin yetkililerinden Muhammed Fehim Rahmi, uluslararası topluluğa çağrıda bulunarak koleksiyonlarında çalıntı Afgan eserleri bulunan bütün müzelerden iade çağrısında bulunmuştu. Para teklif edilmesini de istemiyor, “bu eserler bizim mirasımız kültürümüz, fiyat biçilemez” diyordu haklı olarak. Antik Yunan’ın da Cengiz Han’ın da gelip geçtiği bu ülkede kaçak kazılar kontrol edilemez boyutta ve illegal bir endüstriye dönüşmüş durumda.

 

2003’te ABD’nin Irak’ı işgali sırasında bilinçli bir şekilde ilk eylemlerden birinin Bağdat Ulusal Kütüphanesi’ni ateşe vermek olması ne ile izah edilir. Bir ulusun geçmişi, tarihi, hafızası, kurucu gücü, bütün birikimi yok edilmek istenmişti. Oysa burada kadim çağların eserleri, kitapları yakanlar da dahil bütün insanlığın geçmişi vardı. Yanan kitaplardan bazılarının isimlerini Ayşe Çavdar’ın Atlas dergisi için kaleme aldığı “Bağdat’ta Yanan Kitaplar” yazısında görebiliriz, tabii kalbimiz dayanırsa:  http://old.kesfetmekicinbak.com/kultur/others/00514/

 

İslamın Ortaçağı Bağdat’tan bütün dünyayı aydınlattı. Bulundukları yerlerde baskılara maruz kalan, kendi iç tartışmalarını bile yapamayan Manheistler, Sofistler, Düalistler, Yunanlı filozoflar, Kufeli ve Basralı âlimler inanç merkezlerini buraya taşımışlardı. İskenderiye Okulu dağılırken âlimlerin göçü,  Bizanslılardan aforoz yiyen Süryanilerin gelişi, Harran Sabilerinin Bağdat’ı yurt edinmesi, Antakya’dan matematik ve astronomi âlimlerinin Hindistan’dan tıp ve eczacılık üstatlarının gelmesi.

 

Kendilerine uygar diyen şimdiki zaman barbarları Ortadoğu’daki bütün birikimi yok ediyor, yağmalıyor ya da IŞİD eliyle kendilerine satılmasına zemin hazırlıyor. 

 

Suriye’de doğrudan ruhumuza kastedilmesinin örneklerinden biri dünyanın incisi Halep’teki Emevi camisinin minaresi yıkılana kadar rejim askerleri tarafından ateşe tabi tutulması. 717 yılında inşa edilen caminin Selçuklular tarafından yapılan o güzel minaresi 1090 yılından beri ayaktaydı ve şimdi yok, mabet de kullanılamaz halde. Daha nice yıkımlar ki artık saymakla bitmiyor.

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun genel direktörü Irina Bokova Irak ve Suriye’de kültürel mirasın yağmalandığını söylüyor. Peki bu yağmanın alıcısı kim, Batılı müzeler, antikacılar ve bireyler ne yazık ki.

 

Akif Emre’nin Yeni Şafak’ta yazdığı gibi dünyanın en büyük arkeoloji ve sanat pazarı olan Londra, Suriye’den gelme eserlerle dolup taşıyor. Bu kadim toprakların yerüstü ve yeraltı değerleri sistematik biçimde Batı’ya taşınıyor.

 

 Bu eserler elbette tuğla ve taştan ibaret değil, halkların içinden geçtikleri süreçlerin, inandıkları değerlerin hayattaki tezahürleri, yeniden ayağa kalkarken üzerinde yükselecekleri sağlam zemin. İşte bu yağmalanıyor kan revan ortam ve çaresizlik suistimal edilerek. Uzlaşı ve diyalogu başlatacak, barışı getirecek ortak değerler Ortadoğu halklarının elinden alınarak sürekli çatışmanın esiri olmaları umuluyor demek ki.

 

Şimdi mülteci kamplarında evlerinin bahçesindeki akasya ağacını, dedesinin kurduğu salıncağı, annesiyle teravihe gittiği yüzlerce yıllık camileri hatırlayan çocuklar hatırladıklarını çocuklarına aktarabilecek mi bakalım? Hafıza ve kimlik erozyonu kapıda. En büyük yıkım bu, kim olduğunu unutmak. Bu yüzden hatırlamalı, yazmalı, kaydetmeli, elimizdeki bütün bilgileri nesneleri,  görüntüleri gözümüz gibi saklamalıyız. Belgesel, hikâye, sözlü tarih, sinema ve sanat ve akademiyle ilgili çabalara hız verilmeli.

 

- Advertisment -