Türkiye çok âlem bir ülke. İnanılmaz olaylar, birbirine yüz seksen derece zıt durumlar, sanki çok olağanmış gibi aynı anda yaşanabiliyor. Hele siyaset dünyamız ve devlet, bu konuda rakip tanımıyor.
Aynı günlerde yaşadığımız iki olayı hatırlatmak istiyorum.
Birinci olay, Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in mahkûm edilmesi… Devlet, devran değişince, bir zamanlar barışa katkıda bulunsunlar diye kullanımlarına gemi tahsis edip saraylarda ağırladığı Kürt siyasetçileri, “neden o konuda aracılık ettiniz ve destekleyici sözler söylediniz” diye mahkûm edip cezaevine koydu.
Daha dünmüş gibi hatırlıyoruz; HDP eski genel başkanı ve cumhurbaşkanı adayı, AİHM’nin “derhal serbest bırakılsın” kararına rağmen içeride tutulan Selahattin Demirtaş, Barış ve Çözüm Süreci’nin iktidar ve devlet tarafından tasvip görüp takdir edilen hayati bir köprüsüydü.
Aynı partinin eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder, üstlendiği büyük sorumlulukla sürecin çok önemli bir unsuruydu. Şimdi iktidar onlara, tamamen tersi bir tutumla, o dönemde oynadıkları rol nedeniyle ağır cezalar veriyor.
Hani yapılan iş devletin ve iktidarın güvencesi altındaydı! Adalete ve söze atfedilen değer nerede?
Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün marifetleri
Yazının asıl konusu olan ikinci olaya gelince; bu da en az ilki kadar gariplik ve adaletsizlik içeriyor.
Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI), merkezi Londra’da bulunan bir sivil kuruluş. Devletlerden, hükümetlerden, sermayeden ve diğer güç odaklarından bağımsız olarak dünyadaki etnik, dinsel, kültürel, mezhepsel ve bölgesel çatışmaların çözümü için diyalog ve barış amaçlı çalışmalar yürütüyor.
DPI, başarılı ve başarısız deneylerden sonuçlar çıkarılması, elde edilen derslerin başka bölgelerdeki çatışmaları sonlandırmak amacıyla değerlendirilmesi yönünde çalışmalar yapıyor, toplantılar düzenliyor. Bütün çalışmalar ve toplantı notları hem kitap ve broşür olarak yayınlanıyor, hem de dünyanın ilgisine sunulmak üzere internet sitesine konuyor.
Çalışmalarına yazarlar, akademisyenler, siyasetçiler, gazeteciler, aydınlar, sanatçılar ve çözüm süreçlerinde rol alan kişiler bağımsız bireyler olarak katılıyor.
Toplantılara, çatışan tarafların temsilcilerinin yanı sıra, çatışmaların yaşandığı ülkenin iktidar cenahından ya da ona yakın çevrelerden kişilerin de katılmasına özen gösteriliyor. DPI’ın yöneticileri de o konular üzerinde çalışan uzman kişilerden oluşuyor.
Toplantı dizileri olağan seyrinde devam ederken…
Geride bıraktığımız dönemde Mardin, Ankara, Manila, Berlin, Londra, Dublin gibi şehirlerde, Filistin, Filipinler, Kuzey İrlanda, İspanya, Kolombiya sorunlarını ve Türkiye’deki Kürt meselesini ele alan toplantılar düzenlendi, bunlardan çıkan dersler paylaşıldı.
DPI, en son 22-23 Kasım 2018’de Norveç’in başkenti Oslo’da bir toplantı düzenleyip, Barış ve Çözüm Süreci’nde görevlendirilen Âkil İnsanların deneyimlerini ele aldı.
İşte ne olduysa bu toplantıdan bir fotoğrafın basına ve sosyal medyaya yansımasından sonra oldu. Bir zamanlar takdirle karşılanan Âkiller ve dikkatle izlenen DPI, Oslo toplantısından sonra sağdan ve soldan ağır ithamların ve salvoların hedefi oldu.
Devlet Bahçeli’den gelen tehdit
Kürt Sorunu söz konusu olduğunda hızını alamadığını bildiğimiz Devlet Bahçeli bu kez de kimseyi şaşırtmadı. TBMM’de yapılan mutad grup konuşmasında, “Yarım akıllı çürük âkiller, Türkçe konuşuyorum, kulak verin: Çözüm Süreci gömüleli çok olmuştur, şansınızı fazla zorlamayın. İsterseniz PKK’ya katılın ama Türk milletinin sabrını zorlamayın. Milletin şamarını yersiniz, Oslo’yu da İmralı’yı da görür kendinizi dağda bulursunuz” diyerek, işi adamakıllı tehdide vardırdı.
Milliyetçi tabanın paylaşımında MHP’yle rekabet halinde bulunan İyi Parti de ondan geri kalmamak için, kişisel hiçbir beklentileri olmayan, üstelik risk alarak barış çalışmalarına omuz verenleri ağır şekilde eleştirmek ve hakaret etmek üzere devreye girdi.
Olmayan girişim için koparılan fırtına
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti yönetiminden toplantıya yönelik bir açıklama ve eleştiri ifade edilmemesine karşın, iktidar destekçisi medya organları “Yeni bir çözüm süreci mi, asla!” havasında yayın yaptılar.
Oslo toplantısını düzenleyen DPI yetkililerinden ve toplantı katılımcılarından bu yönde, yani yeni bir barış ve çözüm sürecinin başlatılması yönünde bir açıklama ve değerlendirme gelmemesine karşın, bu medya çevresi sanki böyle bir teklif ortaya konmuş gibi yaygın bir eleştiri ve hakaret bombardımanına giriştiler.
Demokrasiyi ve özgürlükleri boşlayıp ırkçılığın kıyısında gezinen bir milliyetçiliğe savrulan siyasal iktidarın böyle bir açılıma meyletmeyeceğini, Oslo toplantısı katılımcıları bilmezmiş gibi atıp tuttular. Belli ki, MHP ve BBP ile beraber iktidarı sürdürmenin bir diyeti olarak, seçim döneminde de barış ve çözüm karşıtlığı sürdürülecek.
Bunu artık kimsenin yadırgadığını da zannetmiyorum.
CHP yönetimi ise bu eleştiri ve hakaret furyasına kendini kaptırmayıp uzak durdu. Ama milliyetçi odaklarla arasında anlamlı bir sınır olup olmadığını pek bilemediğimiz ultra-ulusalcı kanadın birtakım isimleri olayı atlamadı; toplantıya katılanlara yönelik kişisel hakaret ve eleştirilerini sosyal medya üzerinden sergilediler.
Sosyal medyanın milliyetçi ve muhtelif sol siyasal akımlara bulaşmış müdavimleri ise, tahmin edileceği gibi bambaşka saiklerle ve aradıkları gündemi bulmuş olmanın sevinciyle, toplantının katılımcılarına ve arka plandaki muhayyel destekçilerine (?) saydırdılar da saydırdılar.
HDP şaşırttı
Daha da şaşırtıcı olan ve katılımcılarda tuhaf duygular uyandıran tepki HDP’den geldi. DPI’ın toplantılarına her zaman çok sayıda mensubu katılan HDP’nin Oslo toplantısına dair açıklamaları ağır ve olumsuz eleştiriler içeriyordu.
Partinin eş genel başkanı Pervin Buldan, 3 Aralık 2018’de İzmir İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Oslo toplantısına çok farklı bir noktadan baktıklarını gösterdi:
“Barış sürecinde hiçbir yerde hiçbir insan yaşamını yitirmedi, anneler ağlamadı. Yaptığımız iş çok onurlu bir işti. Bizi postacılıkla suçlayanlara her zaman şunu söyledik. Bu görevi bize bir kez daha versinler, bir kez daha gideriz, bu görevi üstleniriz. Ancak bu süreci heba edenler, bu süreci bitirenler ve devirenler bugün yine bir yerlerde insanların kafasında farklı bir algı oluşturmaya çalışırken, Oslo'da yeni bir barış ve müzakere sürecinin başladığını ifade edenler şunu bilsinler ki İmralı Cezaevi'nin kapısında koca bir kilit varken, barış ve müzakere süreci asla olmaz. Cezaevlerinde siyasi rehineler varken, böyle bir sürecin başlamasının imkânı yok. Biz AKP ile müzakere değil, AKP ile mücadele etmek için yola çıktık."
HDP adına yapılan bir başka açıklamada ise, “Toplantının basından öğrenildiğini, her seçim öncesi birdenbire Kürt halkına çiçek atılmaya başlandığını, seçmenin bu oyunları yemediği” ifade ediliyordu:
“Elbette bu buluşmalar önemlidir, ama HDP bu işin içinde yoktur. HDP bu tür adımların yerel seçimler öncesinde atılmasını çok anlamlı bulmamaktadır.”
Barış çabasını zamana ve şartlara endekslemek
Belli ki HDP’nin temel endişesi, bu dönemde yapılacak bu tür girişimlerin, özellikle dindar Kürt seçmende AK Parti’ye yönelik bir ilgi, umut ve oy kayması yaratması ihtimali…
İlaveten, halen HDP yöneticilerine ve üyelerine karşı iktidar tarafından sürdürülen baskıları ve tutuklamaları unutturmasından, gözardı edilmesine yol açmasından ve tepkileri hafifletmesinden endişe ettikleri anlaşılıyor.
Bunlar bir ölçüde anlaşılabilir endişeler. Lâkin yapılan açıklamaların DPI’ı, Oslo toplantısını ve katılımcılarını töhmet altında bırakacak anlamlarla yüklü olduğunu da göz ardı edemeyiz.
Halbuki çok değil, 29 Eylül 2018 tarihinde aynı kuruluş Ankara’da benzer konuda bir toplantı düzenliyor ve çok sayıda davetlinin yanı sıra HDP Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy ile eski milletvekili Ayla Akat da katılıyor. İki toplantı arasındaki süre farkı da topu topu iki ay.
Şimdi seçim öncesinde olduğumuz, iktidar koalisyonunun oyunu artırmak için her şeyi yapacağı doğru; ama Türkiye’nin seçimlerden başını kaldıramadığı da ayrı bir gerçek. Barış çabasını gündem dışına itmenin ve ertelemenin bir çıkış yolu olamayacağı ortada.
DPI şimdi AK Parti yanlısı mı?
Ayrıca, DPI bu aralar el değiştirmedi. Mevcut yönetim kadrosu gidip, yerine AK Parti’nin güdümüne girebilecek başka bir ekip gelmedi ve bu kuruluşun ilke ve değerleri değişikliğe uğramadı. Yönetim Kurulu’nda halen HDP milletvekilleri olan Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu ve Prof. Dr. Mithat Sancar da var. Katılımcı bileşimi de aşağı yukarı benzer şekilde devam ediyor.
Yani, HDP’lilerin katılıp görüş ve düşünceleriyle katkı sundukları dönemlerdeki DPI neyse, Oslo toplantısını düzenleyen DPI da o. Arada, AK Parti iktidarına uzaklık veya yakınlık bakımından da değişen bir şey yok.
Özetle, DPI’ın AK Parti’nin seçim hesabına göre toplantılar düzenleyebileceği iddiası çok ağır ve tutarsız bir iddia.
Âkillere haksızlık etmeyelim
Oslo toplantısının ana başlığı “Çatışma Çözümlerine Toplumsal Katılım” olup, ele alınan boyutu da “Âkiller Heyeti Deneyimini Düşünmek” olunca, toplantı katılımcıları ağırlıkla Âkillerden oluşuyor. Toplam katılımcı sayısı on iki. Bunlardan yedisi, 4 Nisan 2013’te görevlendirilen Âkiller Heyeti’nde yer alan kişiler. Dâvet edilen başka bazıları ise farklı işlerle çakışması nedeniyle gelememiş.
Bu toplantının (daha dört ay da olsa) “seçim öncesi”nde yapılmış olmasını siyaseten isabetli bulmayanlar olabilir. Ama daha ötesini ima eden açıklamaların hiç de uygun ve haklı olmadığı kabul edilmeli.
Çünkü kimsenin canı yanmasın, analar ağlamasın, kan dökülmesin diyerek barışa destek vermek bu topraklarda hiç kolay bir iş değildir. İktidarlar çoğu kez bu yolda yürüyenlere ağır bedel ödetiyor. Şimdi de böyle zamanlardan, barış diyenlerin yargılandığı günlerden geçiyoruz.
DPI toplantılarına katılıp destek veren insanlar, saygınlıklarını hakkıyla elde etmiş kişilerdir ve bunu hiç yüksünmeden barış uğruna riske etmekten çekinmemişlerdir. Onlar, “barış” sözcüğünün unutturulmasının önüne geçmek için çok şeyi göze alıyorlar.
Oslo toplantısına katılıp, yapılan değerlendirme ve eleştirileri haksız bulan ünlü aktör Kadir İnanır’ın sosyal medyaya yansıyan 5 Aralık 2018 tarihli mektubundan aktaracağım bir bölümün, söylediklerimin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağını düşünüyorum.
Şöyle diyor Kadir İnanır: “Bizim Çözüm Sürecimizde benim de bir nebze katkım olması için bu çalışmaların içindeyim. Mesele insan haklarını korumak ise, mesele bu ülkenin bütün insanlarının mutlu, özgür ve beraber yaşamasını sağlamak ise, ben hayatımın sonuna kadar bunun için çalışacağım. Hiçbir siyasi güç beni kullanamaz… Hiç kimse de beni bunun için mücadele etmekten alıkoyamaz…”
Yazıya girişte, iki olay anlatacağımı söyleyip, “Türkiye çok âlem bir ülke” demiştim. Haksız mıyım?