Bana sorarsanız “TürkiyeTipi Sol” muhalefetin en ironik vehimi kendisini “demokrat”saymasıdır. Doğrudan Erdoğan’a ve AKP iktidarına yönelttiği sert karşıtlığın merkezine “otoriterlik” eleştirisini yerleştirmesinin kendisini demokrat yapmaya yeteceğini zannetmesidir.
Kemalist mahallede tartışmayı demokrasi eksenine taşımayı ilk akıl edenlerden birisi rahmetli İlhan Selçuk oldu. Şeriat/laiklik ikiliğinin verimsiz olduğunu görmüştü. Köksüz, içeriksiz, pragmatik bir buluştu.
Sosyalist solda ise, sınıf mücadelesi terimleriyle iç içe geçen, bulanık, eğreti bir “demokrat” kavramı eskiden de kullanılırdı. Hatta bu isimde, yönetiminde Dev-Yol grubunun hâkim olduğu bir de günlük gazete çıkıyordu. Fakat bu “demokrat”lık, 60’lı yıllardan devralınan Sosyalist Devrim/ Milli Demokratik Devrim ayrışmasına yapılan göndermeyi ifade eder; ilgili solcunun bu bölünmede MDD çizgisine olan ünsiyetini gösterirdi. Küba rejimi veya Enver Hoca ne kadar demokratsa onunda o kadar demokrat olduğunu anlatırdı. Bugün bildiğimiz anlamla tamamen ilişkisizdi.
Yeni dönemde propaganda savaşları içinde kendi kendini büyüten bir retorik olarak kullanıldıkça sol mahallenin kendisi de demokrat olduğuna inanır oldu. Yakın tarihte tartıştığım bir arkadaşım, derin bir samimiyetle, kendisinin “sosyalist ve demokrat fikirlerinin” beni neden rahatsız ettiğini sordu. Tartışmamızda, muhafazakârların iktidardan hangi yolla olursa olsun indirilmesinin yaşamsal olduğunu savunuyordu. İktidarın sokaktan da devrilebileceğini, devrimden korkmamam gerektiğini söylüyordu. (Nitekim benzer sözleri Ömer Laçiner’den de işittik- ilk günlerin sırt çantalılarını saymazsak,Gezi Ruhu da buralarda gezinen bir ruhtu)
Bir sosyalistin sokak üzerinden iktidar devirmeyi; devrim gerçekleştirmeyi meşru görmesi şaşırtıcı değil. Tuhaf olan sosyalist kimliğinin yanına, üzerine hiç düşünmediği “demokrat” kimliğini bu kadar ezbere, böylesi bir içtenlikle yerleştirmesi…
2002’den bu yana sol sosyalist çevreler ısrarla İslami damardan “demokrat çıkmayacağını” söylerler. Son üç dört yıldır da- özellikle Gezi’nin müstesna bir yeri var bu kırılmada- ışık hızıyla “diktatör” tespiti yaptılar ve haklı çıktıklarından eminler.
Fakat şu sorularla hiç ilişkileri yok: Sol demokrat mı? Değilse neden?
Kendi kendini doğrulayıp onaylayan/ olgulara kapalı/ liderleri üzerinden mitoslar üreten/ özsever cemaatlere dönüştüler. İdeolojik dünyalarıyla yüzleşme isteğinin, hükmü kalmamış fikirlerden kopma cesaretinin zerresi yok. Ve en basit, en temel soruyu sormuyorlar: “Biz demokrat mıyız?“
Her türlü eleştiri korkunç bir öfke yaratıyor bu mahallede. Hainlik edebiyatıyla, şiddet diliyle karşılanıyor. Özellikle o tarihin içinden geliyorsanız nefret nesnesine dönüşüyorsunuz.
Oysa benim yaşıtlarımın hepsi aynı deneyimden geçti. Marksist-Leninist düşünce dünyasının demokrasiyle alakası olmayan totaliter dokusunun hiç birisi yabancısı değil.
Toplumsal gelişmenin insan iradesini aşan “yasalarla belirlendiğini”, sosyalizmin “bilim olduğunu”, özgürlüğün zorunlulukların bilincine varmak anlamına geldiğinisavunduk. "Tek mutlak doğru” inancı daha ileri taşınabilir mi? Kökü Hegel’den gelen bu Marksçı önermeden çoğulculuk, farklılıklara açıklık, uzlaşma gibi demokratik erdemlerin kırıntısını üretmek mümkün mü? Üstelik Leninci- giderek Stalin’de şahikasına ulaşan- parti/ devlet/ devrim teorilerinin bütün pratiğe egemen olduğu, uzlaşmanın ihanet kabul edildiği, “bilimin ışığını elinde tutan” partinin çizgisinden “sapmanın” sınıfa ihanet sayıldığı, proletarya diktatörlüğünün- yani polit-büronun mutlak iktidarının- “burjuva” demokrasisinden üstün tutulduğu bir düşünce evreninden bahsediyoruz.
Acaba dindarlar kendi kutsal kitaplarına, bizim “ustaların kelamlarına” yaptığımız kadar referans veriyorlar mıydı hakikaten merak ediyorum.
Küçük küçük fraksiyonlar, kan dökmeye varan çatışmalar, çoğunlukta olduğu üniversitelerde beğenmediği solcuların yayınlarını yasaklamalar…
Daha uzatabiliriz. Özeti şudur: Sosyalist kuram ve pratik tepeden tırnağa bugün demokrasi dediğimiz paradigmanın sadece dışında değil ona karşı olarak inşa edilmiştir.
Bazı sosyalistlere bakarsanız sol hareket bunları aştı. Tartıştı ve hatalarıyla yüzleşti.
Hayır hiç de öyle olmadı. Hatalar küçültüldü, yapısal özellikleri görünmez kılınıp arızileştirildi, tarihsel koşullara sığınıldı. Ve esas itibarıyla, sosyalist teori ve pratiğin aklanmasına hizmet etti bu tartışmalar. Tam da Ceren Kenar’ın yazdığı gibi; “Bir şeyin mazi olabilmesi için, gömülmesi, yüzleşerek tarih olması gerekir. Türkiye'de sosyalist düşünce ile henüz hesaplaşılmış değil, henüz cenazesi kaldırılmış değil. Türkiye'de hâlâ Stalin'i öven milletvekilleri var. Arkaik bir sosyalizmi benimseyen partilerin bileşeni olduğu HDP, Türkiye'nin en ilerici ve demokrat partisi olarak görülüyor, bu ülkenin demokratlık ve ilericilik noterleri tarafından”. (Bana “gericiliğin” resmini çizebilir misin? Serbestiyet 18.05.2015)
Evet ,bu teoriyle bütün köprüleri atmadan; siyasi geçmişle, eylem anlayışıyla tam boy hesaplaşmadan demokratlık kulvarına geçilemez. Mazeretlerle, “kuram iyi uygulama kötü” kof formülleriyle, özeleştiriyi evcilleştirip aile içinde tanınmaz hale getirmelerle varılacak durak demokratlık olamaz.
Bunda kızacak bir şey yok. Diyebilirsiniz ki, biz sömürülen sınıfları kurtarma davasının bayrağını taşıyoruz. Demokrasi egemen sınıfların sistemi ayakta tutma oyunudur. Öyle ya da böyle yıkacağız bu düzeni. İktidarı vermemek için de; seçim, çok partili düzen, eski rejimi savunan düşüncelere özgürlük gibi safsatalara kulak asmayacağız. Nitekim Yalçın Küçük’ün kendisine demokrat diyenlere “hakaret etmenize izin vermem sizsiniz demokrat, ben devrimciyim” meydan okuyuşunu hatırlarız.
Kısacası benim kişisel olarak, kendisini Marksist Leninist geleneğin içinde gören, tarihiyle onur duyan, eleştirilmesine karşı çıkanların devrimcilik ve sosyalistlik iddialarına itirazım olamaz.
Ama demokratlık denilince, “işte orada durun” derim…
Bitirirken bir itirazım daha var.
Daha önce de yazdım. AKP iktidarından ölümüne nefret etmeniz, ne onun otoriter savrulmalarıyla ne de sınıf sevginiz, yoksullara-dezavantajlı topluluklara duyarlılıklarınızla ilgili; bu nefreti biz Kemalizm’le ortak yanınıza; İslamiyet’i kafanızda oturttuğunuz yere borçluyuz.
Yani, bütün fikirlerin altına yerleşen, oryantalizm aşırılığına ulaşmış Batıcı pozitivizminize…
Nereden mi biliyorum?
Kendi kişisel maceramda iç dünyamda yaptığım kazılardan.