Kardeşim, ruh ikizim
Semih Kaptanoğlu’na…
çağır, duyarım seni, çoban,
çağır, birlikte indirelim,
O’ndan çıkan
ve O’na dönen ırmağa
sen kavalınla, kendi koyunlarını,
ben de yüreğimin sesiyle
aklımın yaban keçilerini
ve susuzluktan kavrulan şiirimi.
çağır, ama kendi içimden,
kendi diplerimden çağır ki beni,
binlerce yıl ötede,
aynı dağın yamacında
oturmuş da Musa’yla
Kenanlı ya da Gazzeli bir çobanın
yanık doğaçlamalarını
dinliyormuşçasına,
aşkın bütün yalınlığı,
dehrin bütün çağıtısıyla
taa buradan,
buralardan duyabileyim seni.
çünkü güzel olan hiçbir şey
binlerce, binlerce yıl
altında kalsa da, yağız yerin,
taşınıyor çiçekten çiçeğe,
yürekten yüreğe, inan,
kaybolmuyor, kaybolmuyor hiç.
ve eğilip kendi diplerine
yeterince kulak verince insan,
keremle bahşedilmiş anlarda
– inayetiyle,
çobanları ve şairleri seven Tanrı’nın –
işitmeye başlıyor
binlerce, binlerce yıl öteden
insanın özüdeki çobanın sesini de,
ozanın sesini de.