Uzun günlük yürüyüşlerde kulaklıkla radyo dinlemeyi çok seviyorum. Bazen güzel şarkılar, bazen haber programları. Radyonun bize eşlik edebilme yeteneği olduğunu düşünüyorum. Araba kullanırken, yürürken, yemek yaparken bir taraftan da radyo dinlemek, yaşla mı ilgili bilmiyorum, bana çok keyifli geliyor. Çocukluğumdan bugüne taşıdığım radyo dinleme alışkanlığı ve sevgisi, belki ayrı bir yazının konusu.
Haber programlarından özellikle Radyo Sputnik’te Yavuz Oğhan’ın “Bi De Bunu Dinle” yürüyüş zamanlarıma uygun düşüyor. Artık televizyondan pek bir haber alma imkanımız olmadığından, hem gündemi merak edenler, hem de bunu çeşitli mecralardan zar zor damıtmaya vakit harcamak istemeyenler açısından, bence haber ve çok taraflı yorum dozu özenle ayarlanmış iyi bir program.
İki gün önce (13 Mart, Çarşamba günü) mûtad yürüyüşlerimden birinde kulağımda telefonun kulaklığı radyodan “Bi De Bunu Dinle”yi dinliyordum. Seçim çalışmaları kapsamında liderlerin mitinglerde yaptığı konuşmalar kısmında sıra MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Aksaray mitinginde söylediklerine geldi.
Konuşmanın en çok vurgulanan kısmını aşağıda birebir yazmaya, “bağlamından koparmamak” açısından da olabildiğince geniş almaya çalıştım.
“… Zillet ittifakı, ezan sesinden rahatsız. Zillet ittifakı bayrağımızı yakanlardan, İmralı canisinin heykelini yapmaktan bahsedenlerden memnun. Milli bekamızı duydular mı adeta şok oluyorlar, deprem geçiriyorlar.
Hemen işi ekonomiye getiriyorlar. Hemen konuyu patlıcana taşıyorlar. Bunlar müflis, bunlar meymenetsiz. Patlıcan yazın ucuzlar, biber, domates yaz aylarında bollaşır. Bekayı patlıcanla mukayese etmek izansızlık değil mi? Bekayı tencerenin kaynayıp kaynamadığı ile değerlendirmek haksızlık değil mi?
Elbette her vatandaşım her şeyin en güzeline layıktır. Dileriz ki herkes istediğini yesin, istediğini içsin. Kimsenin sofrasında gözümüz yok. Kimsenin mutfağına diyeceğimiz yok ama patlıcan pahalıysa, bu dünyanın sonu değildir. Ucuzladığında herkes alır, herkes doya doya yer.
Peki beka yenir mi? Bekanın pahalı veya ucuzluğundan bahsedilebilir mi? Beka olmadan aç kalktım tok yattım demek hiç mümkün olur mu? Beka olmadan kundaktaki yavrularımızın, emzikli sabilerin, henüz bıyığı terlememiş yavruların onurundan, ömürlerinden, gelecek düşlerinden bahsedilebilinir mi?
Beka yoksa vatan yoktur, Aksaray yoktur. Millet yoktur. Akşam kuracağımız, etrafında halka halka toplanacağımız bir sofra yoktur. Beka yoksa bereket yoktur, beraberlik yoktur, bağımsızlık yoktur, varoluş hedefleri kuruyacaktır. Bu itibarla 31 Mart seçimleri bir beka seçimidir.”
Edebiyat meraklıları anlarlar sanıyorum, günlük hayatta duyduklarım, gördüklerim bazen fena halde “bir romanda yaşıyormuşuz” hissi uyandırıyor bende. Ya da karşımda konuşan insan, daha önce okuduğum bir romandaki bir “kahraman” oluveriyor aniden.
Bahçeli’nin “yerel seçim” konuşmasında geçen, (her ne kadar bunun “izânsızlık” olduğunu söylese de kendisi tarafından art arda yapılan) “patlıcan-beka” kıyaslamaları, “lafın hemen ekonomiye getirilmesine, patlıcana taşınmasına” kızmaları ve özellikle de “patlıcanın yazın ucuzlaması”, “biberin domatesin yazın bollaşması”, “ucuzlayınca doya doya yememiz” aklıma otomatik olarak Jerzy Kosinski’nin “Bir Yerde” olarak Türkçeye çevrilmiş olan “Being There” romanını getirdi.
Elimdeki kitap 1982 basımı, ben 1984’de alıp okumuşum. Jerzy Kosinski 1933 yılında Rus asıllı bir ana-babadan Polonya’da doğmuş, 1991 yılında gençliğinde göçmen olarak gidip yerleştiği ABD’de ölmüş bir yazar. Benim kitaplarını okuduğum yıllarda en çok, İkinci Dünya Savaşının vahşetini çocukken yaşamış biri olarak, savaş zamanında ne yapacağını bilemeyen bir çocuğun gözünden yaşanılan dehşeti anlattığı “Boyalı Kuş” romanı ile bilinirdi. “Bir Yerde” de bilinen bir kısa romanıydı. Baş rollerinde Peter Sellers ve Shirley MacLaine’in oynadığı bir filmi de çekilmişti. Okumadıysanız/görmediyseniz tavsiye ederim bu kara mizah şaheserlerini.
“Bir Yerde”nin efsanevi karakteri “Chance” (Türkçesinde isminin anlamı “Rastlantı” olarak çevrilmiş) annesi doğumda ölen, babasını kimsenin bilmediği, orta yaşlarına kadar onu doğumundan itibaren yanına alan “İhtiyar Adam”ın evinde, kapısı bahçeye açılan bir odada, evdeki diğer görevli dışında hiç kimseyi görmeksizin yaşayan bir bahçıvan. Hayatı ve dünyayı, bahçedeki bitkilerle olan ilişkisiyle, bir de, önceleri radyoyla, daha sonra televizyonun yaygınlaşmasıyla odasına konan bir televizyonla bağlantılı olarak anlamlandırıyor. Sonra bir gün “İhtiyar Adam” ölünce evden ayrılmak zorunda kalıyor. Hiçbir yerde o güne kadar yaşamış olduğuna dair resmi bir kayıt ya da gayriresmi bir temas yok.
İçinde, “İhtiyar Adam”ın eskimiş şık giysilerinden iyi terziler tarafından Chance’e uydurulan kılık kıyafet dışında başka hiçbir şey olmayan valiziyle sokağa çıkıp yürümeye başlıyor. Bundan sonrasında ne olacağı hakkında hiçbir fikri yok ama televizyon dizilerinde de bir sonraki bölümde ne olacağı bilinmediği için içi rahat, bunu normal karşılıyor.
Sokaklarda nereye gittiğini bilmeden yürürken küçük bir kaza geçiriyor. Üst tabakadan, siyaset ve iş dünyasıyla iç içe bir kadının (Elizabeth Eve-EE) şoförünün kullandığı araba Chance’e çarpıyor, bacağı zedeleniyor. EE, kazadan kaynaklanan vicdan azabının etkisiyle, dış görünüşü son derece “kaliteli” olan Chance’in iyileşene kadar kendi evlerinde kalmasını “rica” ediyor. Bu arada, soyadı olmayan kahramanımız yaptığı iş dolayısıyla ilk aklına gelen “Gardener-Bahçıvan” kelimesini de soyadı olarak kabul ediyor ve kendisini “Chance Gardener” olarak tanıtıyor. EE bunu, “Chauncey Gardiner” olarak kaydediyor aklına, böylece yeterince “kaliteli” bir isim de bulunmuş oluyor. Chance çok üst tabakaya ani bir giriş yapıyor.
Düzgün görüntüsü ile az ve sakin konuşması birleşince, Chance, çevresindeki insanlar için ilgi odağı haline geliyor. Kendisine yöneltilen ekonomik kriz, Borsadaki düşüş, işsizliğin artması gibi sorulara, bunlar hakkında aslında hiçbir fikri olmaması sebebiyle, çok kısa ve hep bahçeyle, bitkilerle, mevsimlerle ilgili cevaplar veriyor. Bu anlatım, önce ev sahipleri, daha sonra da bu vesileyle tanıştığı, içinde ABD Başkanının da yer aldığı siyasetçiler ve iş adamları tarafından çok derin ve anlamlı bulunuyor. Başkan, Gardiner’ı gizli bir danışman olarak kullanmaya ve sorunlara onun söylemiyle yaklaşmaya başlıyor.
Kitapta Chance’in “bir derin adam olarak” keşfedilmesi şu gibi konuşmaların ve anlatımların sonucunda gerçekleşiyor:
Başkan: Ya siz Mr Gardiner? Borsada havaların kötü gitmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Chance: Bir bahçede, bitkilerin filizlendiği bir mevsim vardır. İlkbahar ve yaz vardır, ama sonbaharla kış da vardır. Ardından ilkbaharla yaz geri gelir. Kökler koparılmadığı sürece, her şey yolundadır, iyi olacak demektir.
(Katıldığı TV programında) “Takdimci”: … Demek, ekonominin yavaşlaması, Borsadaki düşme eğilimi, işsizliğin artması… Bütün bunlar deyim yerindeyse sizce bahçenin gelişmesinde bir dönem, bir mevsim mi sadece?
Chance: Bir bahçede her şey büyür… Ama önce hepsi solar; ağaçlar yeniden yaprak vermek, daha kalın, daha güçlü, daha yüksek olmak için eski yapraklarını dökmek zorundadır. Bazı ağaçlar kurur ama yeni sürgünler onların yerini alır. Bahçe çok bakım ister. Ama bahçenizi sevdiniz mi ne üzerinde çalışmaktan ne de beklemekten yakınırsınız. Dolayısıyla da mevsimi geldiğinde gereğinden emin olursunuz.
Buna benzer konuşmalardan çok etkilenen Başkan, kötü ekonomik gidişatı açıklamak için olanca gücüyle bu argümana sığınmaya başlıyor.)
“Başkan, sanayi tohumları ülke hayatının derinliklerine gömülü kaldığı sürece, iktisadi durumun nasılsa yeniden yeşereceği üzerinde durdu.”
Başkan: Enflasyon ekonominin kuru dallarını budayacak, böylece sanayinin güçlü gövdesini canlandıracaktır.
Şimdi, zihnimin neden bana Devlet Bahçeli ile Chance Gardener (Bahçıvan) arasında, isimlerinin anlamlarının benzerliğini dikkate almasak bile, bir bağlantı kurdurduğu açık hale gelmiştir, sanıyorum. Gerçi, Bahçeli’nin hayal gücümüzün sınırlarını zorlayan, “acayip” ifadelerle konuşmasına, rakamlarla kurduğu “esnek” ilişkiye alışığız! Ama bu dil artık iyice kurgu bir dünyaya aitmiş gibi görünmeye başladı. Bir yerel seçim konuşması değil de, sanki, bir kurmacada bir lidere söyletilmiş, bize de “yok artık” dedirten kelimeler… Patlıcandan bahsedilince bunun ekonomiye bağlanması bir ölçüde kabul edilebilir ama ekonomi ile bekanın bu kadar ayrıştırılması nasıl bir kurgunun parçasıdır, anlaşılmıyor. Her şeyden bağımsız, kendi başına korkunç bir beka tehdidi nedir, bilmiyoruz. Neden bu ülke böylesine “büyük” bir beka tehdidine bu kadar açık hale geldi, merak ediyoruz.