Ana SayfaYazarlarPeki o enseler nasıl kararmıştı?

Peki o enseler nasıl kararmıştı?

 

Mart 1949’da Ankara Palas’ta Galatasaraylıların düzenlediği bir baloda Naşide adlı bir kadına ait bir çanta kayboldu. Çantada değerli bir eşya yoktu, birkaç ruj ve bir defter. Olayı gazetelerin birinci sayfalarına çıkaran ise görgü şahitlerinden ikisinin bakan olmasıydı.
 

Ticaret Bakanı Atıf İnan, çantayı İsmet Paşa’nın oğlu Ömer İnönü’nün masasında oturan bir gencin yürüttüğünü iddia etmişti. Mahkemede de bu iddiasını sürdürdü. Sanık olarak yargılanan 22 yaşındaki genç, Ulus gazetesinin genç bir muhabiriydi. Gazetede bazı bakanlar hakkında pek de hoşlanmadıkları anlaşılan haberlere imza atmıştı. Mahkemede bakana “Bir gencin istikbaliyle oynuyorsunuz” diye çıkışmış, bu karşılıklı diyaloglar ertesi günkü gazetelerde geniş olarak yer almıştı. Mahkeme genç adamın beraatiyle sonuçlandı. Ama bu çıkacağı son mahkeme olmayacaktı.
 

O genç gazetecinin adı Çetin Altan’dı.
 

“Şarkta biyografi olmaz çünkü” diye başlayan bir cümlenin sonunu herhalde en iyi Çetin Altan tamamlardı.  
 

Biyografi yazabilecek herkesin birbirinin ahbabı, tanıdığı olduğu en azından dokunulmazlık zırhının çekim alanı altında yaşadığı bir ülkede dürüst bir veda bile epey cesaret, şimşekleri üzerine çekmeyi göze almak ve tabii ki zahmete girmeyi gerektiriyor. O koruma çemberinin dışında kalanların arkasındansa atış serbest…

Bunun bir ortası muhakkak bir gün bulunacak.

Ama yine de 65 yıldır “Türkçe’yle sevişmelerimizden bir çocuk doğdu” cümlesini hakkını vererek yazan Çetin Altan, Wikipedia’dan araklanmış birbirinin kopyası hayat hikayelerinden fazlasıyla uğurlanmayı hakkediyordu. Sadece yazı arşivini tarayacak çalışkan bir editör bile hakkında daha fazlasını bulabilirdi.

Mesela bizzat kendisinin yazdığı Limon Von Sanders’in yaverliğinden Erzurum’da Şapka Devrimi yüzünden Şalcı Bacı’yı başına çuval sokturarak astıran İstiklal Mahkemesi heyeti üyeliğine dedesi Tatar Hasan Paşa’yı…

1876-78 Osmanlı-Rus savaşında Bulgaristan’ın İslimye kasabasından kaçarak Bergama’ya yerleştirilmiş Hacıgözüm ailesinden gelen babaannesini…

Önce sıkı bir İttihatçı ve Türkçü, daha sonra inanmış bir cumhuriyet bürokratı olan, 1940’larda Başbakanlık Yazı İşleri Dairesi Müdürlüğü’ne kadar yükselmiş babası Halid Bey’i…

Şimdiki Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum’un akrabası olan, Irak Kürdistan’ından kız kardeşiyle Ankara’ya getirilmiş annesi Kerime Hanım’ı…

Ve tabii o 85 yılın sansürsüz gerçek hikayesini. Çünkü Çetin Altan’ın 65 yılı yazarak geçmiş 88 yıllık hayatı Türkiye’nin entelijansiyasının da yakın tarihi gibiydi.

Çetin Altan deyince ilk akla gelen söz “Enseyi Karartmayalım” aslında Türk entelijansiyasına her devir hakim olmuş hep iyiye, doğruya, ileriye giden ilerlemeci bir tarih anlayışının sıkı bir ifadesiydi.  “Tenis oynayan köylüler” de o ilerlemeci tarihin hayalleri süsleyen finaliydi…

Bu fikri öz, bu hayaller Türk entelijansiyasının hem birbirine akrabalığını hiç bitirmedi hem de Kemalizmden, sosyalizme  hatta oradan liberalizme olan gidiş gelişlerinin yolunu açtı. Köy Enstitülerinden, askerlerden beklenenle Avrupa Birliği’nden beklenen esasta aynı şeydi…

Çetin Altan’ın fikri gemisi daha sonra ekonomik gelişme, şehirleşme, sekülerleşme ve ilerlemeyi birbirinin zorunlu devamları gören modernleşme okuluna, son olarak da coşkulu ve adeta tarihin sonu olan bir küreselleşmeciliğe kadar vardı.

Tabii ki her derdin devası bir Batıcılık, kendinden nefret sınırlarına dayanmış bir self-oryantalizmle birlikte…

Türk entelektüelleri tarihin zorunlu olarak iyiye gitmesini hızlandırmak, “Tenis oynayan köylüleri” bir an önce görmek için zaman zaman ilerici askerlerin peşinden koşmuşlar, geri, köylü ve ilkel olanların medenileştirilmesi için zor kullanılmasını ise çoğu kez sessizce izlemişlerdi.

Enseler de böyle böyle kararmıştı işte…

Çetin Altan’ın ardından en çok 88. Yaş günü için Cumhuriyet gazetesine yazdığı yazıdaki şu cümle alıntılandı: “Hayal ettiğim ülke bu değildi. Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan…”

Peki, demokrasi bu 88 yılda neden bir türlü gelememişti bu ülkeye?

Mesela 27 Mayıs darbesi yüzünden…

“Çürümüş, süfli politika tertiplerinin şahsi ihtiraslarla Türkiye’yi en tehlikeli badirelerle, kardeş kavgalarına sürüklemek üzere olduğu bir sırada, Türk silahlı kuvvetlerinin medeni bir şekilde devlet idaresine el koymaları ve memleketi karanlık bir akıbetten kurtarmaları, tarihimizin büyüklüğüne yakışan mutlu bir hareket olarak, milletimize hür ve insan haklarına uygun yeni ufuklar açmaktadır…

Yaşasın Türk milleti, yaşasın Türk Ordusu..”

(Çetin Altan- 27 Mayıs 1960-Milliyet)

“Vesikaların açıklanacağını öğrenir öğrenmez Namık Gedik'in üçüncü kattan beyin üstü kendini aşağı atmasını şimdi anlıyorsunuz değil mi? Daha iki hafta önce bir Jüpiter edasıyla dolaşıyor, karakolların bodrum katlarında hürriyet isteyen gençlere gerile gerile tokat şaklatıyordu. Ahlaksızlığın Olemp'inden, önce dip üstü çöp arabasına, sonra da beyin üstü kaldırım taşlarına indi…”

(Çetin Altan-31 Mayıs 1960-Milliyet)

“Medeni cemiyetlerde fertlere değil, prensiplere tapılır. Prensiplere ihanet edenler ise cezalarını bulurlar. Hainler prensiplere ihanet etmişlerdir ve cezalarını bulacaklardır.”

(Çetin Altan- 3 Haziran 1960-Milliyet)

Hani nerde o çok düşkün olduğunuz haysiyetleriniz, hani nerde?…Sizin kaşık kadar haysiyetiniz bulunsa portatif su bardağı gibi iç içe birbirinizin arkasına takılacağınıza o haysiyetlerinizi ortaya koyar, beş bin liralık bahşişe ihanet alkışçılığı yapmazdınız.  Hani nerde şimdi haysiyetleriniz?

Bakın gazeteler neler yazıyor. Telefona uzanıp savcıyı arasanıza. Canım arayın, haysiyetsiz yaşayacak değilsiniz ya… Dolaplarınızdan çıkan seksüel ilaçlardan, saç boyalarınıza, metreslerinizin dövizlerinden, yürüttüğünüz hazinelere kadar her şeyinizi tersine dönmüş çöp tenekesi gibi sütunlara döküldü… Size nasıl hakaret etmek mümkündü ki layık olmadığınız kötü sıfatı bulmak imkansızdı. Hırsız desek, gerçekten hırsızdınız, dalkavuk desek gerçekten dalkavuk, rezil desek gerçekten rezil… Şayet sizlere haysiyetsiz demişsek özür dileriz, sizlerden değil, başka haysiyetsizlerden; çünkü en haysiyetsiz olan bile sizlerin yanında  İsa aleyhisselam gibi kalır…

(Çetin Altan- 14 Haziran 1960- Milliyet)

(Çetin Altan’ın muhabir olarak izlediği Yassıada Mahkemeleri’nde Menderes ve Bayar dahil 15 DP’li hakkında idam kararı açıklandıktan bir gün sonra)

“Trampetler vuruyor, kornetler ötüyor, fanfarlar uğulduyordu. Ve kâtip okuyordu. Film artık bitiyordu. Evet film bitti…”

(Çetin Altan-16 Eylül 1961- Milliyet)

Ve 12 Mart darbesi…

“Ve Şahmerdan güm diye indi sonunda

İnsanı insan yapan erdemlikler vardır; haysiyet, vekar, tutarlılık, dürüstlük, seviye, mantık, kültür, beyin ve yürek sahibi olmak gibi Bir ademoğlundan bunların tümünü birden çıkarınız geriye bizdeki politikacı tipi kalır. Haysiyetsiz, ciğersiz, tutarsız, ahlaksız, seviyesiz, mantıksız, kültürü az kafasız, yüreksiz…

O nedenle de bunların içinde Başbakan olmuşlar bile istifa etmek diye bir şey bilmezler. Çaresiz bir yer gelir, bunları öküz kovalar gibi sille tokat tekme sopa kovalamak zorunda kalır toplum…

Aklıma Demirel'in daha işe başlarken savurduğu, orduya karşı iki yüz bin kişiyi silahlandırma kurusıkısı geliyor. O zaman tanıdıklara:?Sonunda asarlar bu komisyoncuyu, demiştim. ?Asılmaktan beter şekilde gitti. Bir Başbakan gibi değil, bir Başbakan gölgesi gibi de değil, ayak sesi duymuş bir kalpazan çırağı gibi gitti.

Şimdi ilk uykusuz geçirdikleri gecenin çentiğini çizmektedirler yattıkları odaların duvarlarına.

Acaba bizden de yaptıklarımızın hesabını soran çıkar mı diye.?Bir yeni dönem başlamaktadır Türkiye'de.?Anayasa mutlak şekilde uygulanacaktır. Bilimsellik ve bilimsel olmak zorunda bulunan kalkınma reformlarının plan ve analizleri, soytarılık, demagoji ve şantajla örtbas edilemeyecektir. Çünkü artık ikinci bir yozlaşmaya asla ve asla tahammülü yoktur Türkiye'nin.”

(Çetin Altan-14 Mart 1971- Akşam)

“Demokrasinin sahte âşıkları, yıkılın…

Bütün kurtlar, tilkiler, çakallar hemen pusuya yattılar. Acaba zaman kazanma şansımız içinde zinc eve devrimci güçlere nasıl bir madik atabiliriz diye düşünüyorlar. Ve özellikle şimdi bunların hepsi demokrasi aşığı gibi görünüyor.

Ve zinde güçlerin ne istedikleri Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Batur'un daha önce Cumhurbaşkanlığına verdiği muhtırada açıklanmıştır. Ve bu muhtıranın Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Gürler ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eyicioğlu tarafından da onaylandıkları kendi açıklamalarıyla gazete sütunlarında belgelenmiştir.”

(Çetin Altan-15 Mart 1971-Akşam)

“CHP Genel Başkanı ille de seçimlere gidelim, diyor.? Bu kez de seçim kampanyası adı altında orduya sövdürecek, ortalığı büsbütün karıştırıp kendisine karşı çıkılmasının intikamını alacak. ?

Ordu temsilcileri herhalde bütün bu oyunların hesabını yapmakta ve politikacıların kendilerine hazırladıkları tuzakları görmektedirler.? Yeni bir dönemin yeni bir dinamizmle sağlam temeller üstüne oturması için önce Parlamentonun kendi kendisini feshetmesi şarttır.?Ondan sonra yapılacak iş Parlamento dışı muhalefeti, emekçileri, memurları ve ordusu ise devrimci bir program etrafında örgütleyip, bu örgütten gelecek aynı programa inanmış kişilerle Orgeneral Batur'un da önerdiği gibi devrimci bir Meclis kurmaktır.”

(Çetin Altan- 17 Mart 1971- Akşam)

“Devrimci program uygulama gücü kimdedir? ?Bir de bakıyoruz ki bizim inandığımız programı ordu temsilcileri Orgeneral Batur'un imzasıyla bir muhtıra halinde Cumhurbaşkanı'na vermişler. Demek ki aynı programda birleştiklerine göre ordu da devrimcilerin müttefiki… Bu güçlü müttefike sırt çevirerek bizim programı hiçbir zaman uygulamasına imkan bulunmayan tutucu parlamentodan yana artık hiç olamam. Ve devrimciliğin yeni bir bütünleşmede, yeni bir oluşuma dönüşte olduğunu görerek hemen tavrımı tespit ederim.??

Gayet açık söylüyoruz, biz bizim inandığımız programın daha ilk harfini görünce delilik krizleri geçiren feodal gölgeli parlamentoyu değil, Orgeneral Batur'un imzasını taşıyan muhtırayı ve onu destekleyip benimseyen güçleri tutuyoruz.''

(Çetin Altan-24 Mart 1971-Akşam)

(9 Mart cuntasının yayın organı Devrim’in de yazarı olan Çetin Altan, diğer 9 Martçılar gibi darbeyi kendi ilerici cuntalarının yaptığını zannedip ilk 40 gün destek vermişti. Altan, 1972’de darbenin gerçek sahipleri tarafından cuntacılık iddialarıyla tutuklandı, 2 yıl hapis yattı.)

Ve hatta 12 Eylül darbesiyle…

“Karamsarlık kısırlaşma demektir.

Bugün içinde bulunduğumuz askerî yönetim, durup dururken kendiliğinden mi gelmiştir iktidara.

Partilerinden, politikacılarına hangisinin ne istediği bir türlü açık seçik anlaşılmayan sayısı birbirine karışmış örgütlerine kadar bir yığın içi cıvalı elektronik atkestanesi, rotası bilinmez sıçrama, patlama ve tokuşmalarla neredeyse ite kaka zorla iktidara getirmiştir Türk ordusunu…

Ordu yönetime geldiği sabah ben Montpellier’de belediye başkan yardımcılarından bir dostumun evinde misafirdim. Olayı ajans haberlerinden duyarak o bana bildirdi. Ağzımdan çıkan söz şu oldu: Başka da çaresi yoktu. Oysa bir hafta önce İstanbul’da L’express dergisinin muhabiri 'Sence ordu iktidara gelir mi' diye sormuştu.  Ben de 'Herhalde gelmeyecek, gelse şimdiye kadar yüz kere gelmesi gerekirdi' demiştim… Bütün bu akışın özetini asla bir karamsarlık kefenine sarmamak gerekir. Tarihi maddecilik açısından ne oluyorsa olması gereken oluyor demektir…”

(Çetin Altan- 20 Ocak 1981- Milliyet)

Ve son olarak 28 Şubat’ta cami-kışla arasında kalmış yazılarla…

Türkiye’nin ensesini karartan, demokrasisini geciktiren dört darbeye de çeşitli ölçülerde destek vermiş olmak, iyi bir demokratlık sicili sayılmaz.

Ama yine de bu hararetli destekler Çetin Altan’ı darbeci değil, darbelerden dahi ilerleme bekleyen iflah olmaz bir ilerlemeci yapabilir. Herhalde bu ‘iyi niyeti’ yüzünden bu mazisi için herhangi bir pişmanlık göstermedi.

Çetin Altan, gazeteciliğe CHP’nin resmî gazetesi Ulus’ta başlamış, Türkiye İşçi Partisi’nin en cesur hatibi olmuş, Meclis’te üzerine yürünürken İsmet Paşa’nın koruduğu, dokunulmazlığının kaldırılmasının Anayasa Mahkemesince engellenmiş,  ANAP iktidarında kendi çevresince topa tutulma pahasına ‘Türkiya’yı dünyaya açtığı için Özal’a destek veren hem hep muhalif hem hep iktidar bir entelektüel ola geldi.

Hep iktidarlığı ona veren şey ise siyasi duruş, güç mücadelelerinde pozisyon tutmadan çok, yazıyla ve lisani haliyle hayatı bir ev sahibi gibi kavraması ve anlatmasındaki özgüvendi.

Türkiye’nin ana akım seküler entelijansiyasından gelip, oryantalizmin en saf örneklerini sergilediği bir tarih bilgisine, saldırganlık sınırlarındaki ama espriler ve cinsellikle sempatikleştirilmiş ateizmine rağmen muhafazakar kesimlerde de bir karşılık bulmuş ender isimlerden biriydi.

Tarih Çetin Altan’ın zannettiğinden bile hızlı ilerledi Türkiye’de. O dinciler, yobazlar demokrasi için en radikal adımları attılar. 56 yıl önce “Said-i Kürdi” için “ona müritlik eden haylazlara bedava ekmek yedirecek hali yok bu milletin” diye yazmış bir yazar, ömrünü o haylaz müritlerin en haylazlarının kurduğu bir hastanede tamamladı.

Tarihin ilerletemediği şeyler de var tabii. Hâlâ iç savaştan darbeye, sokaklarda kalkışmadan bir cemaatin başkaldırısına hatta bir terör örgütünün silahlarına kadar tarihi kendi arzuları yolunda daha hızlı ilerletmek için hep binecek bir at bulup hınçla kırbaçlayan bir aydın takımı mesela…

Onlar yerlerinde duruyor…

Yine de tabii ki ve muhakkak; enseyi karartmayalım…

 

- Advertisment -