Ana SayfaYazarlarPKK kazandı mı?

PKK kazandı mı?

Tekoşin, TDKP, Devrimci Halkın Birliği, Devrimci Yol, TKP, Kurtuluş, Rızgari, Alarizgari, TKP/ML-TİKKO, Özgürlük Yolu, DDKD, Kawa, DengeKawa, KUK…

Birbirine geçen, bir kısmı hâlâ bilinen, bir kısmı ise unutulmuş bu isimler, Güneydoğu Anadoluda PKK’dan önce var olan ama PKK’nın üzerlerinden silindir gibi geçtiği, kimi üyelerini öldürüp kimini de tehdit, baskı ve bazen ikna ile sindirdiği sol örgütlere ait.

12 Eylül öncesi Batı’ya göre daha huzurlu ve heyecanlı bir sol örgütlenmenin gerçekleştiği bölgede, kimi “Türk Solu”nun  uzantıları ve kimi de sadece Kürtlere özgü olarak uçveren bu örgütler, PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti devletinden önceki hedefleriydiler.

PKK 1 Ağustos 1984 Eruh-Şemdinli ikiz saldırısıyla silâhlarını devlete yöneltmeden önce, bu diğer sol örgütleri ve aynı zamanda bölgede öteden beri silahlı topluluklar halinde mevcut Kürt  aşiretlerini vurdu. Ama o dönem, 12 Eylül askeri diktasının ülkeye yaydığı devlet terörünün örtüsü altında kalıp unutulmaya yüz tuttu.

Cunta bölgede hemen herkesi aynı Diyarbakır Cezaevi tornasından geçirdikten sonra ise, PKK artık herkes için tek seçenek olarak kaldı.

Birbirinden uzak ve yoksul köylerin, sert kışların kestiği yolların, insanların “devlet” diye önce jandarmayı tanıdığı zor bir coğrafyanın hakimiyetini ele geçirmek (veya en azından devletten sonra ikinci alternatif olabilmek) adına yola çıkan, ancak bu amacını Marksist-Stalinist söylemi ardına gizleyen bir pragmatist örgütün, Suriye, Irak, İran ama en çok da Türkiye’de sebep olduğu onbinlerce ölüm ve sürüyle acıyla dolu uzun yolu, sonunda Suriye’de bitecek gibi görünüyor.

Otuz yılı aşkın ömründe, onlarca farklı isim altında ve bazen yasal bazen yeraltı örgütlenmeleriyle yürüyen PKK, anlaşılması özellikle zorlaştırılmış deklerasyonlarla ifade ettiği ideolojisini zaman içinde defalarca değiştirdi ve geldiği noktada, Suriye BAAS’ı, İran, Rusya ve ABD ile onun sair Batılı ortaklarından oluşan bir “beş benzemez” destekçiler demeti içinde buldu.

Bugün artık PKK’nın Marksist-Stalinist söyleminden eser yok.
 

PKK kendini, ne yapmak istediğinden ve nasıl bir toplum hedeflediğinden çok, karşı çıktıklarıyla ifade ediyor ve örgütlendiği dört bölge ülkesinin her birinde, o ülke devletinin kendisine karşı tavrına ve diğer dengelere bağlı politikalar izliyor.

Gücünün yetmediği bir teokratik diktatörlük olarak İran’da varlığı hareketsiz. Kendisi de dahil hiç kimse, özellikle de Kürtler için hiçbir şey yapmıyor.

Buna karşılık onu legal-demokratik siyaset alanına çağıran Türkiye Cumhuriyeti’ni reddediyor ve kıyasıya bir savaşı sürdürüyor.

Irak Kürt bölgesinde, petrol geliriyle zenginleşmiş KDP iktidarını, Şii rakiplerinin yanında durarak yıpratma ve zayıflatma stratejisini sürdürüyor.

Suriye’de ise elinde tuttuğu iki hakimiyet alanı, iki kantonu var ve şimdi, bölgenin kaosundan faydalanarak elde ettiği bu bölgeleri birleştirmeye çalışıyor.

Eğer yapabilirse, Suriye’nin henüz belirsiz geleceğinde Türkiye sınırı boyunca uzanan toprakları olacak. Belki federasyon, belki yarı-bağımsız kanton veya bunların yeni bir benzeri — ama belli ki her halükarda kendi silahlarının gölgesinde bir ülke umuyor.

Yüz yıllık ömrünü tamamlamış Sykes-Picot düzeninin sonuna gelinen bu günlerde, bölgenin karışık demografik yapısını işine yarayacak biçimde düzenlemeye çalışırken, bir taraftan da “herkese düşman DAEŞ” ile çatışarak zaman ve güç kazanıyor.

Şimdiden ve Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen bölgede kalıcılığını garantilemiş gibi görünüyor; bu özelliğini her geçen gün perçinliyor.

Dolambaçlı ideolojik söylemleri ve yoksunluklar üzerine çöreklenmiş bir fırsatçılıkla kurduğu uyuşturucu ticareti ile, sonu gelmez şiddet sarmallarından beslenen bu örgüt neredeyse “devlet” olmak üzere. Ancak yetenekleri fazla abartılmamalı ve geleceği de o kadar parlak gözükmüyor.

Kısıtlı ve kendine dönük aklı daha düne kadar, Türkiye’de tetiklediği savaşta halktan destek görmeyi bekliyordu.

Kronik AK Parti düşmanlığından bilinci bulanmış bir “aydın” grubunun itelemesiyle, sadece Kürtlerin değil, Gezi benzeri bir ayaklanma hevesi güden tüm muhalefetin başlattıkları anlamsız kıyıma sokaklarda destek vereceğini umdular. Ama olmadı. Taktik kazanımlarının Türkiye cephesindeki kısmını, bundan sonra hiç kimsenin desteklemeyeceği terör eylemleriyle sürdürmekten başka yolları kalmamış gibi görünüyor.

Bundan sonraki savaşlarını, muhtemelen Türkiye geneline yayılmış ve sivilleri öldürmekten kaçınamayacakları rastgele bombalı saldırılar şeklinde sürdürecekler. Bu da onları, gözleri tümüyle kapalı sol-liberal Türk aydınlarının artık çoktan sabırları taşırmış “PKK’ya destek” gevelemelerinden dahi yoksun kaldıkları bir noktaya taşıyacak.

İkiyüzlü politikalarının kendilerini kaçınılmaz olarak Batı’nın kullanışlı ama er ya da geç terkedilecek aparatı olma noktasına sürüklediği de ortada.
 

İnsanlara ve insanlarına sunabilecekleri zaten fazla değildi ve giderek de azalıyor.

Herşey hep istedikleri gibi gitse dahi, (güya) peşine düştükleri düzenin üzerinde etkili olacak, yarın hayatı tekrar inşa etmek zorunda kaldıklarında başvuracakları kuzey komşuları Türkiye ile, aslında henüz başlangıcındaki bir kavganın içine yuvarlanıyorlar.

Suriye cephesindeki kazanımları ve işlerini yürütebilecekleri bir hakimiyet alanı uğruna, kaybedileceği kesin olan bir savaşa girip binlerce genci ölüme sürüklediler, kentlerini yakıp yıktılar, insanlarını evlerinden, yurtlarından ettiler. Herkesin onlar olduğunu bildiği ama kendilerinin pişkince reddettiği TAK üzerinden sivilleri katlettiler.

Kendilerine karşı en çok da Kürtler arasında yükselen nefretin önünde, şimdilik, geçmişin inkar, imha ve asimilasyon politikalarının hafızalardaki kalıntıları ile devlete hâlâ duyulan güvensizliğin birleşiminden kaynaklanan bir belirsizlik sayesinde durabiliyorlar.

Başlattıkları yangın öylesine yıkıcı ve politikalarının tümü öylesine büyük bir riyakârlıktan ibaret ki, yıllardır baskılanan Kürt kimliği üzerine siyaset yapan ve ihtimal daha uzun süre yapacak, yaparken de “barajı geçecek oylar” alabilecek olan HDP dahi, ileride onlardan yüz çevirebilir; çevirmese bile bir akıl ve vicdan ekseni etrafında ortadan ikiye bölünebilir.

Kürtler, tabandan yukarı doğru hareketlenerek HDP’yi bir PKK aparatı olmaktan çıkarıp, reddedişlerini kesinleştirebilirler ve PKK da kendisini, Kobane’yi merkez alan bir açık hava hapisanesinde bulabilir.

Bu takdirde hemen üstlerinde, tüm kuzey sınırları boyunca, kendilerinden ölesiye nefret eden insanların yaşadığı bir düşman ülkeyle yanyana varolmak ve tahminen onun uzun döneme yayılmış intikam eylemleriyle de yüzleşmek zorunda kalacaklar.

Her yerin kaos içine yuvarlandığı bugün, silâhlar oldukça belirleyici görünebilir. Ama ince buz üzerinde yürürken gereksiz bir ağırlığa karşılık geleceklerdir ve bu, o buz üzerinde yürüyeni dibe gönderebilir.

Halklar genellikle sanıldığından daha akıllıdır ve tarih uzun vadede onların yanında olduğunu, bunca zamandır defaten gösterdi, gösteriyor.
 

Bu yolda ve bu şekliyle giderse PKK, belki Suriye’de kendine ait bir ülke kurabilir, ama o ülkeyi yaşatacak koşulları bu yolla ve bu şekilde sağlayamaz.

NOTLAR

(1) Bölgedeki sol örgütler açısından PKK’nın başlangıcı için, bkz http://arsiv.taraf.com.tr/haber-ve-birden-apoculuk-cikti-85081/.

(2) PKK’nın cinayetleri için, bkz. http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=1079234.

(3) PKK, DHKP-C, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler? Bkz.
http://t24.com.tr/haber/pkk-dhkp-c-tikko-yoldaslarini-nasil-oldurduler,267458.

Notlardaki linkler için twitter’dan @Malikejder47’e teşekkür ederim.

 

- Advertisment -