Dolmabahçe mutabakatını izleyen günlerde Çözüm Süreci’nin selameti bakımından HDP’ye oy vererek barajı geçmesine katkıda bulunacakların sayısı fazlaydı. Sürecin mimarı AK Parti’ydi ve arkasında güçlü bir iktidar partisi olmadan yürütülmesi mümkün değildi elbette ama barışa giden yolda HDP’yi ödüllendirmenin gerektiği düşünülüyordu. Çözüm Süreci’ni önceleyen çevremdeki birçok kişi –ki aralarında daha çok AK Parti seçmenleri vardı- böyle düşünüyor ve HDP’ye ödünç oy verilmesinin iyi olacağından söz ediyordu.
Gel gör ki beklenen ve mantık çizgisinde olması gereken olmadı. İlk olarak, HDP Eş Başkanı Demirtaş mantık çerçevesinde hiç gerek yokken Cumhurbaşkanı Erdoğan’a provokatif bir üslupla “seni Başkan yapmayacağız” çıkışı yaptı. Aslında HDP’nin klasikleşmiş taleplerini bir yana bırakarak, Çözüm Süreci’ne karşı tutumları belli olan CHP ve MHP’nin söylemini böyle paylaşması normal değildi. Zira HDP’nin başkanlık sistemine muhalefetini Erdoğan’ı rencide edecek bir üslupla dile getirmesini CHP seçmeninden oy alma isteğine bağlamak mümkün görünmüyor.
Bir kere, dünya örneklerine bakıldığında HDP gibi silahlı örgütlerle yadsınamayacak bir bağı bulunan siyasi partilerin her zaman kendi siyasi taleplerine öncelik verdiği görülüyor. Örneğin Batasuna’nın, türevi siyasi partiler gibi, oy arttırmak için İspanya’da kendi siyasi taleplerini bir yana bıraktığı ve devleti temsil eden siyasi partilerden birinin –hem de barış sürecinin tam da karşısında yer alanın- politikasını dillendirip öteki partiye muhalefet etmesi görülmüş bir şey değil. HDP gibi Sol’da yer alan çevresel (Bask) milliyetçi bir parti olan Batasuna’nın oyları hep silahlı örgütün eylemsizlik dönemlerinde artmış, şiddetin hüküm sürdüğü ya da barış yolunun tıkandığı dönemlerde azalmış. Dolayısıyla bu partinin kemik oyları dışında aldığı oylar hiçbir zaman içlerinde İspanyol milliyetçileri barındıran partilerden gelmemiş.
Bu itibarla, HDP’nin 7 Haziran seçimlerine giderken izlediği bu politikayı dünya örneklerinde benzeri partilerin siyasi çizgilerinden çok farklı buluyorum. Bu farklılığı Türkiye’de mevcut yüzde 10 barajının yüksekliğiyle izah etmek de mümkün görünmüyor. Eğer HDP Meclis’te temsile önem veriyor olsaydı, bugüne kadar yaptığı gibi, seçime bağımsız adaylarla girmeyi, barajı geçmek için kendi kimliğini bir tarafa bırakarak politika yapmaya yeğlerdi.
HDP’nin tercihi bu yönde olduğuna, CHP ve MHP ile birlikte, çözümü önceleyen tek parti olan AK Parti’nin devrilmesi hedefine kilitlendiğine göre, en azından Çözüm Süreci’ne yaşamsal bir önem vermiyor demektir. Her ne kadar parti temsilcileri bunun aksini iddia etseler bile, CHP ve MHP ile birlikte hareket eden bir siyasi partinin Çözüm Süreci’nden yana olması inandırıcı gelmiyor doğrusu.
Kaldı ki ortalıkta dolaşan koalisyon senaryolarının birinde HDP’nin adı CHP ve MHP ile birlikte anılıyor ve Eş Başkan Demirtaş bu senaryonun doğru olmadığı konusunda kamuoyuna tatminkâr bir açıklama yapmış değil. O bakımdan CHP ve MHP’ye oy vermeyi akıllarının ucundan bile geçirmeyenlerin çözüm için HDP’ye destek olmaları artık mümkün değil. HDP belki çözüm karşıtı cepheden oylarını arttırabilir ama muhafazakâr Kürtler başta olmak üzere çözümü önceleyenlerin oylarını kaybettiğine kuşku yok.
Bu stratejinin mantığı ne?
Aslında burada altını çizmek istediğim nokta, HDP’nin izlediği bu politikanın sadece genel seçimlere yönelik basit bir taktikten ibaret olamayacağı hususu. Alınan risk görünürde belki Meclis’te temsil edilmeme ama HDP barajı geçtiği varsayımında, AK Parti salt çoğunluğunu koruyor olsa bile, CHP ve MHP ile birlikte hareket edeceği mesajı veriyor. Demirtaş’ın AK Parti ile hiçbir zaman birlikte olmayacaklarını söylemesi Çözüm Süreci’ni bir tarafa bıraktığı anlamı taşıyor. Çünkü ne CHP, ne de MHP’nin sürece ilişkin bir politika değişikliği yok.
Bu durumda, HDP’nin, dolayısıyla PKK’nin dünya örneklerinden farklı olarak, bir sorunu çözmek için değil, o sorundan beslenerek Türkiye’ye zarar vermek amacıyla oluşturulduğu varsayımı ağır basıyor. Çünkü HDP’nin muhalefetle birlikte hareket stratejisi ancak inanmak istemediğim böyle bir olasılıkta mantık çizgisine oturabiliyor. Bir bahaneyle çözümün baş aktörü partinin karşına geçerek, çözümsüzlüğü pekiştirmek ve çözümsüzlük ortamında da asıl işlevi neyse onu yerine getirmeye devam etmek. Bu korkutucu, hem de son derece korkutucu olasılık akla HDP acaba birilerinin Truva Atı mı sorusunu akla getiriyor.
Bu konuda ortalıkta bir hayli senaryo var. AK Parti, birbirleriyle uyuşmayan CHP-MHP-HDP üçlüsünü bir araya getirenin öteden beri derin devlet dediğimiz ama son dönemde “Paralel yapı” olarak adlandırılan Cemaat’in de bir parçası olduğu anlaşılan ve uluslararası uzantıları bulunan bir casuslar şebekesi olduğunu ileri sürüyor. Bu varsayımda, sadece HDP değil ayrıca PKK de bu şebekenin Truva Atı konumunda yer alıyor. Bizler dünya örneklerinden hareket ederek, Türkiye’nin güvenlik ve refahını olumsuz yönde etkileyen Kürt sorununun şiddet boyutuyla birlikte çözümü için iyi niyetle çabalarken, böyle bir şebeke de, gerçekten varsa, hepimizle alay ediyor demektir.
Bir başka olasılık, PKK/HDP’nin Suriye’deki Baas rejiminin Truva Atı olması ki PKK’nin uzun yıllar bu ülke topraklarında üslenmiş olması inandırıcılığını bir hayli arttırıyor. Öteden beri Hatay üzerindeki toprak emellerini canlı tutan Baas rejiminin yularını elinde tuttuğu bir Truva Atı ile Türkiye politikalarını sürekli kontrol etmek istemesi çok da uçuk bir varsayım görünmüyor.
Bu varsayım ayrıca birbiriyle uyuşmayan üç partiyi AK Parti karşıtlığı üzerinden bir araya getirme stratejisini, Türkiye’nin hayrına olmasa da, mantık çizgisine oturtuyor. Suriye’yi kana bulayan Baas rejiminin, karşısında kararlılıkla dikilen AK Parti hükümetine karşı, uluslararası satranç tahtasına, IŞİD gibi nereden çıktığı belli olmayan bir örgütün yanı sıra öteden beri kullandığı Truva Atı’nı da sürmüş olması mümkün. CHP’nin de Esat rejimine ne kadar yakın olduğu ve Türkiye’nin Orta Doğu politikasını sert biçimde eleştirmesi dikkate alınacak olursa, bu varsayımı komplo teorisi diye bir çırpıda göz ardı etmek kolay görünmüyor.
PKK/HDP’nin Baas rejiminin Truva Atı olduğu olup olmadığını bu konuda istihbarat sahibi olmadığımız için bilemeyiz elbette. HDP’nin AK Parti tarafından dillendirilen derin devlet ve uluslararası casusluk şebekesiyle ilişkilerini de öyle. Ama HDP’nin benimsediği bu mantıksız strateji kafalarda o kadar çok soru işareti bırakıyor ki yanıtlarını bulmadan Çözüm Süreci’nin hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etmeyeceğine kuşku yok.