Reina saldırganı yakalandı.
Altına saklanmaya çalıştığı yataktan polise “ne olur beni öldürmeyin” diye yalvaran ufak tefek bir Özbek.
İlk ifadesinde beklendiği gibi ne biliyorsa hepsini anlattı;
Afganistan’da eğitim gördüğünü, asıl hedefinin IŞİD’ın Telegram kanalından servis edilen selfie filminde de görüldüğü gibi Taksim olduğunu, ancak güvenlik önlemleri yüzünden alternatif hedef aradığını ve Reina’yı bulduğunu, Rakka’daki IŞİD komutanıyla görüşerek yönlendirildiğini vs döküp saçtı.
39 can alan bu korkak cani, ne beklendiği gibi kaçabildi, ne başka bir eyleme kalkışabildi ve ne de, bırakalım polislere karşı bir intihar saldırısında bulunmayı, hatırı sayılır bir mukavemet gösterebildi.
Bir yatağın arkasından öldürülmemeyi dileyebildi sadece…
Oysa çok iyi eğitimli deniyordu.
Abdulkadir Selvi: “DAEŞ’in ‘askeri birimi’ içerisinden özel olarak seçilmiş bir terörist.”
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/daesin-askeri-biriminden-ozel-secilmis-40324832
Hattâ yabancı istihbarat servislerince desteklendiği bile söyleniyor; destekleyenlerin kim oldukları dahi “ifşa” ediliyordu.
AK Parti milletvekili Şamil Tayyar; “Tetikçi kim çıkarsa çıksın Reina baskını bir CIA eylemidir. NOKTA.”
http://haber342.com/haber/samil-tayyardan-sok-iddia-saldirinin-arkasinda-cia-var-haberi-2339.html
Sabah gazetesi yazarı Melih Altınok’a göre. bunu neden yaptıkları da belliydi: “Boynuna ‘DEAŞ'çı’ levhası astıkları o tetikçiyi Reina’ya gönderip Türk devletine ‘Suriye'de PKK/PYD'yi rahat bırak yoksa içini karıştırırım’ diyen küresel muktedirlerin planı eksiksiz tamamlanmış olacaktı.”
http://www.ahaber.com.tr/yazarlar/melih-altinok/2017/01/18/bize-iyi-geldi-peki-ya-size
Ve tabii, illâ her taşın altından çıkartılan FETÖ.
Vatan gazetesi, örneğin, “Reina saldırısında FETÖ bağlantısı” başlığını atarken çok emindi ama yazılan haberin gerçeklerle ilgisi yoktu ve sürüyle de başka uydurma bilgi içeriyordu: “Teröristler, önce ‘hedef gözeterek’ çok önceden belirlenmiş isimleri öldürdü, sonra yaylım ateş açtı. Eğlence yerindeki boş kovanların üç farklı silaha ait olduğu da belirlendi.” http://www.gazetevatan.com/reina-saldirisinda-feto-parmagi-iddiasi-1026830-gundem/
Yine Sabah gazetesinden Mahmut Övür ise FETÖ bağlantısı için polisteki kripto unsurları gösteriyordu:
“Yani güvenlik güçlerine ve istihbarata sızmış kripto unsurlar. Daha iki hafta önce bir polis tarihte eşine az rastlanır bir suikastla bir büyükelçiyi öldürmedi mi?” http://www.sabah.com.tr/yazarlar/ovur/2017/01/03/reina-saldirisinda-feto-izi-var-mi
Ve tabii böylesi durumlarda koşa koşa fikrine başvurulan, medyamızın terör konularındaki pop ikonu, “güvenlik uzmanı Mete Yarar: “Saldırının tarzı IŞİD’e uymuyor” diyor ve ekliyordu: “İçerideki 50 tane korumanın silahsız olacağını, hiç gitmediği mekanın giriş çıkışlarını nereden biliyordu?” http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/mete-yarar-saldirinin-tarzi-deasa-uymuyor-h137178.html
Oysa bir, içeride ve dışarıdaki korumaların toplam sayısı (50 değil) 25 idi. İki, bu tarz korumaların sadece mekândaki olası arbede vb olayları önlemek için bulundurulduğunu, hele Reina gibi çok göz önündeki yerlerde görev yapanların da asla silah taşımadığını, güvenlik konusundan biraz anlayan herkes biliyordu. Muhtemelen saldırgan da bu kadarcığını bilenlerden biriydi.
Örnekler, Türkiye medyasının konuyla ilgili toplam üretiminin bir “saçmalık” külliyatına dönüşmesine kadar uzatılabilir. Ama şimdilik sadece bir önceki yazımı hatırlatıp bitireyim (https://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/reina-saldirisi-i-flashbang-yalani-752572).
Zaten saldırganın yakalanmasıyla apaçık gördük ki olay, hiç de buralarda söylendiği gibi değilmiş..
Saldırgan Türkiye’ye illegal giriş yapmış.
Uygurların, Taciklerin, Kırgızların ve başka benzer Türkî grupların oluşturduğu bir gettolaşma içinde saklanmış.
Mafyamsı bir takım örgütlenmelerden beslenmiş. (Savcının iki dosyayı birleştirmesinden anladığımıza göre) bir döviz bürosu soygununa ya katılmış ya yardım etmiş; muhtemelen saldırıda kullandığı silahı da bu şekilde temin etmiş.
Yasadışı varlığını sürdürürken bir kavgaya da karışmış olmasına rağmen hiç takip edilmemiş, istihbarata hiç takılmamış.
Saldırı sonrası servis edilen selfie’sinden de anlaşıldığı gibi, asıl hedefi olan Taksim’de rahatlıkla keşif yapmış; ancak son anda Taksim’de alınan güvenlik önlemleri yüzünden hedefini değiştirmiş.
Peki, saldırıyı nasıl gerçekleştirmiş?
Taksim’i saldırmaya uygun bulmayınca bir taksiye atlamış, Türkiye’nin en ünlü eğlence mekanına kadar gitmiş.
Alınan önlemleri aşabileceğini görmüş, eve dönmüş, silahını almış, çatasına koyup yine bir taksinin bagajına atarak Ortaköy’e ilerlemiş.
Bütün o “çok sıkı” güvenlik önlemlerini ve yol kontrollerini geçmiş; saldırısını gerçekleştirmiş ve yine polislerin burnunun dibinden kaçabilmiş.
Hepsi bu kadar.
Hükümet cephesinden yapılan “teröre karşı topyekun mücadele” ve “tüm terör örgütleri aynıdır” türünden açıklamalar, 15 Temmuz darbesi sonrası oluşan travmayla da birleşerek, özellikle medyayı oldukça yanlış noktalara vardırmış görünüyor.
Akıl dışı noktalara savrulan haber ve analizler kontrolden çıkmış durumda.
Terörle mücadelede topluma düşen en önemli görev, uyanık olmak ve normal yaşamı korkmadan sürdürmekteki kararlılık. Oysa bu, bırakalım medya tarafından desteklenmeyi, düpedüz hezeyanların saldırısı altında.
Tüm bu yanlış okumalar, haberler, analizler ve yorumlar, terörle mücadeleye hiçbir biçimde faydalı olmadığı gibi, tersine çalışıyor ve ilginç bir biçimde bu, hükümet cephesinden de hiçbir tepki görmüyor. Hattâ Şamil Tayyar örneğindeki gibi, neredeyse altı imzalanıyor.
“Bu hep mi böyleydi? Medyadaki ve belki hükümetteki terör algısı, önceden de bu kadar çarpık mıydı? Bu kadar sömürülüyor muydu?” gibi sorular için, Reina saldırısı tek örnek değil.
Ondan dört gün sonra gerçekleşen ve TAK’ın üstlendiği İzmir/Balçova Adliyesi saldırısı için de benzer hatalı, hamasi okumalar devam ettiriliyor.
Saldırıda belki hiç olmayan, ama gerekli güvenlik prosedürlerine uymayarak ve aşırı atak davranarak yaşamını yitiren şehit polis Fethi Sekin’in davranış biçimi kutsanıyor.
Belki şehadetine saygı çerçevesinde, yaygınlaşan bir yanlışa göz yumulabilirse de, belirtmek gerekiyor ki Fethi Sekin saldırıyı ne engelleyebildi ne de durdurabildi.
Genelde söylendiğinin aksine teröristlerden birini de vurmadı, vuramadı.
Onun yerine aşırı atak davranıp ilerlememesi gereken bir noktaya kadar temkinsizce, durum analizi yapmadan ilerledi ve vuruldu.
Güvenlikçi bir bakış açısıyla, yaptığı açıkca hataydı; bunu “İzmir Adliye saldırısı” yazımda detaylarıyla anlatılmıştım (https://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/izmir-adliye-saldirisi-752443).
Ondan önce ise, 19 Aralık gecesi gerçekleşen malum Karlov suikasti vardı ve medya ile yetkililerin tavrı yine aynıydı: “Fethullah Gülen'e bir dönem en yakın isimlerden biri olan Latif Erdoğan'a göre suikastçi polis memuru Altıntaş yüzde bir milyon FETÖ’cü” diyordu Sabah gazetesi (http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/12/19/mevlut-mert-altintas-yuzde-bir-milyon-fetocu).
Star gazetesi 24 Aralık haberinde, “2012 yılında Polis Meslek Yüksek Okulu sınavında kopya çektiği ve sınav sonrası polisliğe de bu şekilde girdiği belirtildi” diye yazıyordu (http://www.star.com.tr/guncel/mevlut-mert-altintas-hakkinda-son-dakika-haberi-fetocu-mu-haber-1169066/).
Türkiye gazetesi 20 Aralık haberinde, “Saldırganın, lise yıllarında vasat, asosyal bir öğrenci olduğu, liseyi bitirip üniversiteyi kazanamayınca polislik sınavlarına girdiği belirtildi” diyordu (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/430731.aspx).
Yeni Şafak yine 20 Aralık haberinde “FETÖ'nün saldırgan Altıntaş'a polislik sınav sorularını verdiği öğrenildi” diye yazıyordu (http://www.yenisafak.com/mevlut-mert-altintas-kimdir-fetocu-mu-mevlut-mert-altintas-polis-mi-h-2583524).
Oda TV de 20 Aralık haberinde Sabah gazetesini kaynak göstererek “Mevlüt Mert Altıntaş’ın eğitim masraflarının Sökeli firari iş adamı Şahin İlgi tarafından karşılandığı öğrenildi” demişti (http://odatv.com/katil-polis-fetocu-mu-2012161200.html).
Muhtemelen bu tür iddiaların hemen hepsini, kötü bir dramatizasyonla da birleştirerek aksettiren son ve nadide bir örnek de Yeni Asır’dan: http://www.yeniasir.com.tr/surmanset/2016/12/21/94-model-hashasi.
Bunların ve benzerlerinin hepsi yalanlandı, fos çıktı veya kendi içine göçerek geçersizleşti.
Karlov’un suikaste uğramasından günümüze kadar geçen zaman, üzerine İzmir Adliye saldırısı ve Reina saldırısı da eklendiğinde, hiç kuşkusuz medyanın en kötü sınav verdiği dönemlerden biri olarak hatırlanacak.
Ancak bu “uydurma kanıtlar seli” Mevlüt Mert Altıntaş’ın kesinlikle FETÖ elemanı olmadığının kanıtı değil.
Meşhur sözdür: “Kanıtın yokluğu yokluğun kanıtı değildir.” Altıntaş pek âlâ çok iyi gizlenmiş bir tetikçi olabilir ve bunun kanıtları çok sonra bulunabilir (veya hiç bulunmayabilir).
Şahsi okumamı ise önceki bir yazıda belirtmiştim ve hâlâ da aynı fikirdeyim: Mevlüt Mert Altıntaş muhtemelen bir yalnız kurttu (https://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/yalniz-kurt-saldirisi-ve-acik-bayraklar-747168).
26 Aralık günü suikastçinin ablasıyla yapılan bir röportaj, meseleyi benim okumam eksenine yaklaştıran samimi bir ikrar niteliğinde. Özellikle de 15 Temmuz darbe gecesi alınan izin gibi bir çok iddiayı çürütüyor ve meseleyi ayakları üzerine oturtuyor (http://www.hurriyet.com.tr/suikatcinin-ablasi-anlatti-biz-bu-sekilde-yetistirmedik-40317229).
Ancak devlet ricali halâ aksini düşünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan; "Rus elçiye suikastte bağlantılar FETÖ’yü gösteriyor. Suikastçı FETÖ terör örgütüne mensup. Bunu gizlemeye gerek yok” diyor (http://www.ensonhaber.com/cumhurbaskani-erdogandan-el-bab-aciklamasi-2016-12-21.html).
Aradan geçen zamanda ve üzerine gelen diğer saldırılarla Karlov olayı neredeyse silikleşmeye başlayan bir geçmişte kaldı.
Bugün elimizde sadece, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Soruşturma çok ilginç bir yere doğru ilerliyor” açıklaması ve suikastçinin tutuklanan birkaç devre arkadaşı var, o kadar.
Ortalığa saçılan onlarca temelsiz ve mantıksız iddia kondukları yerde duruyor ve üzerine gelen her yeni saldırıda da, yukarıda görüldüğü gibi, başka temelsiz ve mantıksız iddialar ekleniyor.
Görüldüğü gibi tablo pek parlak değil.
Topluma medya tarafından pompalanan ve hükümet sözcülerince de, bırakalım düzeltilmeyi, neredeyse beslenen ve desteklenen algılar oldukça problemli.
Tüm bunların, göremediğim bir biçimde terörle mücadeleye katkısı olabileceğini sanmıyorum. Aksine, durum, terörle mücadeledeki hataları, güvenlik boşluklarını, liyakatsızlıkları gizlemeye, dolayısıyla da mücadeleyi sekteye uğratmaya yararmış gibi görünüyor.
Konuyu incelemeye devam edeceğim.