Bütün filmlerinin aslında tek bir filmin parçaları olduğunu söyleyen ünlü Yunanlı yönetmen Theodoros Angelopoulos da (1935-2012), Odiseus’un Nazarı’nda (Ulysses’ Gaze; To Vlemma tou Odyssea) “Seni sevemediğim için ağlıyorum” cümlesini defalarca kullanır.
Angelopoulos hep olduğu gibi Balkanları ve bölgenin acılarını anlatır. Bu sefer Harvey Keitel tarafından canlandırılan kahraman, bir siyasi sürgündür; sosyalist geçmişiyle boğuşmakta olan Yunan asıllı Amerikalı film yönetmeni Bay A’dır.
Sosyalizmin çöküşüyle birlikte varoluş nedenini yitirmiş, hayatından ve yaptığı işten usanmış, yeni bir anlam bulmaya çalışmaktadır.
Bu sırada Atina Film Arşivi tarafından yapılan bir belgesel teklifini kabul eder ve Yunanistan’a, anavatanına gelir.
Araştırmaları onu bir yolculuğa sürükleyecek; Balkanların 1905’te Manaki Kardeşler tarafından çekilen ilk filminin kayıp üç rulosunu aramaya girişecektir.
Tek bir filmin parçaları
Film Plato’un “Ve ruh kendini tanımak için kendine bakmalıdır” sözüyle başlar. Bay A da bir bakışın — Manaki Kardeşlerin kameranın ardından yaşadıkları bölgeye fırlattıkları o ilk nazarın peşinde koşmaktadır.
Geriye ve içe dönüşlerle yapılan yolculuk, savaşın öykü ve izleriyle dolu bir hattan ilerler. Kendisine ve ülkesine yabancılaşmış insanlara çarpa çarpa, Atina, Koriçe, Manastır, Üsküp, Bükreş, Belgrat ve Filibe üzerinden geçip Saraybosna’da, iç savaşın tam ortasında nihayetlenir.
Bay A, aradığı filmleri savaşın yıkıntılarının ortasında, onları herşeye rağmen saklayan bir arşivcinin mahzeninde bulur.
Arşivci bu olağanüstü koşullarda gerçekleşen arayışı, “Kaybolduğuna inanılan bir filmin peşinden buralara kadar geldiğine göre, bu ya büyük bir inançtan olmalı ya da büyük bir ümitsizlikten” sözleriyle tanımlar.
Filmin sinema tarihine geçen meşhur sahnesi, yolculuğun Belgrad öncesi aşamasına denk düşer. Bay A Tuna nehri üzerinde giden bir mavnaya kaçak yolcu olarak biner. Mavnanın yükü, Bükreş’ten Almanya’daki bir müzeye götürülmekte olan dev (ama parçalanmış) bir Lenin heykelidir.
Heykelle birlikteki yolculuğu boyunca Bay A, kıyıdaki insanların bazen selâm durduklarını, bazen de sanki bir cenazeye tanıklık eder gibi haç çıkardıklarını görür.
Tuna’dan geçen mavnadaki heykel, aslında sosyalizmin parçalanmış Balkanlardaki son yolculuğunu yapmaktadır.
Onlar da “sevemedikleri için ağlar”lar — sosyalizmi mi, birbirlerini mi?
Başka bir heykelin kısa yolculuğu
22 Aralık 2016 günü Rize Belediyesince görevlendirilen işçiler, ellerinde matkap ve çeşitli âletler, bir vinç, bir dozer ve bir kamyon eşliğinde gelip Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk heykelini kaidesinden sökmeye başlar.
CHP il yönetim kurulu üyesi Saltuk Deniz ve ADD Başkanı Ömer Toprak çalışmaya müdahale ederler. Kısa ve önemsiz bir arbede yaşanır; basının dikkatini çeker.
Ömer Toprak tepkisini şu sözlerle açıklar;
“Bugün Rize için kara bir gündür. Rize’nin hafızasından Atatürk’ü silmeye çalışıyorlar.
Biz Rizeliler olarak bu çalışmadan rahatsızız. Atatürk’ü kaldırarak yerine çay bardağı koymak istediler. Tepkiler üzerine bundan vazgeçtiler. Şimdi 15 Temmuz anıtı yapacaklar. Atatürk’ü silmek istiyorlar. Bu çalışma trafiği rahatlatma değil Cumhuriyete meydan okuma çalışmasıdır. Bu projeden derhal vazgeçilmelidir. Vazgeçilmezse Atatürk anıtını en kısa sürede tekrar yerine taşıyacağız. Bu projeyi hayata geçirenler gidecek, Atatürk bu meydanda kalacak.”
Muhalif medya gün boyu olayı “Atatürk heykeli kaldırıldı” iddiası üzerinden işler. Aslında heykel sadece bir yerden bir yere taşınmıştır, ama bundan bahsetmekten özenle kaçınılır.
Heykelin özellikle de üzeri örtülmeden kamyonla taşınışı, defalarca fotoğraflanır ve paylaşılır.
Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap olayı twitter’dan şöyle ilân eder:
“DUYURU [Cumhuriyet] meydanında bulunan Atatürk heykelinin Valilik önündeki tören alanına taşınması tamamlanmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
Bu tweet’e bir cevap gelir. Kanatsız Melek rumuzlu @mss_athena adlı hesaptan şunlar yazılır:
“@resatkasap DEMEK Kİ RİZENİN BİR KURTULUŞ SAVAŞI DAHA YATIYOR KADERİNDE, ATATÜRKÜN ANLAMINI HATIRLAMASI İÇİN.”
Ve tweet’ine bir de fotoğraf ekler:
Belediye Başkanının karşılığı da gecikmez:
“@mss_athena 2 Mart 1918 RIZENIN KURTULUSU. ATATURK henüz Samsuna çıkmamıştı.
kanının karşılığı da gecikmez;avnayaOnce ogrenin. Rize.bel.tr/haberphp?id=7…”
Yukarıda sözü geçen tweet’ler, bu yazıya oldukları gibi, kendi seçimleri ve hatâlarıyla birlikte aktarılmıştır.
Rize’nin kurtuluşu
Birinci Dünya Savaşı sırasında Rize’nin işgali, Rusların Trabzon harekâtı içinde yer alır.
Rusya’nın Osmanlı topraklarına saldırılarının başlangıcı, İmparatorluğun 14 Kasım’da Almanya safında savaşa dahil olmasından iki hafta önceye denk geliyor. 1 Kasım 1914’te Rus birliklerinin Osmanlı sınırını aşıp ilerlemesiyle başlıyor.
Rus saldırıları, bazen denizden savaş gemileriyle kıyıdaki yerleşim yerleri ve mevzilerin top ateşi altına alınması, bazen karaya asker çıkartma ve ilerlemelerle, yaklaşık üç yıl kadar sürüyor.
Çatışmalar bazen bölgeye yetişen Osmanlı donanması ile Rus donanması arasında, bazen de karadaki birlikler arasında geçiyor.
Bölgeyi savunmakla görevlendirilen Avni Paşa, elindeki sınırlı askerle direnmeye çalışıyor. Bölge halkından yardım istiyor ve bir rivayete göre halka yaptığı çağrıda şunları söylüyor:
“Burada düşmanla harp edeceğim. Askerlerimle harp etmek isteyenlere silah vereceğim. Harp etmek istemeyenler olabilir. Onlar da askerler için silah taşısınlar. Bunu da yapmayanlar siper kazsınlar. Bunu da yapmayanlar dua etsinler. Bunu da yapamayanları vallahi de asarım billahi de asarım!”
Ancak Paşa’nın çağrısı karşılık görmüyor ve bu sefer de şu emri veriyor;
“Askerler, sizleri sağ cenaha, deniz kenarına gönderiyorum. Orada kahramanca harp edeceksiniz. Her kim bana bir düşman şapkası getirirse kendisine bir gümüş mecidiye vereceğim. Bir düşman tüfeği getirene bir altın vereceğim. Bir düşman kulağı getirene beş altın vereceğim.”
Elbette bunlar, yukarıda da söylendiği gibi rivayet; gerçeklere ne kadar uyduğu bilinmiyor.
Ama sonuçta bu çaba da işe yaramıyor ve Avni Paşa elindeki kuvvetlerle Zigana geçidine çekilip savaşın sonunu orada beklemeye başlıyor.
Rize, karadan ilerleyen Rus birliklerinin donanmadan da destek alması sonucu, 24 Şubat 1916’da işgal ediliyor. Of ilçesi 15 Mart’ta, Trabzon ise 18 Nisan’da düşüyor.
Rize’yi ve tüm Karadeniz bölgesini Rus işgalinden kurtaran ise bambaşka bir olay.
Lenin önderliğindeki Bolşevik Devrimi, 1917’nin eski takvimle 25 Ekim, yeni takvimle 7 Kasım’ında Rusya’daki çarlık düzenini yıkıyor; İngiltere, Fransa ve diğer müttefikleriyle ilişkilerini bitiriyor; 1918 başlarında da Rus birliklerinin bölgeyi terketmesi emrini veriyor.
Ve Odiseus hâlâ Kalypso’nun kumsalında birilerine “seni sevemediğim için” diyerek ağlıyor.