Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nin davetlisi olarak bir konferans için Tokat’tayım. Kadın Platformu Başkanı Gülsüm Ceylan ve arkadaşıyla tanışmak ilham veriyor. Kadın meselesini konuşacağız ve onlar tevazuyla gençlere yoksullara hatta şehre gelen Suriyeli Afganistanlı mültecilere sahip çıkarak kadının çalışması meselesine açıklık getiriyorlar zaten. İlk kez geldiğim şehirde bağlar bahçeler göreceğimi sanıyordum ama diğer şehirlerimiz gibi buralar da betonlaşmaya meyletmiş. Alüvyonlu bereketli toprakları düşünürken sosyal ihtiyaçlara, konut ihtiyacına en güzel şekilde cevap verecek projeler de sunulmalı ki hayıflanmalar boşta kalmasın. Bir arkadaşımız Karşıyaka Mahallesi için ‘buralarda bağlar vardı, üzüm bahçeleri beton bahçelerine dönüştü’ derken, başka bir arkadaşımız aynı anda ‘şehir bu tarafa doğru gelişti’ diyordu misal. İkisi de doğru fakat “gelişme” kavramı üzerine enine boyuna çalışmak ve bir orta yol bulmak zorundayız. Bu sadece Tokat’ın meselesi değil, Malatya’da kayısı bahçeleri sitelere dönüşüyor, Maraş’ta amcamın bağı da dahil nice bağ ve bahçeler sökülüp beton yapılaşmaya teslim edildi. Muş ovası için lütfen mümbit arazilere bina yapmayın mealli bir kamu ilanı vermişti devlet bir ara. İnsanlara yol göstermek ve sağlıklı politikalar üretmek yönetimlerin işi ama bu politikaların belirlenmesinde inisiyatif almak, taleplerini güçlü bir şekilde ortaya koymak ta toplumun işi. Biri bağını müteahhite verip bir gecede zengin olurken, ötekine sen romantik ol, binaların arasında bu güzelliği sakla bizim için diyecek değiliz ya.
***
Şükür ki Tokat hâlâ tarihi dokusunu ve şehrin biraz dışına çıkınca bahçelerini muhafaza eden bir şehir. Tarihi Taşköprü’nün altından akan Yeşilırmak geçtiği yerlere yüzlerce yıldır bereket saçıyor, evlatlarını doyuran bir ana kraliçe gibi. İlahiyat fakültesi kelam kürsüsünde hoca olan sevgili dostum Emine Yarımbaş’la ilkin Garipler Camii’ne gittik. 1071 Malazgirt zaferinin ardından Anadolu’da inşa edilen ilk cami. İçi o kadar sade ve duru ki insanın hemen namaza durası geliyor. Caminin yakınına yerleştirilmiş olan sadaka taşını görüp de kültürümüzün inceliklerine hayran kalmamak mümkün mü. O boşluğa para bırakan insanı da, oradan ihtiyacı kadarını alıp olur ki başkaları da gelir diyebilen kalpleri de hayal etmekte zorlanmadık, çünkü hâlâ biraz kazı yapılsa bu insan içimizde bir yerlerde varlığını sürdürüyor. Ferahfeza avlusuyla nice yolculara şefkat göstermiş Taşhan’ın girişini görünce hemen Diyarbakır’daki Hasan Paşa Han’ını hatırladım. Aynı kapı, aynı avlu ve çay bahçeleri, avlunun etrafına dizili otantik eşya dükkanları. Kadim şehirlerimiz birbirine ne kadar da benziyor.
Sedirhan’daki ve cami avlulularındaki yüzlerce yıllık çınarları, kardeşlerimizi ziyaret etmeden geçemezdik. Kızlarım olsa hemen sarılırlardı onlara. Büyük bir asaletle nice insanlara olaylara tanıklık ettiler, ağlayanla ağlayıp gülenle güldüler kimbilir. Annesi Gülbahar Hatun adına 1484’de 2. Beyazıd tarafından yaptırılan Hatuniye Camii. Sonra yol boyunca dağların tepesindeki kaleyi görüyoruz her bir yandan. Eteğinde 12’nci yüzyılda Danişmentliler tarafından yapılmış Ulu Camii. Güneydoğu köşesinde taştan oyulmuş kuş evi dikkati çekiyor, insanlar gibi Allah’ın kulu ve kıymetlisi olan kuşların da evi çünkü. Bursa, Malatya, Diyarbakır ulu camilerini hatırlayarak ilerliyoruz, çoğu şehrimizde bir ulu camii mutlaka vardır. Az ötede Takyeciler Camii. Selçuklu veziri Ebu Kasım Ali Tusi adına 1233’te yaptırılan türbenin masmavi çinilerine dokunup Selçuklu yanımızı keşfetmek de ayrı bir güzellik. Türbenin tam karşısında 1518’de Osmanlılar tarafından yapılan Kazancılar Mescidi’nin kapalı zehabına kapıldığımız sakin kapısı, bir dokunuşta açılınca yaşamın bütün kilitleri açılmış gibi sevindik Emine ile. İçinin sıvaları dökülmüş, hiçbir süsleme de yok, fakat maneviyatı insanı alıp yüceliklerle buluşturacak cinsten. Arastalı Bedesten’in yerini sorduğumuz bir sobacının nezaketi, yardımı, bize çay ikram etmek istemesi ne kadar da özlediğimiz bir hal. Bu ülkeyi sen ayakta tutuyorsun kardeşim diyorum içimden. Keşke yüzüne söyleseydik. Meğer Bedesten Tokat Müzesi olmuş ve içinde şehrin Bronz döneminden Hitit Roma İlhanlı Selçuklu Osmanlı’ya nice eserleri barındırıyor. Tokat Yağıbasan medreselerini ayrı bir metinde kaleme almak lazım. Deveciler Hanı’na çıktık sonra. Üniversitenin konservatuvarına verilmesi çok isabet olmuş, akustiği ve müziğe uygun büyülü atmosferiyle gençlere iyi gelecek bir mekan. Çelebi Mehmet ve oğlu II. Murat zamanında yapıldığı söyleniyor. Gözümüzün önünden yorgun develeriyle uzun yoldan gelen tüccarlar geçiyor. Develerin nazlı adımlarını hissedebiliyoruz mekanın içinde. Sulusokak baştan başa İpekyolu.
***
Camilerde ayakkabılarımızı öylece bırakmamız, esnafın kapatırken malının üzerini sadece bez örtüyle sarıp gidebilmesi, Emine’nin Erzurumlu komşusunun misafir geldi diye yardıma koşması, bütün şehrin yürüyerek bir saatte gezilebilmesi, çarşıda satılan envai çeşit doğal tohum, hayatın yavaş akışı insanı iyileştiriyor. Midyat’ta rastladığım, yazma baskı tekniğini öğrenmek için Tokat’ta kurs almış olan kadınlar şehri överken ne kadar haklıymış. Emine hanımın zihni etkin çalışmalarla dolu. Çayımızı içerken bunları konuşuyoruz.