“Defterin birçok sayfasını koparmışlar, Örtünemez artık virgül bazı sayfalarla, Kış gelir, virgül üşür, Kış insanı üşütür, Üşenen hayvanlar da girip toprağın altına uyurlar, Toprağın sayfalarını koparmamışlar,” Kıştan üşüyen virgül Ülkü Tamer
Yukarıdaki şiirinde söylediği gibi bir virgül koydu 81 yıllık yaşamına. Nokta koyamazdı çünkü, bu topraklardan çıkan dizeleri, yaşam devam ettiği sürece dilden dile gönülden gönüle akmaya devam edecekti…
Günümüzde giderek artan nobranlığa, şiddete inat başka bir yaşam sürdü, dizelerine de yansıyan. O kadar naif biriydi ki, bu topraklarda ancak başka bir zaman diliminde yaşayıp göçtü gitti aramızdan. Geriye bu gök kubbe altında her daim söylenecek, her söylendiğinde insanın içini titretecek dizeleri kaldı.
Son zamanlarda yüksek perdeden söylenen, her söylendiğinde giderek anlamını yitirip karşıdakine bir tür ‘nefret’ söylemine dönüşen gerçek ‘yerli ve milliydi’ Ülkü Tamer. Bunu bağırarak söyleme gereği bile duymayan… Aynı zamanda evrenseldi de “Çamaşırlarımızı aynı güneşte kurutuyoruz, hepimiz dünyalıyız…” felsefesiyle dünyayı anlamaya çalışmıştı. Yazarlığının ve şairliğinin yanı sıra birçok eseri çeviri yaparak edebiyatımıza kazandırmıştı. 1937 yılında Gaziantep’te başladığı yaşam yolculuğunda yazdığı şiirler değişik besteciler tarafından bestelendi. Büyük bir kalabalık bu bestelenen şarkıları onun dizeleri olduğunu bilmeden hep bir ağızdan söyledi, söylemeye de devam edecek. Bunu önemsediğini pek sanmıyorum Ülkü Tamer’in o, kendi çocuksu dünyasında yaşamayı yeğledi. Cemal Süreya’ya göre ‘her şeyin amatörüydü’ Ülkü Tamer, öyle de yaşamını sürdürdü…
81 yıllık yaşamına oyunculuk, yazarlık, çevirmenlik, şairlik ve sanat dergisi yönetmenliği sığdıran Ülkü Tamer, aynı zamanda bir futbol tutkunuydu. Bu tutkusunu düz yazılarında şiirsel bir dille anlatmıştı. Ülkü Tamer’le kısa bir süreliğine de olsa tanışma fırsatı bulan şanslı kullardan biriyim. Bundan beş altı sene evvel, üniversiteden arkadaşım sevgili Onur Akın’la Kadıköy’de buluşmuştum. Onur, “Ülkü Tamer gelecek” dedi. Ki, onun iki şiirini besteleyip albümüne almıştı. Bir süre sonra Ülkü Tamer geldi. Ben kendisine olan hayranlığı dile getirecektim ki, ünlü şairin yüzü kızardı, mahcup olduğunu hissedip kısa kestim…
Aramızdaki sohbet ilerledikçe Ülkü Tamer o tatlı ve naif diliyle anlatmaya başladı. Futbola tutkundu, bu uğurda dünyanın birçok ülkesinde statlarda maç izlemişti. Pele hayranıydı. Bir gün Meksika’dayken Brezilya’ya geçip döneminin ve belki de tüm zamanların en büyük futbolcusu Pele’nin bir maçını izlemek istedi. Vizesi yoktu. Brezilya Başkonsolosluğu’na vize için gidince tatsız bir sürprizle karşılaştı. Konsolosluk, Katoliklerin bayramı nedeniyle dört gün süreyle kapalıydı. Ülkü Tamer, çaresiz bir şekilde konsolosluğun zilini çaldı. Görevli kapıyı açıp dört gün sonra gelmesini söyledi. Ülkü Tamer, kendisine Brezilya kapılarını açan o sihirli cümleyi söyledi aniden. “Ne, şimdi ben Pele’nin maçını izleyip, onu göremeyecek miyim?” Bu söz üzerine adam içeri girdi, kısa bir bekleyişten sonra, kapıyı açıp Tamer’i içeri kabul etti. Bir süre sonra başkonsolos geldi. Tamer’e “Demek sen Pele’yi tanıyorsun ve Türkiye’den onu izlemek için geliyorsun haaa” diyerek, hayretlerini dile getirdi. ‘70 Dünya Kupası oynanmıştı, bütün dünya Pele’ye hayrandı… Konsolosla futbolu ve Pele’yi konuşurken, vizesini aldı… Bu anısını bize tatlı diliyle anlatan Ülkü Tamer’in yüzündeki o çocuksu heyecanı, gözerindeki o anı yeniden yaşama coşkusunu unutamam… O anı anlatırken sanki karşımızda 70’lerini süren bir adam değil, 70’lerdeki heyecanı yeniden yaşayan genç bir adam vardı. Yazdıklarına yansıyan o coşkuyu gördüm gözlerinde…
O günden sonra bir daha Ülkü Tamer’le karşılaşıp, sohbetini dinleme şansına sahip olamadım. Ne zaman Ülkü Tamer’le ilgili bir yazıya rastlasam, bestelendiği şiirlerden birini dinlesem o an aklıma gelir. Yaşlı adamın, heyecanlı ve çocuksu halleri… Ölüm haberini duyduğumda da öyle oldu. Çocuk adam, yaşamına virgül koyup gitmişti…
Bu kez koyduğu virgül kendisi için üşümüştü. Tıpkı Ahmet Kaya’nın bestelediği şiirinde yazdığı gibi…
“Bir ormanda tutup onu bağladılar ağaca/Yumdu sanki uyur gibi gözlerini usulca/ Bir soğuk yel eser üşür ölüm bile/ Anlatır akan kanı beyaz sesiyle…”