1- 68’li, Amerikalı, sanatçı
Bir efsanemizi daha yitirmiş olduk Sam Shepard ile. Üstelik benim ve yakın çevrem için efsanenin ötesiydi. Şahsen tanışmasak da Türkiye ile Amerika arasında dönüşümlü yaşayan yakın dostumuz oyuncu/yazar Roxanne Rogers’in ağabeyi, “Bir Göz Yapıdan .jpg)
Shepard her şeyden önce tipik bir 68 kuşağı Amerikalı sanatçı. Caz ve rock’la davul çalıp grup kuracak derecede ilgilenmenin ardından oyun yazarlığı ve oyunculukta karar kılmış. Bağımsız tiyatroyu desteklemek için verilen Obie ödülünün müdavimi olduktan sonra Pulitzer’i de almış.
2- Bıçak sırtı
1984’te yazdığı Fool for Love [Aşk delisi] tiyatro camiasınca fazlasıyla benimsenmiş oyunlardan. Az kişiyle [üç+1] oynanıp az sahneden oluşması ve bir motel odasıyla bardan ibaret mekan ortamıyla lojistik yükü ve angaryası az senaryo olması çekiyor olmalı öncelikle tiyatrocuları. Ama hepsini değil de iddialı olanlarını. Çünkü bu maddi yalınlık oldukça çetrefil açmazlarla yüklü bir insanlık dramının manevi ruhsal ağırlığını taşıyor. Manevi yük dekorla, eşyayla taşınamayacağına göre ağırlığı taşımak sahnedeki [üç+1] kişiye ve onları yöneten yönetmenin omuzlarına biniyor. Yazılmış repliklerdeki sözcükleri hangi vurgularla ve hangi jestler eşliğinde sarfedeceklerinde düğümleniyor. Bu yalınlık getiriyor olmalı herkesin aklına tabii ki en başından, hayranı olduğu besbelli, Samuel Beckett’i İbsen’i, Çehov’u. Müzisyen, sahne dekoratörü, ışıkçı takviyeli dördü oyuncu beş iddialı kişi biraraya geldi mi iş kalıyor seyirciye ki, özgül ruhsal ağırlığı fazla entrikanın yükü sözel karmaşıklığından ziyade verili durumun çetrefilliğinde diyaloglarda .jpg)
Sinemaya da yatkın bir sadelik bu. En bilinenini Shepard Kim Basinger ile oynamıştı. Oyun Türkiye’de de birkaç kez sahnelendi.
Bir de lanetli kader teması eşlik ediyor hikayeye; diyaloglardan kızın erkeğinin yalnızca kendine ait olacağı zamanı beklemekle ömür tüketmiş annesinin aşkla ilişkisini devralıp sürdürdüğünü anlıyoruz. Hatta oğlanın da ilişkilerini mutluluğa taşıyamamış babasının yaşamını devralıp, tekrarlamaya yazgılı olduğunu…
3- Amerikan gerçeği
.jpg)
Tam da bu yitirilmiş kırsal toplumun hakiki zamanlarında geçen Terence Malick’in “The Days of Haven” [Cennet Güncesi] filmindeki rolüyle beyazperdedeki yerini pekiştirmiş olması da tamamen raslantı olmasa gerek.
Öyle ki başka yerlerden daha da önce ve hızlı değişen bir toplumdur bu. Geliştikçe oturmamışlığı daha da katmerlenip yeniden çıkar .jpg)
Bütün bu sürecin ardında bıraktığı boşluğun enkazını en ziyade Edward Hopper’in resimlerinden benzinciler, moteller, mahalleler, hatta kasabalar inşa edilince de dolmayan Amerika’ya has o ıssızlığın ifadelerinden tanıyoruz.
.jpg)
.jpg)
4- Değişen taşra ve yollar
“Amerikan gerçekliğinden bize ne?” diyemeyiz çünkü 50’ler ertesi Amerikanlaşmanın ilk bakışta göze çarpan, ithal oldukları aşikâr .jpg)
.jpg)
.jpg)
Bu süreci taşranın statüsünün pekiştiğiyle tanımlamak eksik olur; hatta karayolu ağı ve sık otobüs seferleriyle ulaşılabilirliğin artması kendine güvenle beslenen bir statü yükselmesi anlamına bile gelmedi değil. Ayrıca önce radyo ve çeşitlenmiş günlük gazete, ardından TV, kamusal iletişime ulaşım ayrıcalığını taşra lehine törpüleyip hepsini eşitlemişti. Paralelinde beyaz ve kahverengi eşya bayilerinin ücra köşelere kadar yayılması, hayat standartları arasındaki uçurumun da azalma işaretiydi. İş taşralılığıyla övünmeye varmasa da, köken bağı zayıflayıp, bir tür şimdiki zaman kaynaklı yerel aidiyetin geliştiği bile söylenebilir.
5- Shepard’ın mirası
Türkiye görmemiş bir Sam Shepard’ın bütün bunların temsili olarak anmanın densizlik olacağı aşikâr. Ama Amerikan kırsalıyla taşrası ara kesitinden insanlık halleri tasvirleri türetip bir de onları oyunlaştırıp canlandırmış bir yazar ve hem sahnede gövdesini hem de perdede mimiklerini kullanabilmiş çağının kayda değer aktörlerinden biri olarak yaşadığımız ve yaşayacağımız bıçak sırtlarını kavramakta zorlandığımızda ilhamına başvuracağımız bir miras olacağına da kuşku yok.
Ancak ona, yazıp oynadıklarıyla bir oyun insanı olduğunu unutup, dünyayı anla[t]mayı iş edinmiş bir sol entellektüel rolü de biçemeyiz.
“… Benim oyun yazmaya başlamamın nedeni oyunun duyarlığını(“Çocuk”ta olduğu gibi) yetişkin yaşamına geçirebilme umuduydu. Eğer “oyun” “iş” haline gelecekse, o zaman neden oyun?..
…Sözcükler canlı birer büyüdür, sembol değil. Böyle alındığında yaşamın örgütlenmesi oyuncu ve seyirci arasında havaya çarpan sözcükleri solumak bizim kimyasal bileşimimizi değiştirecek güce sahiptir. Yine de böyle bir olgunun eleştirel değerlendirilmesi hemen her zaman sembolizm veya “sürrealizm” kategorilerine veya bir başka kabul gören uygun yere indirgenir. Diğer bir deyişle yaşayandan ayrıksanıp ölüye adanır…
…Akademik çevrelerde genellikle oyun yazarlarının “fikirlerle” ilgilendiği kabul edilir. Bu fikir başlangıçta yukarıdan bilinmeyen birileri tarafından granit üzerine yazılmışçasına bize miras kalmış ama ilk sahibi hiç ortaya çıkmamıştır. Benim için bu kavramla ilgili sorun, taraftarlarının yalnızca beyne seslenen fikirlere değinmeleri, gövdeyi, duyguları ve geri kalan her şeyi yadsımalarından doğmaktadır. “Bu oyunun fikrini nereden aldınız?”… Fikirler oyunlardan doğar, oyunlar fikirlerden değil…” (Shepard. Sam; Görsellik, Dil ve İçsel Kitaplık; TO1.s.9-17)
Başta Rox ve Alp ve tüm tiyatro camiası ile okur ve izleyenlerinin başı sağolsun.



.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)










