Sana ne…

 

Temel bir gün otoyola ters yoldan girer. Bu sırada açık olan radyodan şöyle bir anons duyar: “Tüm sürücülerin dikkatine otoyola tersten giren bir araç, diğer sürücülerin hayatını tehlikeye atmaktadır. Dikkatli olun.” Temel kendi kendine cevap verir: ‘’Ne bir tanesi kardaşum hepsi ters yoldan gideyi’’.

 

Meclis’ten geçen Anayasa’nın referandum sürecinin başlaması üzerine ‘Kraldan çok, kralcılar’ cengaver bir şekilde ortaya atıldılar. Daha siyasi partiler, referandumda hangi stratejiyi uygulayacaklarını henüz belirlemezken, bu cengaverler belirledikleri stratejiyi kamuoyuna açıkladılar: Despotizm…

 

Evetçi ya da hayırcı olmak mesele değil, bunun için çalışmak da… Varsa yoksa dayatma ve o dayatmanın getirdiği mutlak lince ortak olma hali. Ortada düşünme, akıl yürütme gibi bir dert olmayınca; ama daha önemlisi tartışma ortamı oluşmayınca bazıları kendi mahallesinde ‘Aslan askercilik’ oynayıp “Bak, ben kendimi nasıl paralıyorum”u gösterme derdine düştü… Sosyal medyada gördüklerim beni pek şaşırtmasa da buna bir itiraz etme zamanı geldi de çoktan geçti.

 

‘Evet’ adına kendini ortaya atan birileri karşısındakine parmak sallayarak “Sen önce referandumda  ‘evet’ mi ‘hayır’ mı diyeceksin? Onu söyle’’ diyebilme küstahlığını kendinde bulabiliyor. Bu hakkı kendinde görebiliyor. Ya da kendince ‘hayır’ kampanyasını başlatan ‘Aslan Askerler’, ‘evet’ diyeceğini açıklayanlara hainlikten tutun, ‘köpekleşmeye’ kadar, her türlü sıfatı söyleyebilme hakkını kendinde bulabiliyor. Bizden olmayan herkes ters yolda olduğu için, her türlü hakareti yapabilme haklılığına da sahip oluyoruz aynı zamanda…

 

Bu karşılıklı dayatma hali içinde, kamplaşmanın dayanılmaz hafifliğinin keyfini sürerken bir şey gözden kaçırılıyor. Darbe anayasası değiştirilirken, daha özgür bir ülkede yaşayan ve bütün hakları kapsayan bir anayasayı Meclis’ten geçiremez miydik? Bunu söyleyenler çıkacaktır elbet, söyleniyor da. Sesleri kısık çıktığı ya da duyulmak istenmediği için anlaşılan o ki, bu referandumda ayrıntıların tartışılmadığı, sadece herkesin kendi mahallesindeki kampları sıklaştıracağı bir süreç yaşayacağız. Hani şair demiş ya; “Ne kadar rezil olursak o kadar iyi” diye, rezillikler daha ilk günlerden ortalığa saçılmaya başladı bile. Nisan’a kadar kim bilir neler göreceğiz.

 

Başımıza kendilerine biçtikleri rolle ‘siyasi komiser’ kesilenler, bulundukları yeri muhafaza etme adına her türlü saldırganlığı mubah sayarken, ABD seçimleri gözümün önüne geldi. Trump’ın seçilmesini içine sindiremeyenlerin başkent sokaklarını yangın yerine çevirmesini bir yana, dünyaca ünlü isimler açık açık yeni başkana tavır aldı. Hatta Robert De Niro daha da ileri giderek ‘’Trump’ın çenesini kırmak’’, Madonna ise  ‘Beyaz Saray’ı yakmak’ istediğini söyledi. Bu söylemler, De Niro’nun dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aktörlerinden biri olduğu (bana göre) gerçeğini mi değiştiriyor? Ya da Madonna’nın 40 yıldır dünyayı sarsan bir star olduğunu.  Trump’a gönül veren Amerikalılar red mi etti bu iki büyük yıldızı? İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın en güçlü adamı olan ve 1940-44 yılları arasında ülkesini yöneten General Charles de Gaulle’e, büyük Fransız düşünür Jean Paul Sartre’ın yazdığı muhalif ve sert yazılar sorulur.  Sartre, De Gaulle ve Fransa yönetimini çok sert eleştirmektedir çünkü. General cevap verir: “Sartre, Fransadır.” Tıpkı, De Niro ve Madonna’nın Amerika olduğu gibi…

 

Bizde de ünlülerden bazıları sosyal medya üzerinden desteklerini açıklamaya başladı. Açıklamalarıyla birlikte ne hainlikleri kaldı ne de ‘çomarlıkları’.  Mesela; Rıdvan Dilmen’in çağrısına uyarak ünlülerin 'evet' dediği bir kısa video yayınlandı sosyal medyada.  Rıdvan Dilmen'in çağrısına uyan futbolcu Arda, “Güçlü bir Türkiye için evet” diyeceğini söyledi. Videonun altındaki yorumlardan birkaçını okudum, midem bulandı. Bu ülke topraklarının yetiştirdiği en önemli futbolculardan olan Arda’ya ise denilmedik laf kalmadı. Anlamadığım şu; Arda’yı değerli ve özel kılan sahada gösterdiği performans mı yoksa, ‘evet ya da hayır’ diye rengini belli etmesi mi? Size ne… Ha keza referandumda ‘hayır’ diyeceğini açıklayan Meltem Cumbul da bu kez karşıtlar tarafından lince uğradı. Hakaretler, linç girişimi aynı, taraflar farklı sadece…

 

Faşizm, söz söylemekten korkma, sinme hali olduğu kadar zorla söz söyletmektir aynı zamanda. Hayatım boyunca bana dayatılanlara, dayatmalara karşı çıktım, çıkmaya devam edeceğim. Lisedeyken babamla bir tartışma sonrasında aracından inmiştim. Üç ay boyunca okula dağdan yaya olarak gidip geldim. Karda kışta yürüdüğüm yol gidiş- geliş 24 km. idi. Sonra aile büyükleri araya girince inadım kırıldı… Şimdi böyle dayatmaları görünce insan isyan ediyor haklı olarak. Biz büyüklerimizden öyle gördük. İnsanın inancı, cebindeki parası, hangi partiye oy vereceği sorulmazdı. Ayıp sayılırdı böyle şeyler. Ayıbı da geçtim resmen faşist bir baskıyla karşı karşıya insanlar. Benim gibi ‘arafta’ kalmış, neyin ne olduğunu anlamaya çalışan insanlar da var bu toplumda. İşte bu sessiz insanlar adına parmak sallayanların menşei ne olursa olsun ‘Sana ne’ diyoruz kısaca. Sana ne kardeşim…

               

- Advertisment -