Sancaktepe Belediyesi, 9-10 Ekim 2021 tarihlerinde İmera, Sevcan Orhan, Ferhat Göçer, DJ Kaan Gökman ve özellikle son dönemde gençler arasında çok sevilen Derya Uluğ’un sahne aldığı, Yaza Veda Konseri adında bir müzik festivali düzenledi. Fotoğraf ve videolardan anlaşıldığı üzere yağan yağmura rağmen etkinliğe ilgi yüksekti, özellikle gençlerin katılımı ve coşkusu dikkat çekiciydi. Türkiye’de ve dünyada son zamanlarda ücretsiz belediye konserleri hem hayat pahalılığı hem de pandemi kısıtlamaları nedeniyle sosyal ve kültürel olanakları zayıf gençler için önemli bir imkân olarak görülüyor.
Sancaktepe’deki konserlerin sosyal medyada gündeme gelmesine Sancaktepe Belediye Başkanı AK Partili Şeyma Döğücü’nün sosyal medyadan yaptığı festival paylaşımına verilen tepkiler neden oldu. Şeyma Döğücü, 9 Ekim’de düzenlenen Derya Uluğ konserinin görüntülerini kişisel hesabından “Eğlenmeye devam mı Sancaktepe?” tweet’iyle paylaştı ve çoğunlukla muhafazakâr kullanıcılardan gelen olumsuz tepkilere maruz kaldı.
Döğücü’ye verilen tepkiler ikiye ayrılıyordu. İlk tepkiler, özellikle muhafazakâr bir iktidar döneminde camilerde sosyal mesafeye uyma zorunluluğu getirilirken sosyal mesafeye uyulmayan bir halk konseri düzenlenmesine yönelikti. İkinci tepkinin sahipleri ise muhafazakâr bir belediye başkanının bir halk konseri düzenleyerek özellikle dindar gençlere manevi açıdan zarar verdiği kanaatindeydi.
Aynı tepkiler, 8-12 Eylül 2021 tarihinde AK Partili İsmet Yıldırım’ın yönetimindeki Ümraniye Belediyesi’nin düzenlediği ve yine Derya Uluğ’un sahne aldığı “Yaz Fest 2021” etkinliğine de yöneltilmişti. Etkinliği sosyal medya hesaplarından paylaşan Ümraniye Belediye Başkanı İsmet Yıldırım da bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından çok sert bir şekilde gençleri kötüye yönlendirmekle suçlanmış, CHP’ye geçmesi gerektiğine yönelik mesajlar yazılmıştı. Fakat İstanbul’un tek kadın belediye başkanı ve ilk başörtülü belediye başkanı olan Şeyma Döğücü’ye gelen tepkilerin dili çok daha farklı ve sertti.
Tepkilerin temelinde Şeyma Döğücü’nün Derya Uluğ ile birlikte yan yana fotoğraf vermesi vardı. Yapılan yorumlarda Döğücü’nün dini inancı, başörtüsü, muhafazakârlığı sorgulanıyor, kendisine yönelik üst perdeden nasihatlerde bulunuluyordu. Muhafazakâr bir erkek belediye başkanının halka açık ve ücretsiz bir konser düzenlemesine de tepki verilmişti ama bu tepkiler belediye başkanının dini inancının, ibadetteki samimiyetinin sorgulanmasına sebep olmamıştı.
Hikâyenin öznesi iki kadın olunca verilen tepkilerin yoğunluğu arttı ve kullanılan dil de cinsiyetçi bir hal aldı. Derya Uluğ’un kıyafet seçimi de cinsiyetçi yorumların hedefi oldu. Döğücü’ye verilen tepkiler, bazı muhafazakâr erkeklerin İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan AK Partili veya muhafazakâr kadın siyasetçilerle kanaat önderlerine verilen tepkilere çok benziyordu. Çoğu mesajda aynı hiyerarşik bakış açısı, aynı hiza verme girişimi, aynı didaktik üslup hakimdi. Bu mesajların neredeyse tamamına dini ve toplumsal değerlerin geleceğine yönelik bir kaygı, bu değerlere göre hareket edilmediği düşüncesinden kaynaklanan bir öfke ve eleştirilen kişiyi hedef alan kişisel bir saldırı dili hakimdi.
Gelen tepkilerden nasibini Şeyma Döğücü ve Derya Uluğ dışında konsere katılan gençler de aldı. Özellikle ön sıralarda konseri büyük bir mutluluk ve heyecanla dinleyen başörtülü gençlerin görüntülerine yapılan yorumlarda, “gerçek ve makbul dindar nesil” nasihatleri verildi, birileri dinden çıkarıldı, konsere katılanların sosyal medya üzerinden günahları hesaplandı. Genç muhafazakârlara veya muhafazakâr ailelerinin çocuklarına yönelik bu hiza verme çabası da muhafazakâr kadınlara verilen tepki gibi ilk değildi.
Konsere gidip eğlenen dindar gençlerin ne kadarı sosyal medyadaki yorumları gördü bilmiyorum, fakat gündelik hayatta da bu tür yorumlarla, tavırlarla karşılaşmaları pek muhtemel. Yaşça büyüklerin uygun görmediği sosyal, kültürel alışkanlıklara sahip muhafazakâr gençler veya dindar ailelerinin çocukları, mahremlerini hedef alan aralıksız, doğrudan ve sert öğütlerin muhatabı. Konsere gidip ön sıralarda coşkuyla eğlenen dindar bir genç, büyük ihtimalle aynı anda hem kendi mahallesinin samimiyet ve inanç testine maruz kalıyor hem de farklı kesimlerin çelişkili eleştirilerinin hedefi olabiliyor. Kendi yakınlarından aforoz mesajları alan gençler, yeri geldiğinde başkalarının da kafalarındaki dindar algısına uymadıkları için kendini bilmeyen, yolunu kaybetmiş olarak değerlendirilebiliyor. Gençlerin iki taraftan da yediği bu yumrukların zemininde, her şeyi siyah-beyaz olarak gören, tekçi bir anlayış var. Bu anlayışta grilere, farklı pratiklere, değişen anlayışlara, tartışmalara pek yer yok. Herkesin kendisine verilen görevi oynadığı, ezber bozan sürprizlere açık olmayan bir hayat isteniyor ama ülkemiz artık böyle bir yer değil. Gerçi eskiden de böyle bir yer değildi, fakat artık bu siyah-beyaz arasındaki griliğin sosyal medya ve kamusal alanlar aracılığıyla daha da görünür olduğu bir dönem yaşıyoruz. Buna rağmen griler hâlâ öne çıkamıyor, griyi boğma girişimlerine yoğun bir tepki verilemiyor, hiza girişimleri yanıtsız kalıyor. Bunun bir sebebi belki de onları hedef alanların kişinin en mahremine, en kutsalına saldırıyor olmaları ve bunun kamuoyu önünde açıkça yapılması; dini gerekliliklerini yerine getirmeye çalışan bir insan için dini inancının tartışmaya açılması ve bunun ulu orta yapılması çok kırıcı, insan onuruna aykırı bir durum.
Bir diğer sebep, bu gri alanların hâlâ fark edilememesi, kanaat önderlerinin, siyasetçilerin gündemine girememesi…
Bütün bunlar birleşince bu hiza verme girişimi, başörtülü kadınların spor yapmasından dindar gençlerin arkadaş seçimlerine veya sosyal alışkanlıklarına kadar giden, yeri geldiğinde “gerçek beka sorunu” olarak gösterilen bir mesele haline geldi.
Bir diğer unsur da yapılan olumsuz yorumlara karşı verilen tepki ve cevapların yetersizliği nedeniyle konunun gündem olamaması… Siyaset de toplum da bu tartışmaları, griyi boğma girişimlerini gündemine almadı, alamadı.
Yaşça büyüklerin geçmişte aldıkları siyasi pozisyonlar veya yaşadıkları travmalar üzerinden kurdukları söylemler söz konusu gençler için pek bir şey ifade etmiyor; çünkü yaşadıkları çok temel güncel sorunlar var. Bu güncel sorunlar, sadece yoğun bir şekilde yaşanan ve bu yoğunluğa rağmen maalesef yeterince siyasi gündem olamayan barınamama, geçinememe, hayal kuramama, iş bulamama, kendini gerçekleştirememe sorunu değil; aynı zamanda bütün gerçekliğiyle ortada duran ve herkesin yok saydığı bir sığamama sorunu. Kendi mahallelerinin çıkışlarını kapatmış, sağ sola hiza çeken öfkeli mahalle bekçilerinin kalıplarına sığamayan, sığmadığı zaman hor görülen, aforoz edilen, mahallesiz kalan bir gençlik var. Sadece dindar ailelerin çocuklarının veya muhafazakâr gençlerin yaşadığı bir durum değil, belki de çoğu gencin hissettiği bir olgu bu.
Siyaset ve toplum bu griliği görmez, griliğe karşı verdiği nafile savaşı sona erdirmezse, yapılan bu nefret dolu yorumlar yanıtsız kalacak. Belki de sayıca fazla olan bu gri çoğunluk ne sesini çıkaracak, ne kendini savunacak ne de birbirinin farkında olacak. Eski tartışmalar, eski gündemler devam ederse, toplumdaki yeni akımlar, yönelimler ve tartışılması gereken konular halının altına süpürülecek; zeki, umutlu, yaşam sevinci dolu gençler öfkeli mahalle bekçilerinin sopası altında hırpalanacak.
Siyah ve beyazın griyi boğmasına izin verilirse, bütün renkler solacak.
Bir müzik konseri ile ne Sancaktepe düşer ne de Kudüs, fakat gençlerin yüzü düşerse, hep birlikte ülkemizin düşüşünü izleriz.