Yeniden seçimlere gidiyoruz. Bu, yeni bir gündem demek. Birçok kişi için, 7 Haziran seçimlerinin ardındaki dinamiklerin tartışılmasının güncelliğini yitirmesi demek. Oysa 7 Haziran beklenmedik bir kırılmaydı. Türkiye sosyolojisi ve siyasası üzerine daha derin düşünmeyi kışkırtan önemli bir tecrübeydi.
2014 Mart’ında “yolsuzluk suçlamaları” na karşın kazanılmış büyük başarı ve ardından gelen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde edilen %52 oy oranının üstünden 10 ay kadar bir süre geçmiş, iktidar partisi hükümet kurabilecek çoğunluğu yitirmişti.
Bu çok sık rastlanan bir durum değil.
Medyadan izlediğimiz AKP intelijensiyasının, sonuçlar üzerine tatmin edici analitik-eleştirel bir tartışma yürüttüğünü pek söyleyemeyiz. Cesur düşünen, yazan, konuşan aydınlar oldu. Fakat “iktidar yorgunluğu” gibi boş gösteren cümlelerle içe bakmayı geçiştirip, muhalefetle polemiği sürdürmeyi önemseyen savunmacı tutum sahaya hâkim oldu. Dahası; muhafazakâr geleneğin bazı tanınmış sözcülerinden gelen uyarı ve eleştirilerin, “liderin muhafızlığı” na soyunmuş figürler tarafından tehdit ve karalamalarla bastırılmaya çalışıldığına da tanık olduk. Eleştirel düşüncenin tehlikeli bulunduğu, kör bir sadakatin yüceltildiği “dava ideolojisini” yakından tanıyan birisi olarak, iktidar medyasında izlediğimiz bu tablonun hiç iyiye alamet olmadığını söylemeliyim. Bu, ayrı bir başlık olarak tartışılmayı hak ediyor.
Haziran seçimleri tartışmasına dönersek…
Serbestiyet’te ben dahil birçok yazar bu tartışmaya katkı sunmaya çalıştı. Bunlar içinde özellikle Etyen Mahçupyan’ın, o tanıdık sakin dili ve derin dikkatiyle yaptığı değerlendirmeler kanımca çok önemli. AKP’nin temsil etmeye çalıştığı sosyolojinin değişim dinamiği üzerine yaptığı uyarılar; partinin kendisini bu dinamiğe uygun olarak yenileme ihtiyacı; eskiyi yıkmak ile yeniyi kurmak arasındaki yapısal fark; dışarıda ve içeride AKP’ye dönük algının normalize edilebilmesinin önemi ve koalisyonun sağlayacağı olanaklar üzerine geliştirdiği düşünceler son derece ufuk açıcı.
Ben de AKP’nin kuşatılmışlığı üzerine yoğunlaşmanın çok önemli olduğuna inananlardanım. Mahçupyan’ın deyişiyle “iktidar olmanın yetmeyeceği, yönetebilir olmanın” gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle eleştirel aklın, kuşatmanın ardındaki güç kavgaları ve “üst akıl” üzerine kendini tekrar eden konuşmalardan, bunun aşılabilmesinin yolları ve yapılan hatalara kaydırılması gerektiğine inanıyorum.
Bu çerçeveden bakınca da, “başkanlık stratejisinin” yapılan hatalar içinde tayin edici bir ağırlığı olduğu görüşündeyim. Siyasal rejim değişikliği olarak gündeme getiriliş biçimi sadece muhalefeti bir blok davranışına teşvik etmekle kalmadı, aynı zamanda AKP’yi destekleyen kesimlerde de kuşku ve karasızlıklar yarattı. Nasıl bir rejim istendiği, başkanlık yetkilerinin sınırının ne olduğu, Meclis seçimlerinin ve hatta parti kanallarının fonksiyon kaybına uğrayıp uğramayacağı soruları; söylemin muğlaklığı nedeniyle, neredeyse bilerek cevapsız bırakılıyor izlenimi doğdu. İktidarın çok dar bir merkezde denetimsizce yoğunlaşacağı algısına yol açtı. “Türk tipi başkanlık rejimi”, “bal gibi olur” söylemleri; Erdoğan’ın seçim kampanyasına aşırı müdahalesi ve başkanlık sistemi hedefine abanması; meydanlarda 400 milletvekili istemesi… Belli ki, bunlar sadece muhalif kesimleri değil, AKP’ye zamanla eklenerek onu büyüten dış halkaları da rahatsız etti.
Kabul etmek gerekir ki; ciddi rejim değişiklikleri, işlerin yolunda gittiği, taleplerin tatmin edildiği koşullardan çok, kitlelerin gündelik hayatlarına yansıyan kaotik kriz koşullarında kabul görebilir. Başbakanın merkezde durduğu yürütme ağırlıklı mevcut sistemle elde edilmiş önemli başarıların farkında olan bir topluma, neden alışılmış rejimin ötesinde bir iktidar talebi yöneltildiğini açıklamanın zorluğu öngörülemedi. Bütün bu belirsizlik ve muğlaklığa içte ve dışta güçlü bir muhalif kuşatma hamlesi eşlik etti.
Kuşkusuz AKP’nin oy kaybı tek bir nedene bağlanamaz. Kobani, çözüm sürecinin askıya alındığını düşündürten tutumlar, kamuoyu önünde cereyan eden aşırı müdahaleler vs. gibi nedenler üzerine benim de daha önce paylaştığım eleştirilerin geçerli olduğu kanısındayım. Fakat üzerine düşündükçe, muhalefetin bloklaşma başarısını sağlaması ve AKP’nin kan kaybına uğramasında, başkanlık tartışmasının çok etkili olduğu kanısına vardığımı söylemem gerekir.
Bu önerme doğruysa, çıkacak sonuç da bellidir.
Siyasal süreçleri başkanlık tartışmasının gölgesinden kurtarmak gerekir.