Ne uzun oldu ayrıldığımız, tamam yirmi yıl… Bu kadar yıl önce öğretmenler gününü atlayıp ertesi gün öldünüz. Bugün toprağa girdiğiniz gün, eski öğrencilerinizle birlikte uğurlamıştık sizi, çelenklerde öğretmenler gününüzü kutlayan da vardı. Müzik öğretmeni torunun içi her öğretmenler günü sızlamasın diye, ölüm meleğinden bir gün daha ricacı olunca sizi kırmayıp, ‘peki’ demiş olmalı.
Herkesin ilk öğretmeni en yakınındaki, bizim için de öyleydi, ananem ve siz ilk öğretmendiniz, bildiğimiz tek ders de hemşire tekniği, hemşirelik tarihi ve şiirdi. Sizin dönemin kızları şiir defteri yazardı, aslında sahici şiiri pek az kız yazardı, onlar Mihri hatun torunlarıydı, ama defteri hepiniz yazardınız, kara kalem resimlerdiniz, rengarenk kenar süsleri yapardınız. Bu defterler kırmızı marj çizgisiz ve sayfa tümden çizgisiz olurdu. Gel de şimdi marjı ve sayfa çizgisini anlat… Karbon kağıdı ve papya kağıdını, hokkayı, uçlu kalemi anlatamadığımız gibi ve aşkı elbette…
O ilk derslerden aklımızda ne kaldı? Annemiz öğretmen hemşireydi, bunu olabilmek için bizi bir yaşında bırakıp, Ankara’ya ‘tekamül kursu’na gitmişti. Orada duyduğu her çocuk sesine ağlamıştı. Sınıfa girdiğinde kızlar gürrredenek ayağa kalkardı. O herkesten kısa, minnacık ama aklı ve içi geniş bir kadındı. Sınıfında iskelet Hamlet vardı. Ders boyu annemiz anlatır, Hamlet sırıtırdı.
1910’da Besim Ömer Paşa ve Gülhane hekimi Asaf Derviş bey, genel istek üzerine hanımlara hasta bakıcılık dersi vermeye başlamış, iyi ahlaklı ve sağlam yapılı kızlara. Kadırga’da Osmanlı Veladethane'sinde açılan kurs beş ay sürmüş, yürümemiş. Yürüseymiş Balkan ve Trablus savaşlarında hasta bakıcı sıkıntısı çekilmeyecekmiş. 1914 yılında, birkaç aylık hastabakıcı kursunu 27 kadın bitirmiş. Erkek has tabakıcı kursları o yıllar düşünümüşse de gerçekleşememiş. Milli mücadelede imdat heyetleri varmış, gönüllü kadınlara üçer aylık acil yardım kurslarıyla… 1920’de hastabakıcı dershanesi açılmış, 925’de Kızılay hastabakıcı okulu… 1939 MSB'nın askeri hemşirelik okulunu görüyoruz. Kısa sürüyor, 47’de kapanıyor, para yok, ekip yok, o yüzden… Sahici hemşirelik okulu için 1902 Kavala doğumlu Esma Deniz’i beklememiz gerekiyor, nam-ı diğer Bayan Deniz’i…
Ülkemizin ilk hemşire ve laborant okulunu güzel bir şaka yaparcasına, 1 Nisan 1946’da açarlar.
Hiçbir şey yoktur, 19 öğrenci ve bayan Deniz dışında… Haydarpaşa’nın başhekim odasıyla Üsküdar’a uzanan pavyonun üst katına yerleşir, bu, çoğu taşralı 19 genç kız, yataklarına kanaviçe yastık, yorgan kapağı koyarak, gurbetle baş etmeye çalışırlar. Siz de 19 kızdan birisiniz, bayan Kilimci, o zamanki soyadınız bu olmasa da…
73 yıl boyunca hemşire, eğitmen, yönetici ve örgütçü, dalının siyasetçisi o çalışkan, dik başlı bayan Deniz, 95’inde göçetti, öğrencileri onun kadar uzun ömürlü olamadı, en erken gidenlerdendiniz, siz…
Onun evi hemşire müzesi yapılamadı, bütün sınıfın tam formalı fotografisi ne oldu, merak eder dururum, büyütülmüş, camlatılmış o siyah beyaz fotografi? Ki, kendisi ilk mezunlarının töreninde, kurduğu okulun başında değil, gene de formasını kuşanıp gelmiş, sizlerle olmuş.Bir röportaj için verdiğim Cumhuriyet kaybetti o ilk sınıfın resmini ve geri veremedi bana. Neler vermem şimdi, o resim için.
‘Okullaşmak önemli ama her şey demek değil, hayat okulu, mantık, kişilik de en az okumak kadar önemli ve korkusuz olmak’ Onun bu düsturu hepinizin ömür boyu hepinizin meslek ilkesi oldu.
Farklı dinden hastalarınız eğer son soluğu vermek üzereyse papaz, haham, hoca bulup buşurmak, paravan gerisinde onlara dua ettirmek, çaresizlerin yardımına koşmak, her zaman tutumlu ve ölçülü olmak da ilkelerinizdendi, elbet düşüncede, dilde temizlik de…
Memleketin bütün şıngırdaklı hallerine çalışan Cumhuriyet kızları olarak ilkin sizler tanık oldunuz, ilk darbede hiçbiriniz alyansını hazineye vermedi, bunu hala alkışlarım. CHP’ye oy vermiş olsanız da, Menderes’ler asıldığında gözyaşı döktünüz. Bu ilk sınıf kızları, kendi mahallelerinde oturmayı sürdürdü, sınıf atlayan, türedi şık mahalleye göç eden bir’dir, iki’dir.Diğerleri aynı mahallede aynı komşularla , sağlık ve psikolojik destek vermeyi sürdürdü, çoğu göçmen, mülteci insanlara. Ben sizin Salk aşısı başta olmak üzere pek çok aşılama işini evin kapısı önündeki kuyruk bitesiye, kendinizin yaptığının yakın tanığıyım.
Kep törenleri bir ömürdü, ışıklar karartılır, lambalı kadın gelir, elindeki şamdanla öğrencilerin mumunu yakar, sonra kep takardı. Ama, sizin F. Nıghtıngale ne kadar bu mesleğin ilkiydi, bilemem, sonradan başka adlardan da sözedilir oldu, siyahi bir başka ilk hemşire manşetlere çıkarıldı, ondan önce yaşamış ve mesleği kurmuş olan… Tarihçi H.Small’ın ‘İntikam Meleği’ adlı Nightingale biyografisine bakılırsa, Florence Nightingale, Amiral Nelson’dan bu yana kahraman açlığı çeken Viktorya dönemi asillerinin dolduruşuyla kahramanlaştırılmış, ben onların yalancısıyım. 1853-56 arası Osmanlı Rus arasındaki Kırım savaşında, Selimiye’de hasta askerlere bakmış, anlatılanlar , çakma bir kahramanı işaret ediyor gibi. Hoş, tarihin zor dönemlerinde böyle yakıştırmalar olur, hastane temizliği üzerine çalışmalarıyla parlak bir yenilikçi olduğunu görmezden gelemeyiz. Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan İngiliz ordusundaki yaralılara bakmak üzere gönüllü hemşire olarak rahibelerle birlikte, 1854’te İstanbul’a gelmiş, yaralı ölüm oranını yarı yarıya azaltan hijyen onun eseri. 90 yıl boyunca hemşireliğin sevilmesi yönünde uğraş verdiği söylenen Nightingale, savaş sırasında istatistiki analiz yöntemini uygulayan kişi olarak biliniyor.
Siz taşralı kızlar (bayan Deniz taşralı diye İzmir ve Bursa’dan gelenleri kastediyordu) tıpkı lise üç fenden ayrılıp, dünya savaşında un/şeker bulmak ve düzenli aylığa kavuşmak için, doktor olma hayalinden vazgeçip, astsubay olan dayım gibi, okumakta olduğunuz liselerden ayrılıp, bu meslek okuluna gelmiştiniz. Hem üst baş, hem harçlık, hem meslek sahibi olmuştunuz. Mesleğin ve okulların kurucusu sizler oldunuz, başkası yoktu ki…
Olması gerektiği gibi baktığınız hastanız her ne kadar, Kemeraltı’nda iki dirhem bir çekirdek yürürken siz, ‘çalımına bakmayın, hastayken bana baktıydı’ demesini hiç unutmasanız da, mesleğinizi sevdiniz, ülkenizi, öğrencilerinizi, mahallenizi ve çocukları sevdiniz. Darbecileri ve darbeleri ama hiç sevmediniz, hiç. Belki bu da sizden miras bize…
Her şeyin koruyucu hekimliği ve tedavisi vardı size göre. Yalnız darbelerin sezilip, önlenmesi ve sonradan iyileştirilmesi çok zordu…
İnsanımızı baş tacı eden, hayatı ve sağlığı ciddiye alan, arkadaşlarını,hastalarını ve çocuklarını olduğu kadar komşularını da tekrar yaratıp yoğuran, sağaltıp avutan, sağlık bilgisi vermek kadar, derd dinleyip sırdaş olan, gönül alan, hem gönül, hem akıl, hem sağlıktan yana can bahşeden hemşireler varolsun.Emekleri bilinsin, hakları ödeşilsin. İster ilki, ister ilk sanılandan önceki okumuşu, ümmisi, can denende destekçi olana, mesleği cephedeki sahra hastanesinde yahut mahalle arasında ilkin alaylı, sonra okullu yapanların konup göçenlerine rahmet olsun.
Siz hepiniz benim kahramanımdınız, artık erkek hemşireler de var, sizin sınıf görse ne sevinirdi. Yok, sol yandan düğmeli tam forma giymiyorlar, kırmızı şeritli kepi fırlatıp attılar, ne yaka ceplerinde iğneoyalı köpük mendil sarkıtıyorlar, ne yarım pelerin takıyorlar, içi kırmızı astarlı. Bu yeni zamanlar atma zamanları…
İstiklal caddesinde yedi arkadaş yürürken çekindiğiniz fotografiye bakıyorum, başınızda siperlikli şapkalar, üstünüzde koyu renk döpiyesler, az topuklu ayakkabı, boyunda fular, siz ortada, öteki serv-i revan kızların arasında iyice minnak görünüyorsunuz hepiniz keyf’le gülümsemişsiniz. Tramvay rayları üstündesiniz, bir siz şapkayı elde taşıyorsunuz. Bu sanıyorum pastanede ortaya gelen, yendiği kadarının parası alınacak kuru pastanın, ‘nasılsa parası ödenecek tıka basa yiyelim bari’ diyerek, he psini yiyip fenalık geçirdiğiniz gün.O zaman öyleymiş, ortaya gelir, herkes yiyeceği kadarını tabağına alır, artan hesaptan düşülürmüş, ne bileydiniz siz taşralı kızlar bunu?
Ama bende’niz iğne yapmanın tekniğini sizden öğrensem de, kaynanamda uygulamayı bildim. Gerçi, o zamanın kaynatılan enjektörün şırıngası geldi, iğnesi popoda saplı kaldı, hiç çaktırmadım, bastırdım, elimle çektim, iğne ucunu. Herkese anlatmasaydım kaynanamın haberi bile olmayacaktı…
Bu fasılları bir gün Yetkin Dikinciler ekranda anlatıyordu, gülümseyerek ve o da annesinden ‘bayan’ ekiyle sözediyordu, zaten severdim oyunculuğunu, duruşunu, hemşire çocuğu olduğu için daha bir sevdim. Aslında hemşire çocuklarının ayrı, farklı, hoş bir tarihçesi var, keşke yazılsa, bir ortak kitapta.
Kadın süngü takıp hayat denen savaşın ön safında cenk eden sahici kahraman, bütün cephelerde en çok didinen, en yorulan, ondan işte madalyayı kadın hemşirelere takıyorum. Hemşirelik tarihini de ülkemiz tarihini de sizlerle okumanın ne büyük zenginlik olduğunu, insanımızı bütün renkleriyle fark edip, dinleyip, anlamanın önemini öğrettiğiniz için hepinize minnetle ve elbet anneciğim, sana hasretle.
.