Sınıfımızın hâlâ 19’unda olan tek kişisi.
Kıbrıs Barış harekatının 44.yılını idrak ettik, evet canım 44 yıl geçip gitti, biz 60’ı devirdik, sen hep 19’unda gencecik, narin, güzel, gözlerinin içi gülen bir genç kızsın.
Üniversitede ilk yılımızdı, ilk yaz tatilinde Kıbrıs’taki ailenin yanına gittin, harekât öncesi saldırılarda öldürüldün, dönemedin.
Ürkme öyle, bildiğini sanıyordum, ölüm bîhaberlik olduğu kadar, bazı acıları tanımamak da demek, o açıdan huzurlusundur belki. Ankara’da en güzel yılımızdı o ilk yıl, sonrası keskin bir ayrışma…Farklı siyasi görüşten gruplar iki ana durak arasında durak olmayan farklı noktalarda iner, grup halinde okula gelirdi. Yurtlar , sokaklar, sınıflar yaşanmaz oldu, sahiden yaşamak da olanaksız…
İlkin yurtsuz kaldık, resmen sokakta kaldık, biz sırayla bütün devlet yurtlarında geçici ağırladılar, en kalabalığı Siyasal’la Hukuk bahçesindekiydi, 135 kişilik koğuştu, dolaplarla bölünmüş…Öldürülen, bir sağ, bir soldan öldürülen öğrencilerin törenlerinden derslere vakit kalmazdı, kaldığı zaman da ya okula giremezdik, ya dersleri boykot ederdik, yemeklerimiz çöpe giderdi, biz öğle yemeklerini Sağlık Bakanlığından yerdik, ama, dediğim nedenlerle yiyemezdik, yurtta zaten çıkmazdı, sistem tabela üstünde vardı var olmasına ama işlemezdi. Şimdiki sistemi, gerek eğitim öğretim, gerek KYK yurtları, burs ve kredileri gördükçe imreniyorum, biz ne zor zamanda yaşadık, tek hovardalığı burs alındığında Kebap 49 olanlar…Budandık indirildik, zay’e gitti ömrümüz, Sıtkiye. Sitemkâr bakma, senin ömrün sahiden gitti, bizim yaşadıklarımızı şimdikilere anlatmak mümkün değil, anlatabilsek anlamaları da öyle…
Tunalı’daki yurttan Dışkapı’ya, oradan Siyasal’a, Hukuğa, sonra ülkücülerin ayrıcalıklı yurduna, hamamı bile vardı, üstelik suyu akardı, her öğün et çıkardı, gitmediğimiz, geçici barınmadığımız yurt kalmadı. Sonunda Çiftliğin orada iki blokluk yepyeni yurda geçtik, açıldığı gün daha her yanı dökülürdü, tuvalete şemsiyeyle girerdik, yapanlar betona çimento katmamış sanırım, hem banyo akardı, gider tıkanırdı, hem tuvalet üstten başımıza akardı. Orada da faşigeler kovdu bizi, hepten sokakta kaldık. Okulumuza her gün bir otobüs dolusu Fruko gelirdi, gelir bizi beklerlerdi.
Memleket kalkmış oynuyordu, darbeye adım adım götürülüyorduk, bütün okullarda eğitim dökülüyordu, çıkartma oldu, sen öldürüldün, biz toplanıp saygı duruşunda bulunduk. O ilk yıl ilk kitabımı yazmayı bitirdiysem de kağıt sıkıntısı yüzünden iki yıl sonra basılabildi. Sınıfımızın tuzu kuruları devrimci olmaya yazılırken, başka ilden gelen orta kesim çocuklar farklı iki siyasi eğilimi seçti. Okul bitti, diploma almama direnişine kalktık, iki kere bakan değişti, sonunda müsteşar Sağlık bakanlığındaki odasında mezuniyet toplantısı yapınca, okulu bitirmeden edemedik. Ankara doluydu, tek kişi alamazlardı, nasıl olduysa çoğumuz başkentte kaldı, bir avucumuz Anadolu’ya dağıldı.
Adaya çıkartmanın önemli katliamlarında bütün ailesini banyo küvetinde öldürülmüş bulan İlhan paşa sonradan bizim teşkilatın başına getirildi. Askerlerin ülkeyi kışla gibi yöneteceği son darbe beş yıl sonra teşrif edecekti, nerden bileydik? Hayat oyundu, devrimcilik oyundu, öğrencilik öyle, sonra son darbe, asıl oyun oydu. Kıbrıs’a o ilk yaz tatilinde gitme diye üstelemiştim, kurum gezmeyi hayal ediyorduk, ülkeyi, biraz büyümek oynamayı…Çok özlemiştin, bu yaz gideyim, sonraki yazlar gezeriz, dedin, ne güzel gülümserdin, ne zarif, ışıl ışıl , bir o kadar sade bir genç kızdın, ölümün hiç yakışmadığı, ölüm hangi gence yakışır ki?
Sen öldürüldükten iki yıl sonra adaya gittim, ilk Kıbrıs hikayemi orada yazdım, Girne’de şarap ikram ettiler, lokantada, sana kaldırdım kadehimi, yıllar sonra senin ana kahraman olduğun bir başka hikaye daha yazdım, öyle içime sindi ki, hikayesini iyi taşıyan bir kahraman oldun, nereden biliyorsun, orada kitabı nerden bulup da okudun ?
Ölümden kaçabilir miydin, gitmeyip kalsaydın, bunu sonradan çok düşündüm, bu sözkonusu bile olamazdı…Burada kalırdın belki, gene ölürdün, rastgele yaşadığımız zamanlardı. Herkesin çiçek açtığı üniversite hayatımıza kandan mühür bastı, sebepsiz kalasılar…Biz bir gençlik alacaklıyız, sen ve öbür ölüp öldürülenler de birer ömür…
Kitapların, Maraş’ların, memleketin yakıldığı zamanlardı, tez’lerimizi bile yokettiler, onu da yazdım, ‘Kitabın Külü’nde.
Son Darbe adlı öykümden yıllar sonra işgal çıkageldi, artık darbe kesmedi, ülke işgale kalkışıldı, harekât tarihinin bir hafta öncesinde de onu andık, işgal girişimi unutulmasın diye…
Ergenerallerin son darbesinden sonra memleketi gezip durdu beşibiyerde, ah ne komik konuşmalar, duruşlardı, bir göreydin, en gülünç anılar bizim kurumların denetimi sırasında yaşandı, hepsini yazdım, ibretlik diye, unutulmasın diye, umdum umsuruk oldum elbet.
Sen Nünüğü Bilir Misin, adlı bir çocuk öyküsü yazdım, bizim yuvanın teftişi sırasında bir oğlancığın paşaya uzattığı, ancak farklı bir dille, ‘alsana nünüğü’ dediğini anlamayıp yürüyünce, postalının altında ezilen nünükçük, henüz hiçbir çocuk kitabımda yer bulamadı, azcık siyasi kaçmış da…
Bizim burda işler böyledir, kardeşçiğim, kimbilir sizin ora ne hallerdedir? Büyük mahkemeye kadar çıt yoktur belki.Ödeşilir mi dersin, sence, göğ ekini biçtikleri, bütün zamanlarda?
Belki daha büyük acılara müstehak kılacaktık, belki eksik yaşayacaktı, belki öyle büyük acılar görecekti ki, görmediği daha iyi oldu, diye düşünmek ayıp, biliyoruz, gene de bizim sınıfın ille de kızları ara ara içimiz sızlayarak hatırladık seni.
Kıbrıs’tan gelenlerle, bizim oraya evlad verdiğimizde, her yıl harekat anıldığında içimizin zonklayan ağrısı ve hep 19’undaki genç kızı oldun.
Ölüm sana öyle uzak ki hâlâ, nurlarda yat demeye elikiyorum…