Sen rahmetlik olalı (edileli) bir ömür geçti, biz hala istim üstündeyiz, hala yangınlardan, yok etmelerden, darbelerden, eski düzenden medet umanlarlayız.
Ha diyende senin adını bile çıkartamıyorum, iyi mi…Oysa hacimliydin ve seni daktilo edip, basan bendim. Emek konulu, işçi hakları ve sendikacılık üstüne bir tezdi, birazdan gelir adın aklıma, öyle umuyorum.
Beş kişilik gruptuk, iş iki kişinin üstüne yıkılmıştı.Ama büyük şehirlerin grev yerlerinde araştırmayı hepimiz yapmıştık.
O zaman tezler mumlu kağıda yazılır, teksir makinasında çoğaltılır, sonra harmanlanır,alelusül ciltlenirdi, ne özenmiştim, sahiden ciltletmiştim.
Gazetede sayın F.Barbarosoğlu’nin Naylonlaşan Hayatlarımız, başlıklı köşe yazısını okurken seni hatırladım, gel de hatırlama…On dört yıl önceki yazısına gönderme yapıyor, tekrarlıyor ve çakma tezlerde bir değişiklik olmadığını, hatta ısmarlama ödev sanayinin daha da geliştiğini belirtiyor.
Hayatlarımızın naylon kuşatması altında olduğundan girmiş söze, elbet zamanın naylonluğundan biz de kalbimiz de payına düşeni alıyor.Nesneleri, ilişkileri ve ka riyer basamakları da naylon olan bu yeni zamanların, profesyonel ofislerce yazılan bilimsel tezlerine dikkat çekiyor.
Tabii bizim sevgili tez’imizi, yani seni yazdığımız sıra bu işler böyle değildi, yetmişli yılların sonuydu ve üniversite bitirme tezi bile olsa, temel ve yan varsayımı, araştırması, teknikleri ve uygulama ciddiyetiyle, kök söktürürdü öğrencilere.
Hoş, orta ve lise yıllarımızda da, yardımcı kitap denen kopya veren, bütün ödevleri birörnek kılan marifet vardı.Ama, uyanık öğretmenler anlardı. Ne zaman sınıf geçmek çocuk oyununa benzetildi, yani sınıfta kalabilmek ciddi çaba gerektirdi, ödevler o zaman ciddiye alınmaz oldu.
‘Tez yazılır, cilt yapılır’ duyurularının kırtasiyeci vitrinine çıkması seksenlerde…Ki bunu da çoğu insan tez metinlerinin daktiloya çekilmesi olarak algılar, sayın Bar barosoğlu da öyle sanmış. Oysa bir tezi baştan sona, dipten doruğa olması gerektiği gibi yazıp, elinize veriyorlar.Siz de artık gönlünüzden ne koparsa…Öyle değil işte, ciddi bir piyasası var, rakamlar işin kalitesine göre değişiyor.
Ben bu işe bir arkadaşımın tezinde tanık oldum. Oturduğu yerden araştırma yapmış gibi oldu, epey de geniş bir sahada ve tez konusu varolanların tekrarı olsa da, teknik profesyonelce olduğu, zamanında yapıldığı ve ciltlenip misler gibi önünüze geldiği için, yapan açısından ferahlıktı. Birbirinin tekrarı, hatta eğer aynı firmaya sipariş vermişseniz, tıpkısı olan tezler yurdum üniversitelerinde öğretim üyelerine ne söyledi, dahası, bilimsel açıdan ne kattı, farklı ne söylendi, orasını karıştırmayınız reca ederim…
Şimdi, tıpkı ortalığı basmış olan naylon/çakma romanlar gibi, birörnek ve çerez makamından nice tez yapılıyor, yani firmalara yazdırılıyor, terlemeden uzman oluyor kişiler. Tıpkı kitaplar gibi, kopyala yapıştır, tezler de…
Seri ürün merkezlerinin müşteri yaş sınırı da epey aşağılara inmiş, ilköğretim için de çocuksu ödevler, yarı bilimsel araştırmalar yapılıyor, müşteri memnuniyeti esastır. Böylece dersteki başarınız ve notunuz ne olursa olsun, dört başı mamur bir ödevle durum kurtarılır…
Bizim günümüzde böyle miydi, tez’im?
Canımız çıkarak ortaya getirdiydik seni…Cansiparane savunup, geçerek, okulu bitirdiydik.
Bundan sonrası bir destan, tırışka destanı…12 Eylül oldu.
Darbeden sonra, sosyal nitelikli tezler göz görgüsü, baş kakıncı oluverdi.
Bilim insanları korktu…
Sosyal içerikli tezler ayıklandı, semt-i meçhule gönderildi.
Hadi sakıncalı diye nitelenen yasaklı kitapların ana babalar yahut öğrenciler/polisler eliyle yok edildiğini, toprağa, sonradan çıkarılmak üzere naylonlanıp gömüldüğünü-ki hepsi çürümüştü bunların- anlamak zor olsa da, diyelim ki kısmen anladık…
Ama bunu anlamak daha zor, senin haberin yok elbet, kişinin öldüğünden habersiz olduğu gibi, bir tezin yok edildiğini de, tez bilmiyor , nasıl bilsin?Sen hala okulun tez dolabında, yaslandığın ötekilerle birlikte durduğunu sanıyor olmalısın…Belki öteki tezlere sıkça başvurulup da sana niye kimsenin el uzatmadığını merak etmiş olabilirsin, kendi modanın geçtiğini, yaşlandığını falan düşünmüşsündür. Sosyal mosyal, emek memek, işçi mişçi, eh sakıncalı, nanemolla konular bunlar elbet…
Gruptakiler de dört bi yana savrulmuş, kiminin babası yok etmiş, kimi kendi, kiminin evi yurdu olmamış, onu mu taşısın, belki onun da ailesi hazır tuğla gibi bi tezi bulmuş, kazanın altında yakmıştır belki…
İlkin tezden yararlanmak istediğimi yazıp, idareye ilettim…Tık yok…
Tez grubunun yöneticisine ev oturmasına gittim, ne iyi insanlardı, ne severdim, konuştuk, döküp döşedik, alttan aldı, ne diyeyim, desem ne değişecek, yok ortada, tez.İçimde bir kor, ne yapsam küllenmiyor…
Dedim, içimde köz olacağına, söyleyeyim söz olsun.
Oturdum, ‘Kitabın Külü’ hikayemi yazdım, kitaplarımın birinde olacak o hikaye, sanırım Gül Bekçisi’nde.
Hikayede seni kalbi olan, duyup düşünen bir kitap yaptım.Okul idaresinin tez dolabında yanında duran kitaplara da can bahşettim, ille de fuhuş sektörü ana temalı bir tezi, ağzı sakızlı, çıtak, eli belinde , dili pabuç kadar bir kadın yapıp ikinizi kapıştırdığım, hikayeci olarak çok hoşuma gitti…Resmen mahalle kavgası ettirdim size. Kapı vuruluyordu, rap rap, seni alıp götürüyorlardı, öteki tez’lerin çıt’ı çıkmıyordu, evlerimiz gibi…
Daha da göreceğimiz varmış, çekecek çilemiz, ne bileydik?
Son Darbe diye hikayesini de yazdıydım o hallerin, yetmedi, ihtilal diye servis edilen işgali de yaşadık…
Ya, her yokluğun bi safası varmış, iyi ki yoksun, tez’im, iyi ki sakıncalı bulunup semt-i meçhule yollamışlar seni, hiç değilse düşman işgalini yaşamadın, görmedin, biz gibi…İşgale alkış tutanlara tanık olmadın…At izinin it izine karıştığını görmedin, iyi ki…Neyse ki artık dünya başka bi dünya, her şey kayıt altında, silmek, sürmek, yok etmek zor
…
Bakıp bakıp ibret alacağız, unutmadan, boyun eğmeden…
Öyle işte…Evet…