Antik Yunan’da her şeyin sürekli sorgulanmasını heyecan verici ve hatta bir şekilde inanılmaz buluyorum. Bunun bir sebebi zihnimdeki bir yanılsamadan kaynaklanıyor muhtemelen. Çünkü felsefenin, yani bilgelik sevgisinin temelinin atıldığı, sorunsallarının belirlendiği ve teorik düşünmenin o gözle görülmeyen faydalarının anlaşıldığı yüzyıllarca süren bir süreç bizim için “milattan önce” diye bir anda gerçekleşmiş gibi görünüyor. Bunu aklıma getirip hangi fikirlerin altında nelerin yattığını vs düşününce bile ama, heyecanım devam ediyor: Günümüzden, diyelim ki 2500 yıl önce formüle edilmiş olan bir kavramın şu anda da ne kadar zihin açıcı olduğunu görmek bu heyecanın sebebi. Tabii ki aklın yolu birdir, ama tertemiz bir zihinle düşünebilmek çok da kolay değil şu “modern” zamanlarda.
Sezen Aksu çevresinde gelişen olayları, adını anarken bile tüylerimizi diken diken eden linç girişimlerini, ittifak korosundan çıkan korkunç da olsa uyumlu “serçeliğini bilmesi” yoksa “dilinin kopartılacağı” nidalarını, hiçbir sorumluluk almadan sadece “beğenmeyerek” onlarca yıldır siyaset yaptığını sanan karşı cenahtan çıkan “sana müstehak” vicdansızlığını Yıldıray Oğur yine sabırla ve tam olması gerektiği gibi anlattı dünkü (22 Ocak 2022 tarihli) yazısında. (https://serbestiyet.com/yazarlar/gurultu-bitecek-ve-yine-onun-sarkilari-duyulacak-81704/)
O yazıyı ve bazı başka yazıları okurken fark ettim: Sezen Aksu deyince benim aklıma “erdem” kavramı geliyor. Tam da felsefe derslerime çalışırken Antik Yunan’da karşıma çıkan hâliyle “erdem”.
Platon “erdemli” insanın nasıl bir insan olduğunu tarif ederken şu dört kavramı kullanıyor: Bilgelik, cesaret, ölçülülük, adalet.
Başka kavramlar da eklenebilir tabii ama ben bu tarifi seviyorum çünkü hem kendimdeki sonsuz eksiklikleri anlamak, hem de başka insanlarla ilgili sorgulamalarımda beni rahatsız eden şeylerin ne olduğunu kavrayabilmek açısından çok zihin açıcı geliyor. Erdem böyle bir şeyken, teorik olarak da en azından çoğumuzun erdemli insanlar olmaya çalıştığını var sayarken, nedir bizi bunu gerçekleştirmekten alıkoyan? Bu kriterlerle bakarsanız kendinize ya da çevrenize, anlayabiliyorsunuz bu dört kavramın belli ölçülerde de olsa, tek bir insanda toplanma ihtimalinin ne kadar düşük olduğunu.
Az çok bilgeliğe yaklaşanın korkak olduğu, cesur olanın ölçüsüzce davrandığı, ölçülülüğü esas alanın adil olmak gibi bir derdinin olmadığı, adalet için yaşayanın yeterince donanımlı ya da öğrenmeye açık olmadığı döngüsünde yaşanıyor hayat. Mutlaklık aramıyoruz ama istisna arıyoruz kuşkusuz.
Bu çerçeveden bakınca aradığımız istisnayı görünce hemen tanıma şansımız da olabiliyor. İşte bu minvalde, benim aynı çağda yaşadığım, kişisel olarak bildiğim ya da kamusal figür olarak tanıdığım insanlar arasında erdemli insan olmaya en yakın kişi Sezen Aksu.
Bilgelik için şarkılarına bakmamız yeterli sanıyorum. Öyle sezgiler var ki o şarkılarda, hepimizi mutlaka en ince yerlerimizden yakalıyor, her zayıf anımızda insanî değerlerimizi hatırlatıyor, dinledikçe dinleyesimiz geliyor. Kendimizi buluyoruz birçok açıdan. Kırılganlıklarımızı sever hâle geliyoruz.
Cesaret için yukarıda bahsettiğim yazıdaki döküme bakabilirsiniz. Sadece bir yerde, bir noktada gösterilen bir cesaret değil Sezen Aksu’nun cesareti. Herkes için hep karşı mahallede yaşıyor. Biliyoruz ki, Türkiye’de bunun adı cesaret.
Ölçülülük mütevazılık gerektiriyor. Sezen Aksu söyledikleri ve yaptıklarını çakıştırırken bize bunu hatırlatıyor sürekli. Bağırmaya gerek yok, yüreklerimize fısıldarken çok ölçülü. Tepki göstermesi gerektiğini düşündüğü konulardaki üslubu da net ve ölçülü.
Adalet ise, işte belki en zor bulunan şey dünyada. Yaşadığı süre boyunca adil bir gözle dünyaya bakmak çok sağlam bir vicdan gerektiriyor. Sağlam bir vicdanı taşımak da kolay değil. Ortalık sürekli toz dumanken adil olabilmek, adil kalabilmek, vicdanını ön plana alabilmek herkese kolayca nasip olmuyor. Hayatta en beğendiğiniz siyasî figürlere bakın, nelerle sınandılar, nerelerde sınıfta kaldılar, onlardan pay biçin adalet konusunda. Sezen Aksu’ya yakın bir performans görebiliyor musunuz?
Geçenlerde Twitter’da şu anda hangi kullanıcı tarafından yazıldığını hatırlamadığım bir tweet’te ömrümüzün #haddinibil ile #yalnızdeğildir döngüsünde geçtiğinden bahsediliyordu. Gerçekten de, trolüyle, fenomeniyle, sıradan kullanıcısıyla bu döngüye giriyoruz hepimiz. Çünkü gündem değiştirme bunu gerektiriyor, çünkü nevrotik post-truth dünyada her şey herkese caiz görünüyor, kimsenin umurunda değil bilgelik. Çünkü esip yağmak yerine eylemek cesaretinden çok uzağız, böyle avutuyoruz kendimizi, oturduğumuz yerden yüreğimizi soğutuyoruz. Çünkü kutuplaştırmanın meyvaları böyle toplanıyor, hiçbirimiz bunca kötülüğün olduğu yerde ölçülü olamıyoruz. Çünkü hep kendi mahallemizin adil insanı olmak bizi rahatsız etmiyor, o gün gerçek hayatında kime ne kadar adil davrandığını kimse sorgulamıyor. “Masum değiliz hiçbirimiz.”
Sezen Aksu lincinde de tabii ki aynıları yaşandı. Ama bu sefer Sezen Aksu tarafındakiler olarak, bu kadar “erdemli” bir insanın yanında olmanın rahatlığı ile davranıyoruz sanki. Sanıyorum ki erdem bulaşıcı.
Bir de Sezen Aksu’nun şefkatine sığınmak iyi geliyor, daha az hırçınlaşmayı mümkün kılıyor, sanki daha sağduyulu insanlar oluyoruz, belki bu sayede biraz daha iyi insanlar olabiliriz, umutlanıyoruz, bu kadar ters bir zamanda bile.
Aklımızda ve dilimizde ise hep o güzelim şarkılar…
“Hayat zorlaşınca
Çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca
Azalınca manadan
Seyyar sevdalarda parçalanınca
Dil yetmeyince
Göz görmeyince
Gönül hissetmeyince
Kırılınca camdan kalp
Dönüp yalnızlığa kitlenince
O zaman şarkı söylemek lazım
Avaz avaz
O zaman şarkı söylemeli
Çığlık çığlığa
O zaman yüreğin yükü hafifler
Belki biraz
O zaman şarkı söylemek lazım
Avaz avaz
Dert bitmeyince
Bildiğin çektiğine yetmeyince
Düşmanında kendini yakalayınca
Bir daha kin gütmeyince”