Ana SayfaYazarlarŞiddet süreci uzasaydı baraj da aşılamazdı

Şiddet süreci uzasaydı baraj da aşılamazdı

Seçim sonuçlarının, başta AK Parti olmak üzere hemen herkes için sürpriz olduğunu kabul etmek gerekir. Kanımca AK Parti dahi böyle bir üstünlüğü,  yani oyların yüzde 50’sini alabilecek bir başarıyı beklemiyordu.  Belli ki seçim anketleri de dipten gelen dalganın böyle bir etki yaratabileceğini hesaplayamadılar. Neredeyse herkes, ya bir koalisyon çıkacağını ya da AK Parti’nin kıl payı bir üstünlükle hükümet kurabileceğini düşündü. Pek çok kişinin üzerinde birleştiği bir konu da, Türkiye’de dört partinin meclise gireceği bir durumda, tek parti hükümetinin mümkün olmayacağı inancıydı.  Elde edilen sonuç bu yargıyı da yerle bir etti. Mecliste dört, belki beş parti de olur ve gene tek parti iktidarı kurulabilir.

 

Seçimin kaybedeni

 

7 Haziran seçimlerinin kaybedeni AK Parti, kazananı da HDP ve MHP olarak kabul ediliyordu. Bu seçimin ise tartışmasız tek kazananı AK Partidir. CHP, ne uzayıp ne kısalan bir parti olarak “koma vaziyetini” koruyor. Ancak MHP ve HDP kesin kaybedenlerdir. MHP’nin neden kaybettiği aşağı yukarı bellidir. Devlet Bahçeli’nin uzlaşmaz tavrı, Tuğrul Türkeş’in teşkilattan ayrılarak AK Parti saflarına geçişi ve genel olarak partinin ülke geleceği için herhangi bir vizyona sahip olmaması, seçmeni AK Partiye yönlendirdi. Bahçeli’nin HDP’yi yok sayması bile seçmenin tavrı üzerinde etkili oldu. Sanki tek başına bir iktidar olma şansı varmışçasına, koalisyon şansını elinin tersiyle itmesi, seçmene fazla alternatif bırakmadı.

 

Şiddet süreci ve baraj

 

Gelelim HDP cephesine. Bu partinin diğer partilerle eşit koşullarda seçime girmediğini kabul etmek durumundayız.  Özellikle Ankara katliamı, seçim heyecanını HDP açısından tamamen öldürdü ve bu negatif ruh hali diğer partileri de etkiledi.  HDP hiçbir miting yapmadan seçime girmiş oldu. Ancak kayıp ve gerileyişin temel sebebi bu değildi. PKK’nin tekrar şiddet ortamına dönüş yapması HDP’yi kalbinden vurdu. Eğer seçimler 1 Kasım gibi erken bir tarihte değil de biraz daha geç yapılsaydı,  HDP baraja dahi takılabilirdi. Çünkü Kürt halkı, hak ve özgürlük dâvâsının Türkiye’de şiddet unsuru kullanılarak elde edilebileceği dönemin kapandığına inanıyor. Artık Kürtler, tüm hak ve özgürlüklerinin sivil ve demokratik siyaset yoluyla elde edilebileceğini gördü. 7 Haziran seçimlerinde 6 milyondan fazla oy alarak Mecliste 80 vekil ile temsil şansını elde eden HDP, bu seçimlerde hem oy hem de vekil sayısını ciddi anlamda artırma fırsatı elde edebilirdi. Ancak PKK buna müsaade etmedi. Çünkü sivil siyaset ile şiddetin bir arada yürümeyeceğini ya anlamadı, ya da bile bile Kürt halkının kazanımlarını kurban etti. Oysa HDP, bu seçimlerde belki de yüzde 15’e çıkıp,  bir sonraki seçimde hızla Türkiye’nin ana muhalefet partisi veya iktidar ortağı bir parti olabilirdi.

 

Bir kere seçim kararı alınmış Türkiye’de, tekrar şiddete yönelip şehirlerin ortasına hendek kazarak özyönetim ilân etmeye kalkmak, sivil siyasetin canına okudu. Henüz ne kadar insanın, sırf bu uygulamalar nedeniyle yerini terk ederek seçimlere katılamadığı ve oylarını kullanamadığını bilmiyoruz. Bu sayının yüz bini rahatlıkla geçtiğini, hattâ iki yüz bine yakın olduğunu tahmin ediyorum. “11 milletvekilini kıl payı kaçırdık diyen” HDP’liler bunu düşünmeliydiler. Öte yandan, bu yanlış uygulamalardan dolayı başta AK Parti olmak üzere diğer partilere yönelen ciddi bir seçmen kitlesi de yok değil. Hendek ve öz yönetim girişimlerinin en çok da Kürt işveren tabakasını rahatsız ettiğini, bölgeden konuştuğumuz insanlardan öğreniyoruz. Üstelik yüzde 10 gibi bir seçim barajı olmasaydı, HAK-PAR gibi seçime giren diğer Kürt partilerine de önemli bir yönelme olabilirdi. Meselâ 7 Haziran seçimlerinde 50 bin civarında oy alan HAK-PAR, bu kez oylarını yüzde yüz artırarak, 110 bin oya çıktı. Üstelik HAK-PAR 7 Haziran seçimleri kadar çalışma yapmamış; seçimlere bir hafta kala Genel Başkanı Fehmi Demir’i trafik kazasında yitirmişti.

 

Evet, seçim geride kaldı; ancak Kürt sorunu halen duruyor. Şimdi artık AK Parti tekrar bu mesele üzerine ciddi anlamda kafa yormalı ve bir an önce barış sürecini “buzdolabından” çıkartabilmelidir.  Çünkü bu sorun gerçek anlamda çözüme kavuşturulmadıkça, her zaman şiddet üretebilecek bir potansiyele sahip olacaktır.

 

Yeni bir anayasa

 

AK Parti seçimlerde öyle bir çoğunluk elde etti ki,  Meclisteki bu yüksek temsil ile çözemeyeceği hiçbir sorun yok. İsterse, çok kısa bir süre içinde anayasayı değiştirip başkanlık sistemi de getirebilir. Eğer AK Parti  Türkiye’yi 12 Eylül darbe anayasasından kurtarmak istiyorsa, derhal evrensel ölçütlerde demokratik bir anayasa hazırlayarak referanduma sunmalıdır. Şayet geçmişte yapıldığı gibi illâ tüm partilerin üzerinde anlaşacağı bir metin oluşturulmak istenirse,  kanımca bu pek mümkün olmayacak, ülkeye zaman kaybettirecektir. Zira bu ülkenin tarihinde uzlaşma esası üzerine yapılmış bir anayasa yok; Mecliste birbirlerinin varlığını reddeden partiler oldukça, bu pek de mümkün olmayacaktır.

 

Başta Kürt meselesinin çözümü olmak üzere, yeni anaysa, demokratik reformlar ve (AB’ye üye olunmak istenmese bile) AB düzeyinde ileri bir demokrasi, yeni hükümetin temel hedefleri olmalıdır. AK Parti  rehavete kapılmamalı; meşruiyetini sorgulamayan demokratik eleştiri mekanizmasına önem vermeli; özellikle Kürt meselesinin çözümünde demokratik değişim ve dönüşüm vadeden güçlerle işbirliği yapmaktan da kaçınmamalıdır. 

- Advertisment -