8 Mayıs gecesi saat 22:30 civarında Kadıköy’den Moda’ya doğru yürürken karşı taraftan gelen 400-500 kişilik bir grupla karşılaştım. Barışçı, taşkınlık içermeyen bir yürüyüştü. Ön saftakiler, üzerinde “Her şey çok güzel olacak” yazan bir pankart taşıyorlardı. Kalabalık, belli ki Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) protesto anlamını taşıyan düdük sesleri eşliğinde yanımdan geçip Kadıköy’e doğru ilerledi.
Kendi başıma kaldığımda, onun ve benzeri gece yürüyüşlerinin “fayda”sına dair belli belirsiz bir düşünce geçti kafamdan.
İki gün sonra, yani 10 Mayıs Cuma sabahı, bir arkadaşımın muhafazakâr hemcinslerinden fazla hoşlanmayan ablasından, 23 Haziran’daki İstanbul seçimlerini Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasını isteyen herkesin ibret alması gereken bir hikâye dinledim. Ondan birkaç saat sonra, Mehmet Barlas’ın o günkü yazısını, hemen ardından da CHP’nin seçim kampanyası yöneticisi Ateş İlyas Başsoy’un yükte hafif pahada ağır, kısacık fakat altın kıymetinde uyarılar içeren Facebook mesajını okudum.
Bu üçünü birlikte değerlendirdiğimde, 23 Haziran kampanyası döneminde Ekrem İmamoğlu taraftarlarının ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiğine dair bir tablo belirdi kafamda. Bunlar, keza, o gece Moda’da izlediğim yürüyüşle ilgili olarak daha net bir kanaate ulaşmamı sağladı.
Üçünü de anlatacağım, sonunda da kendi değerlendirmelerimi dikkatinize sunacağım.
Otobüsteki o kadın İmamoğlu’na oy vermiş olamaz mı?
Yukarıda zikrettiğim hikâye, İmamoğlu’nun rakibine fark attığı bir mahalledeki duraktan otobüse binen arkadaşımın ablasının kulak misafiri olduğu, bugünlerde sıklıkla duyduğumuz “seçimde iki elim kanda olsa…” diyaloglarından biriyle başlıyor… Konuşan orta yaşlı kadın, 24 Haziran’da Antalya’da düğünlerinin olduğunu, 20-27 Haziran arasında Antalya’da olması gerektiğini ve olacağını anlattıktan sonra ekliyor: “Fakat 22’sinde İstanbul’a gelip ertesi gün oy kullandıktan sonra tekrar Antalya’ya döneceğim.”
Birkaç durak sonra, konuşan grubun önünde oturmakta olan tesettürlü bir kadın otobüsten iniyor. Bunun üzerine şöyle bağlanıyor konuşma: “Sesimi özellikle yükselterek konuştum, şu inen kadın duysun diye.”
Hikâyeyi, hoşlandığını gizlemeyerek bana aktaran arkadaşımın ablasına, önceki seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) oy veren birçok insanın bu defa Ekrem İmamoğlu’nu desteklediğini hatırlattıktan sonra, belki o tesettürlü kadının da onlardan biri olduğunu ve fakat o otobüsteki hasım duygudan ötürü şimdi yeniden düşünmeye başlamış olabileceğini söyledim.
Arkadaşımın ablasına, İmamoğlu’nun bu seçimde de kazanmasını isteyen birinin o otobüsteki kadın gibi davranmaması gerektiğini anlatmaya çalıştım ama galiba onun kulağı benden çok otobüsteki kadına ve onun duygusuna açıktı.
Barlas: İmamoğlu’nun kampanyası ve “Geziciler…”
Sabah gazetesi yazarı Mehmet Barlas’ın 10 Mayıs tarihli, “’Gezici’lerin kalıntıları İmamoğlu’nun kampanyasını ele geçirmeye başladı” başlıklı yazısını okurken, aklımda işte bu hikâye vardı. Doğrusu ya, Barlas’ın gûya eleştirdiği şeyi aslında ellerini ovuştura ovuştura izlediğini anlamak hiç zor değildi. Keza benim yerimde o olsaydı, otobüsteki hikâyeyi de “oh, oh, böyle devam edin, tam AK Parti’ye yarayacak şeyler bunlar” iç sesinin eşliğinde yine ellerini ovuştura ovuştura izleyeceğine emindim.
Şimdi biraz da Mehmet Barlas’a kulak verelim… Barlas şöyle giriyordu yazısına:
“23 Haziran'da yapılacak olan İstanbul Belediye Başkanı seçiminin ikinci turuna gidilirken, birinci turu mazbata ile bitiren İmamoğlu'nun destekçileri şimdiden hata yapmaya başladılar. Daha doğru olanı söyleyeyim… ‘İmamoğlu'nun destekçileri’nin yerine ‘Geziciler’ geçti. Şimdi birileri geçmişte hem toplum hem de devlet tarafından reddedilen bir sokak eyleminin, 23 Haziran'da İstanbul seçmeni tarafından kabul edileceğini zannediyor.”
AK Parti cephesindeki “sükûnet” ise şu satırlarla yansıyor Barlas’ın yazısına:
“Bu gelişmeler karşı AK Parti cephesinde ve genel olarak Cumhur İttifakı'nda sükûnet hakim… Ayrıca AK Parti'nin kimliğinde devlet sorumluluğunun bulunması da önemli bir durum. Bu sorumluluk herhalde önümüzdeki dönemde de ‘Beka’nın ağırlıklı konu olmasını gerektirmeyecek.” (Konuyla doğrudan ilintili değil ama değinmeden geçemeyeceğim: Demek “AK Parti'nin kimliğinde devlet sorumluluğunun bulunması” nevzuhur bir hal, ki bu sayede “beka” bu seçimde ağırlıklı konu olmayacakmış.)
Bugünlerde pek revaçta olan “Biz Geziciyiz siz gidicisiniz” sloganı ve benzer sosyal medya paylaşımları elbette Barlas’ın dediği gibi “’Gezici’lerin kalıntılarının İmamoğlu’nun kampanyasını ele geçirmeye başladığı”nı göstermez. Buradan çıksa çıksa Barlas’ın “ah, keşke” temennisi çıkar.
Bu “ah, keşke”nin iktidar yöneticilerinin tamamının paylaştığı bir temenni olduğu ve iktidar trollerinin Kadıköy, Beşiktaş, Şişli, Bakırköy gibi ilçelerde gerçekleştirilen gece yürüyüşlerini sosyal medya platformlarına yüklemeye doyamamaları hiç unutulmasın.
İçinde kendimizi iyi hissettiğimiz her eylem biçimi siyasi açıdan “doğru” olmayabilir. Siyasi açıdan doğru eylem, kendi algılarımızın yanı sıra başkalarının algısını ve başkalarının algı yönetme kapasitesini hesaba katarak düzenlenmiş eylemlerdir.
Gece eylemleri, böyle bakıldığında siyasi açıdan doğru eylemlermiş gibi görünmüyor bana.
Çünkü iktidar, baskıya karşı bir çığlık olan Gezi eylemlerini öyle ya da böyle toplumun yarısına “yıkıcı, bölücü” eylemler olarak benimsetebildi. Bu koşullar altında İmamoğlu’nun kampanyasının “Geziciler” tarafından yürütüldüğü algısı İmamoğlu’na hiçbir yarar getirmez. Kime yarar getireceğini anlamak için Barlas’ın yazısına bakmak yeter.
Bence, o yürüyüşlere katılan ve seslerini sadece kendileri gibi olanlara duyuran o insanlar, enerjilerini, otobüsteki kadın gibi davranma eğiliminde olanların davranışlarının seçimi kazanmaya hizmet etmeyeceğini, tam tersine hizmet edeceğini anlatmak için harcasalar çok daha doğru bir iş yapmış olurlar.
Ateş İlyas Başsoy: “Her şey çok zor olacak”
Bir seçimin nasıl kazanılacağını yıllardır usanmadan CHP’lilere anlatmaya çalışan ve son seçimde de CHP’nin kampanyasını yöneten Ateş İlyas Başsoy, işlerin tam da AK Parti’nin istediği bir yöne evrilme istidadı gösterdiği şu günlerde öyle bir metin kaleme aldı ki, bu kısa metin yüz binlerce bastırılıp CHP’lilere dağıtılsa yeridir.
Bu yazıyı, “ne kadar çok insan okursa o kadar iyi” düşüncesiyle, zikrettiğim metnin tamamını alıntılıyarak bitiriyorum:
KENDİLERİNE OLSA…
YSK aynı kararı onlar için verseydi; mesela ‘CB seçiminde hile var, tekrarlanacak’ deseydi, 40 yıllık mağduriyet çıkarırlardı… Kendileri için olunca camı çerçeveyi indirirler, ağıtlar yakarlar, yüz yıl sonra bile çocuklara “6 Mayıs’ı unutma” derlerdi…
Peki biz de “moral”i biraz abartmıyor muyuz? Seçimin tekrarı adeta bayram havasına dönmedi mi? Adana’dan sonra bütün belediyelerin aynı “espri”yi yapması hoş belki… Evet dik de durmak gerek. Ama ortada korkunç bir haksızlık olduğunu unutmamak da gerek. Bu iş neşeli beyaz türkler “event”i gibi görünürse yandık. Bu “gezi coşkusu” bir yere kadar güzel, bir yerden sonra zorlayıcı.
KALP KAZANMA ZAMANI..
YSK sadece Bağdat Caddesi’ne değil, Alemdağ Caddesi’ne de haksızlık yapmadı mı?
Ekrem İmamoğlu’na AKP seçmeni 1 milyon esnaf oy verdi. YSK’daki 7 kişi bu 1 milyon esnafa da hakaret etmedi mi?
Bu abartılı şenlik havasını daha da abartmadan bitirmek gerek. Şimdi çalışma ve kalp kazanma zamanı. Kendi yankı odamıza çekilip makara yarıştırma zamanı değil.
Bu haksızlığı herkese çok iyi anlatmalıyız. Yüzde 50 diğer yüzde 50 ile buluşmalı, kaynaşmalı, dertleşmeli. Bu kent hepimizin.
YÜZDE 70 MÜMKÜN
Normal şartlarda İmamoğlu’nun yüzde 70 alması mümkün. AKP bu gücü kırmak için kim bilir neleri göze aldı, biz de yangına körükle gitmeyelim; bilmeden o değirmene su taşımayalım. (Yaptığımız muhalefet, muhalif olduğumuz şeyi güçlendiriyor mu, zayıflatıyor mu?) Bu soruyu sormayı hiç unutmayalım.
Her şey 23 Haziran’dan sonra güzel olacak ama emin olun o güne kadar her şey çok zor olacak.