Zeze, okula gelirken çok sevdiği öğretmenin masasındaki vazoya her gün komşu bahçeden taze çiçek koparıp koyuyordu. Öğretmenin çiçekleri gördüğünde yüzünün gülümsemesi küçük Zeze için en büyük mutluluktu. Bir gün Zeze’yi arkadaşı öğretmenine şikayet edip, çiçekleri kopardığı için ‘hırsızlıkla’ itham etti. –“Godofredo senin hakkında çok kötü bir şey anlatı Zeze doğru mu?” Zeze başıyla evetleyerek, “ Çiçek konusunda mı? Doğrudur efendim.” -“Nasıl yaptın?” “Sabahları erken kalkıyorum. Sergio’nun bahçe kapısı aralık, hemen girip birkaç çiçek koparıyorum. O kadar çok çiçek var ki, fark edilmez. –“ Bir soygun yapmıyorsun elbette, ama yine de küçük çapta hırsızlık sayılır” deyince Zeze cevap verir: “Hayır Dona Cecilia. Yeryüzü, Ulu Tanrı’nındır, değil mi? Yeryüzündekiler de Ulu Tanrı’nındır öyleyse. O zaman çiçekler de…” (Jose Mauro De Vasconcelos’un Şeker Portakalı kitabından.)
Yazı yazmak için masaya oturduğumda hafta başında masa üstüne aldığım bir fotoğrafa baktım. Zaman durdu o an. AFP Foto Muhabiri Bülent Kılıç’ın Akçakale sınırında çektiği çok çarpıcı fotoğraflardan bir kareydi bu. Savaştan kaçan bir baba kundaktaki bebeğini tel örgülerin öte tarafına ulaştırmaya çalışıyordu. Savaşın yarattığı bütün kötülükleri o fotoğraf çarpıcı bir şekilde anlatıyordu bizlere. Kitapta anlatıldığı gibi bu yer bu gök her şey Allah’ındı. Sınırları insanlar kendileri çiziyordu, türlü bahane ve nedenlerin ardına sığınarak. Ördüğümüz tel örgülerin arkasında kalarak kendi kısır döngümüzde yaşayıp giderken, Suriye’de iç savaş patlak verdi, birden rahatımız bozuldu.
Savaş süresinde BM rakamlarıyla 1 milyon 600 bin mülteci Türkiye’ye geldi. Dünyadaki savaşlarda sadece 2014 yılında yarısı çocuk 59.5 milyon kişinin yaşadığı yerleri terk ettiği yine BM raporlarına yansıdı. Türkiye mültecileri kabul etme konusunda dünyada birinci. Zengin ve modern Avrupa savaş mağdurlarını almamak için her yolu deniyor. Onların çoluk çocuk Akdeniz’e Ege’ye gömülmesine göz yumuyor, izin veriyor. İşte biz buna modern insanlığın yüzü diyoruz…
Modern dünyaya fazla öykünmekten olmalı, aynı zalimleşmeyi yaşıyoruz ülke olarak. Sokağımızda, mahallemizde kısaca orada burada, karşımıza çıkan göçmenler rahatımızı kaçırıyor, huzursuz oluyoruz bir şekilde. İşte bu huzursuzluk, ölüm kalım savaşına dönen 7 Haziran seçimleri sırasında bir partinin vaatleri arasında yer aldı. CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “İktidara gelirlerse göçmen Suriyelileri ülkelerine göndereceğini vaat etti” halka. Öyle ya; kaçan huzurumuz, artan işsizliğimiz, bu sayede çözülecek rahatlayacaktık. Allah’tan CHP tek başına iktidar olma şansına erişemedi de böyle bir insanlık utancını yaşamak zorunda olmadık.
İnsanların çizdiği sınırlarda büyük insanlık dramları yaşanırken vicdanımız da aynı oranda çürümeye doğru gidiyor, biz farkında olmadan. Savaşan taraflar arasında kendimize yakın gördüğümüze göre şekil alıyor vicdanımız. Geçen hafta tam da böyle oldu. Tel Abyad’da tarafı bile olmadığı, olamayacağı yüz binlerce Suriyeli sivil, sınır kapısına koştu, tellere dayandı. En azından bebelerinin canları kurtulsun istediler. Her şekilde insanlık dramının yaşandığı Tel Abyad, PYD’nin olsa ne İŞID’ın olsa ne. Gerçeklerin yok olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Bu yok olmada vicdanlarımız da siyasi olarak durduğumuz yere göre şekillendi. Bu savaş sadece gerçeği yok etmiyor, vicdanlarımızı da yavaş yavaş yok ediyor. Oysa bu olayda tek bir gerçek var o da silahların ölüm kustuğu. Ölümün ötesinde gerçek mi olur.
Sınır kapısına dayanan, Kürt, Türk, Arap, Alevi, Sunni, Ezidi… Kısaca her inanıştan, her ırktan olan mağdur edilmiş insanlara aynı duygularla sahip çıkmalı, kucak açmalıyız. Böylece bize dayatılan ve üzerimize boca edilen birçok farklı gerçekten kurtulup, insan olma gerçeğiyle yüzleşebiliriz. Bu kadar algı bombardımanı karşısında insan olmaktan başka şansımız yok çünkü…
Herkese iyi Ramazanlar.